15 Aralık 2021 Çarşamba

 

Yabancı Seyahatnamelerde Şebinkarahisar I 

         İNGİLİZ DİPLOMAT-YAZAR JAMES JUSTİNİAN MORİER’İN GÖZÜNDEN                                                             1809’DA ŞEBİNKARAHİSAR                                                                                                

            Giriş

            Seyahatnameler, bir seyyahın veya gözlemcinin çeşitli amaçlarla ziyaret ettiği belli bir coğrafi bölgeye ve belirli bir döneme ait izlenimlerini anlattığı eserler olması bakımından önemli bilgi kaynaklarıdır. Türk Dil Kurumu’na göre seyahatname, bir yazarın gezip gördüğü yerlerden edindiği bilgi ve izlenimlerini anlattığı eserdir (Kaya, 2020). Bu açıdan ele alındığında, özellikle           Osmanlı şehir tarihi yazımı sırasında başvurulabilecek en önemli kaynaklardan biri de seyahatnamelerdir. Seyahatnameler her ne kadar tarihi bir kaynak olarak kabul edilme konusunda tartışılır olsa da zamanın ve mekânın canlı bir tasviri olmaları, yazıldıkları dönemin kültürel yapısını yansıtmaları ve tarihe farklı bir açıdan bakma imkânı vermeleri nedeniyle her zaman dikkat çekici olmuşlardır  (Yılmaz, 2013).

            Seyahatnamelerde Osmanlı sosyo-kültürel hayatı üzerine gerekli ve ayrıntılı bilgiler yer almaktadır. Arşiv belgeleri, günlükler, yazışmalar ve mektuplar gibi seyahatnameler de tarihçinin algılama gücünü arttıran, ikincil kaynaklardaki bilgileri karşılaştırma imkânı sunan eserlerdir. Bu eserler şehirlerin tarihinde dönüm noktası oluşturacak kadar etkili olan yangınlar, salgın hastalıklar ve doğal afetler hakkında önemli bilgiler vermeleri nedeniyle araştırmacılar için önemli kaynaklar arasında gösterilmektedirler (Yılmaz, 2013). Yüzyıllardan bu yana Anadolu’ya gelen özellikle yabancı seyyahlar, yazılarını hem kendi dillerinde hem de yaşadıkları dönemin en yaygın kullanılan dillerinde yayımlamışlardır (Kaya, 2020).

Bu çalışmada, İngiliz diplomat-yazar James Justinian Morier’in, İran’ın İngiltere elçisi olarak atanan Mirza Ebul Hasan Han İlci ile birlikte 1809 yılında İran’dan İngiltere’ye yaptığı yolculuğunu anlattığı 1812’de basılan “A Journey through Persia, Armenia and Asia Minor, to Constantinople, in the Years 1808 and 1809” isimli  seyahatnamesinin Şebinkarahisar ile ilgili kısmı incelenmiştir.  

            James Justinian Morier (1780-1849) 

            James Justinian Morier, 15 Ağustos 1780’de İzmir’de dünyaya gelmiştir. 1787’de eğitim için İngiltere’ye gitmiş, 1799’dan 1806’ya kadar hem Londra hem de İzmir’deki Doğu Akdeniz Şirketi’nde tüccar olan babası ile birlikte çalışmıştır. 1806’da İzmir’den İstanbul’a geçmiş ve orada Doğu Akdeniz Şirketi’nin baş temsilcisi olarak atanan babasına katılmıştır. 1807’de Doğu Hindistan Şirketi’nin eski temsilcisi iken İngiltere’nin İran elçisi olarak atanan Harford Jones-Brydges'in sekreteri olarak diplomasiye adım atmış ve beraberinde İran’a gitmiştir. 1809’da İran’ın İngiltere’ye gönderdiği elçisi Mirza Ebül Hasan Han’a eşlik etmiş; 1809-1810’da İngiltere’de onun yaverliğini üstlenmiştir (Hanilçe-Bulut, 2020).

            James Morier’in refakat etiği İran Elçisi Mirza Ebûl Hasan Han İlci (1776-1846) Kaçar Hanedanı döneminde İran’da yetişen önemli diplomatlardan biridir. Kendisini önemli kılan nokta; Kaçar İran’ının emperyal baskılarına maruz kaldığı İngiltere ve Rusya’da bizzat konsolos olarak bulunarak ülkesini temsil etmiş olmasından ve 1824’ten 1834 yılına kadar İran Dışişleri Bakanı olarak görev yapmasından ileri gelmektedir (Türker 2020). Mirza Ebûl Hasan Han İlci de James Morier ile yaptığı bu seyahati yazmış ve kitap olarak yayınlamıştır.

            James Morier, 1810’da İngiltere’nin İran elçisi olarak atanan Sir Gore Ouseley ile birlikte Mirza Ebûl Hasan Han İlci’nin yanında tekrar İran’a dönmüştür. Bir süre elçiliğe vekalet de eden James Morier 1817’de İran’dan Londra’ya dönmüş ve emekli olarak yazarlığa başlamış, İran’ı anlatan seyyahlar arasında önemli bir yer edinmiştir. Yazdığı Hacı Baba romanı Avrupa’da ve dünyada klasikler arasına girmeyi başarmıştır (Hanilçe-Bulut, 2020). James Morier 19 Mart 1849’da İngiltere’de yaşamını yitirmiştir.

            James  Morier’i diğer yabancı seyyahlardan ayıran önemli nokta,  İzmir’de yaşayan önemli bir alenin ferdi olarak ve İzmir’de doğmuş ve İngiltere’de eğitim aldıktan sonra İzmir’e dönerek ticaret yapmış olmasıdır. James Morier, İsviçre asıllı bir Britanya Levant (Doğu Akdeniz) Şirketi tüccarı olan Isaac Morier (1750-1817) ile Hollanda Başkonsolosu ve Hollanda Doğu Akdeniz Şirketi’nin başkanı David van Lennep’in kızı Clara Elizabeth’in üçüncü çocuğudur  ve hayatının bir bölümü Osmanlı’da geçmiştir (Hanilçe-Bulut, 2020). Bu özelliği ile Osmanlı’nın o dönemdeki toplumsal, ekonomik ve siyasal ortamı hakkında diğer seyyahlardan çok daha fazlasını bilmektedir ve anlatımları daha da önem kazanmaktadır.

Fransa’nın ve Napolyon’un, Mısır ve Hindistan’a yönelik yayılmacı politikaları ve Rusya ile olan savaşında görece başarılı olması, Rusya’nın Gürcistan’a yönelik himayeci politikası, İngiltere ile İran’ın yakınlaşmasına neden olmuş ve Doğu Hint Kumpanyası’nın Bağdat’taki temsilcisi Sir Harford Jones’ın, İngiliz ve İran hükümetleri arasında bir ittifak oluşturma çabası sonuç vermiştir. Şubat 1809’da Tahran’a ulaşan James Morier ve Sir Harford Jones’in girişimi ile İran, Avrupalı güçlerle önceki tüm anlaşmaları yok saymayı ve kendi topraklarından herhangi bir Avrupa gücünün geçişine engel olmayı kabul etmiştir. Antlaşmanın İngiltere’de imzalanması gerektiğinden, James Morier İran’ın elçi olarak görevlendirdiği Mirza Ebül Hasan’a eşlik etmiş (Hanilçe-Bulut, 2020) ve bu yolculuk sırasında da Şebinkarahisar’dan geçmişlerdir. James Morier’in Şebinkarahisar’da bulunmasının sebebi budur.

Seyahatname, geçtiği güzergâhlar ile yol boyunca karşılaştığı insanlar, dilleri, kültürleri, dini inanışları, sanat ve mimariye dair birçok konuyu anlatmaktadır. (Hanilçe-Bulut, 2020). James Justinian Morier’in anlatımları 1809 yılındaki Şebinkarahisar hakkında detaylı bilgileri ortaya koyması açısından anlamlıdır. 

                                                          James Justinian Morier                  

                                      (https://www.britannica.com/biography/James-Justinian-Morier)

            James Justinian Morier’in Seyahatnamesinden 1809 Yılındaki Şebinkarahisar       

            Panorama

            “…(28 Haziran 1809) Batı yönündeki yol güzergahımızda uzaklığı yaklaşık sekiz saat uzaklıkta olduğu söylenen Karahisar’a öküzlerimizin aşırı takatsizliğinden dolayı ancak on saatte ulaşabildik. Yolun uzunluğunun 30 mil (yaklaşık 48 km) dolaylarında olduğunu söyleyebilirim. Geçtiğimiz bütün araziler, bir ormanın görkemiyle bir bahçenin konforunu bir arada sunarken her renkten çiçekler, zengin otlakların yamaçlarını süslüyor ve havaya hoş bir koku veriyorlardı. Bahar mevsimini hiç bu bölgelerde olduğu kadar bereketli ve coşkulu görmemiştim. Her vadinin tabanında, sürekli olarak, ilerleyişi ağaçlarla ve onu çevreleyen verimlilikle işaretlenen ve tüm kıvrımlarında ona eşlik eden bir dere akmaktaydı. Zemin toprağı mükemmel bir kızıl renktedir ve ara sıra sabanla sürülerek alt üst edildiğinde araziyi kaplamış olan yeşilliğin tekdüzeliğini bozmakta ve renk tonlarının oluşturduğu görkemli parlaklığıyla hayranlık uyandıran bir tezat oluşturmaktadır. Yüksek yerlerdeki mısırlar yaklaşık bir ayak (30.48 cm) yüksekliğindeyken, vadide olanların boyları daha uzundu. Tarım alanlarının en yaygın ürün olarak arpa yer alırken bunu aslında birçok yerde yabanî olarak ve diğer bitkilerle gelişigüzel yetişen çavdar oluşturmaktadır. Yediğimiz ekmeğin neredeyse tamamı arpadan yapıldığından, buğday bölge sakinlerinin ihtiyaçlarından biri gibi görünmemektedir.  Yol kenarları resmedilmeye değer mükemmel görünümlerini sergileyen çok sayıda armut ve çam ağaçlarıyla çevrelenmiştir.  Yüz sanatçı bir araya gelse ve istedikleri kadar zaman tanınsa bile bu bölgenin sahip olduğu bu görüntüleri tasvir edemezler. Buranın halkı da bu tasvire uyum sağlamıştır ve yeni bir çekicilik katabilir.”

            Burada dikkat çeken bir konu, buğday, o dönemde bölge halkının temel ihtiyacını oluşturmamaktadır. Morier’e göre yörede arpa ve çavdar tarımı ağırlıklıdır. Çavdardan gelişigüzel de yetişen bir ürün olarak sözedilmektedir. Yedikleri ekmekler arpadan yapılmıştır. Gerçekten de o dönemlerde Anadolu’da arpa buğdayın iki katı miktarda üretilmektedir (Quataert, 1985).  Anlatımlardan, gerek yolda gelirken geçtikleri vadilerde ve gerekse de Şebinkarahisar’ın çevresinde mısır tarımının da ağırlık taşıdığı anlaşılmaktadır. 

            Karahisar’ın Doruğu”    

            Karahisar’ın doruğuna varınca muhteşem bir manzara ile karşılaşılmaktadır. Kendini burada değişik ve nadir bir sonsuzlukta çeşitli şekillerde yükselten, vahşi yapının kucağına zorla girmiş ve doğanın mevcut düzensizliğinde dağılmış yığınlar vardır. Kuzeye doğru büyük dağ yığınları kaba taslak ve madene işaret eden değişik tonlar ile heybetli kaya zincirine bağlanıyor ve batıya doğru kıvrılarak Karahisar’ın heybetli ve korunaklı yüksekliğinde son buluyorlar. Bunun en uç noktasında, konumu onu savunulması kolay bir yer yapan küçük bir hisar olan kale vardır. Yüzeyin geri kalanı da, aşağıdan görüldüğü gibi, ana binadan daha eski görünen duvarlarla kaplıdır. Karahisar kasabası yamaca yayılmıştır.

            Kasabadan iki mil uzakta ve vadinin dibinde yüksek dağların uçurumlarının meydana getirdiği, kuzeydoğudan köpürerek akan, kaya yataklarındaki taşları oynatan ve Karahisar çevresindeki ekili araziyi sulayan taşkınca akan bir akarsu bulunmaktadır. Kemerinin ayakları çıkıntı yapan iki kayanın üzerine taştan ve üst güvertesi ahşaptan yapılmış olan tek kemerli bir köprüden geçtik. Köprüyü geçtikten hemen sonra bir çeşme ve yakınında ömrümde yediğim en güzel kirazları aldığımız bir bahçe vardı. Bu noktadan Karahisar kayalığı benzersiz şekilde göz alıcıydı.

            Daha da ilerledikçe, kasabayı çevreleyen ve kesinlikle Türkiye’de ya da başka herhangi bir ülkede hatırlayabildiğim en güzel noktalardan birini oluşturan muazzam tarım alanlarına ve bahçelere girdik. Binlerce derenin çağıltısıyla canlanan, mısır tarlalarıyla iç içe giren, her türden ve bereketli çınar, kavak ve meyve ağaçları manzaranın ilk görünen kısmını oluşturmaktaydı. Büyük bir hızla ve gürültüyle bahçelerin içerisinden akan ve birincisine sularını katan ve taşkınca akan bir akarsuya geldik. Yazın ağır sıcağı, mısırlara yeşil tonunu kaybettirmiş ve olgun bir sarılık vermişti. Bu durum, önceki günden bu yana değişen yükseltiyi de gösteriyor: Karahisar’a inişimiz kademeli olarak yaklaşık dört saatte gerçekleşti.” (Hanilçe-Bulut, 2020).

            James Morier ve beraberindeki heyet, muhteşem bir manzaraya açılan “Karahisar’ın Doruğu”ndan kasabaya gelinceye kadar, dört saatlik yolculuk boyunca iki ayrı dereden ve bir köprüden geçmişlerdir. Üstelik bu yolculuk zaman zaman aşırı takatsiz kalan öküzlerin çektiği arabalar ve atlarla yapılmaktadır. “Kemerin ayakları çıkıntı yapan iki kayanın üzerine taştan ve üst güvertesi ahşaptan yapılmış” “tek kemerli” ilk köprünün, Hacıömer yakınlarındaki Köse Köprüsü, ilk derenin Alucra Çayı ve “büyük bir hızla ve gürültüyle bahçelerin içerisinden akan ve birincisine sularını katan ikinci bir taşkınca akan” suyun da Tamzara Deresi olması kuvvetle muhtemeldir.

            Heyetin Erzurum-Şebinkarahisar Yolu’nun Turpçu üzerinden geçerek Hacıömer köyünde iken günümüzde yok edilmiş olan Köse Köprüsüne inmekte olan güzergahı kullandıkları anlaşılmaktadır.  “Karahisar’ın Doruğu” da, bu güzergah üzerinde, büyük olasılıkla Şebinkarahisar’ın ilk görüldüğü noktadır.

                

                        "Karahisar'ın Doruğu"ndan (muhtemel) Manzara - 02 Temmuz 2021

             Şehir

            Evler teraslıdır ve kerpiç, tuğla, taş ve ahşap gibi her tür malzemeden yapılanı vardır. Şehir Erzurum’un idari bölgesi altında bir müsellim tarafından yönetilmektedir ve bir gümrük işlemlerinin gerçekleştirildiği bir bina vardır. Burada iki cami ve iki hamam vardır. Hamamlardan eski olanı kubbesi kurşunla kaplı güzel bir yapıdır. Civarda pek çok köy vardır: Güneydeki diğerleri arasında “Gezliche, Yaiche, Sayit ve Soucher” köyleri bulunmaktadır.”

            James Morier’in bu anlatımlarına göre, 1809’da Şebinkarahisar kasabası yamaca yayılmıştır, evler teraslıdır ve her tür malzemeden yapılmıştır. Kale, konumu onu savunulması kolay bir yer yapan küçük bir hisardır. Tepede de zigzag şeklinde bir yolun çıktığı evler vardır. Yüzeyin geri kalanı da aşağıdan görüldüğü gibi ana binadan daha eski görünen duvarlarla kaplanmıştır. James Morier’in Türkiye’de ya da başka herhangi bir ülkede hatırlayabildiği en güzel noktalardan birini oluşturan muazzam tarım alanları ve bahçeler bulunmaktadır.

            Şebinkarahisar o tarihte Erzurum’a bağlıdır. İki camisi vardır. İki de hamamı bulunmaktadır. Hamamlardan eski olanı kurşunla kaplı bir kubbesi olan güzel bir yapıdır. İşin ilginç yanı, 1640’larda Şebinkarahisar’a gelen Evliya Çelebi de yine iki hamam olduğunu söylemektedir (Dağlı-Kahraman, 1999).

            James Morier’e göre Şebinkarahisar’da bir de gümrük teşkilatı vardır. O dönemde Osmanlı gümrükleri, sahil ve kara gümrükleriyle sınır gümrükleri olmak üzere ayrılmıştır. Kara yoluyla yapılan ticarette gümrük resmi alınması kara gümrüklerinin kurulmasını gerektirmiştir. Büyük şehirlerden başka daha küçük yerlerde de, yakındaki büyük bir gümrüğe bağlanan kara gümrükleri bulunmaktadır. (Kütükoğlu, 1996) Şebinkarahisar’daki gümrüğün Erzurum gümrüğüne bağlı bir kara gümrüğü olduğu anlaşılmaktadır.  Şebinkarahisar’daki gümrüğün şap madeni üretim ve ticareti ile de ilgili olması kuvvetle muhtemeldir. Çünkü, eski çağlardan itibaren işletilen Şebinkarahisar şap madenlerinin Osmanlı döneminde de oldukça önem gördüğü ve yoğun şekilde işletilmiş olduğu bilinmektedir. Osmanlıda, Şebinkarahisar şap madenleri Fatih Sultan Mehmet zamanından itibaren, devlete ait bir arazi veya gelirin bir bedel karşılığında kiraya verilmesi veya geçici olarak devredilmesi anlamına gelen mukataa sistemi içerisine dâhil edilerek doğrudan devlet mülkiyetine alınmış ve gelirleri devlet hazinesine aktarılmıştır. Üretilen şapların satışından elde edilen meblağın diğer şap sahalarına göre çok daha büyük miktarlara olduğu da bilinmektedir (Kansız, 2018).

             Yeniçeri Ayaklanması

            Varışımızdan hemen hemen iki hafta kadar önce kasaba ve civarında büyük bir isyan meydana gelmişti, yakın zamana kadar kazayı yöneten ve şu anda (1809) Sadrazam olan Yusuf Paşa’ya muhalif bir grup yeniçeri onun Karahisar’a inşa ettirdiği büyük bir binayı ateşe vermiş; bina, içerisindeki değerli ve fazla mihtardaki eşya ile tamamen yok olmuştur…” (Hanilçe-Bulut, 2020).

            James Morier’in anlatımında yer alan bu olay ve bunun yabancı bir diplomat tarafından dile getirilmesi büyük önem arzetmektedir.    

            James Morier’in Şebinkarahisar’a geldiği dönem, 3. Selim’in tahttan indirilmesinden sonra 1808 Temmuz’unda Alemdar Mustafa Paşa’nın müdahalesi ile II. Mahmut’un tahta geçtiği döneme denk gelmektedir. 29 Eylül 1808’de Sened-i İttifak imzalanmış ancak 15-16 Kasım 1808’da meydana gelen Yeniçeri Ayaklanması’nda Alemdar Mustafa Paşa hayatını kaybetmiştir. 28 Şubat 1807’de başlayan İngiltere-Osmanlı savaşı sona ermiş ve 5 Ocak 1809 tarihinde Kal'a-i Sultaniyye (Çanakkale) Antlaşması imzalanmıştır. Bu dönemde, 1806 yılında başlayan Osmanlı-Rus Savaşı da devam etmektedir (wikipedia).

            Anlatımda bahsi geçen Yusuf Paşa, o tarihte sadrazam olan Yusuf Ziya Paşa veya diğer ismi ile Kör Yusuf Ziyaeddin Paşa’dır. Daha önce de sadrazamlık yapan Yusuf Ziya Paşa, 1805 yılında Canikli Tayyar Mahmut Paşa’nın isyan çıkarması üzerine Trabzon ve Erzurum Valisi olarak görevlendirilmiş ve isyan bastırıldıktan sonra Erzurum Valiliğine atanmıştır (wikipedia; Kasap, 2009; Serbestoğlu, 2006).

            Yeniçeri ayaklanmasından ve Alemdar Mustafa Paşa’nın ölümünden sonra, İstanbul’da meydana çıkan  yönetim boşluğu dolayısıyla yeniçeriler ile II Mahmut yönetimi arasında bir güvensizlik ortamı oluşmuştur. Herşey gitgide durma noktasına gelirken, her paşanın kendi keyfine göre yönettiği ve halkı baskı altında tuttuğu eyaletlerde, benzer düzensizlikler artmıştır. Nihayet, yeniçerilerin de kabul etmesi üzerine Yusuf Ziya Paşa 23 Nisan' da İstanbul'a gelmiş ve yeniçeriler tarafından sevinç gösterileriyle karşılanarak, 29 Nisan tarihli hatt-ı hümayun ile resmen sadrazamlık makamına oturtulmuştur. Ancak makamına gelir gelmez, sadrazam ve yeniçeriler arasında endişe verici sürtüşmeler baş göstermiş ve yeniçeriler hoşnutsuzluklarını aşırı hareketlerle dışa vurmuşlardır (Zinkeisen, 2011).

            Şebinkarahisar’daki olayların bu çerçevede değerlendirilmesi gerekir. Osmanlı’da doğmuş ve yaşamış, Osmanlı’yı tanıyan ve bilen James Morier’in bu anlatımı, yeniçerilerin sadece İstanbul’da değil, Anadolu’da da ayaklandıklarını, yeniçerilerin sadece merkezdeki yönetime ve yöneticilere değil valilere de muhalif olduklarını ortaya koymaktadır. James Morier, Şebinkarahisar’a varışından iki hafta önce olduğunu belirttiğine göre, bu olayın Haziran başlarında meydana geldiği anlaşılmaktadır.

            1808-1809 yıllarında yapıldığı anlaşılan ve yeniçeri ayaklanması ile yok edilen binanın ne amaçla yapılmış olduğu ve ne şekilde kullanıldığı anlatımdan anlaşılmamaktadır.

             Yolculuğa Devam

            “…Nihayet Karahisar’dan ayrıldık ve dağlık ve taşlık bir yolda 18 mil batıya yol aldık. Son durağımızdan üç mil ötede güney batı yönünde Diyarbakır ve Bağdat’a giden yolu gördük. Batıya doğru kendi güzergahımıza devam ettik ve (Fırat’ın başlangıç kısmı gibi) Karasu denen ve iki kaya silsilesi arasından doğudan batıya akan büyük bir nehrin kıyısına geldik. Akarsuyun ilerlediği kısımlarda Fırat nehri gibi bir isim almakta ancak Niksar’da Kelkit Irmağı denilmektedir. Bana, onu gördüğümüz noktadan 15 güne denk gelen bir yolculuk mesafesinde Karadeniz’e döküldüğü söylendi.

            Dağların arasından nehrin kıvrımlarını takip ederek, arada bir dar ve sarp geçitlerle tehlikeli hale gelen kötü bir yolu takip ederek kıyılarda kamp kurararak konakladık. Mola yerimizin, sağ tarafında bir köy vardı. Suyun karşı tarafındaki tepede, bana gavurlar veya kafirler tarafından yaptırılmış bir kilise olduğundan emin olduğum bir bir harabe vardı. Roma kemerli sütunlu girişi görebiliyordum fakat nehrin karşısına geçip daha yakından bakamadığım için bu sınırlı bilgiyle yetinmek zorunda kaldım. Öğle saatlerinde, güneybatıdan, muazzam yoğun bulutları bir araya getiren kuvvetli bir rüzgâr çıktı; akşamın sonunda şiddetli sağanak yağmur yağdı. Burada yine, iki ağacın yapraklarının ve meyilli bir kayanın kısmî örtüsünün verebileceğinden başka bir sığınak olmaksızın, gece boyunca fırtınaya maruz kaldık....” (Hanilçe-Bulut, 2020).        

            Anlatımlarda dikkat çeken diğer bir konu, Haziran ayında havanın yağışlı ve fırtınalı olmasıdır. James Morier ve beraberindeki İran elçilik heyeti, 27 Haziran 1809’da Karaca’dan hareket edip Şebinkarahisar’a doğru yol aldıklarında şiddetli yağmur ve fırtına nedeniyle bir değirmende ve kayalıklarda gecelemek zorunda kalmışlardır. Şebinkarahisar’dan ayrıldıktan sonra da öğle saatlerinde, kuvvetli bir rüzgâr meydana gelmiş ve akşamın sonunda şiddetli sağanak yağmur yağmış ve bir sığınak olmaksızın, gece fırtınaya maruz kalmışlardır (Hanilçe-Bulut 2020).

            James Morier ve beraberindekiler, Erzurum’dan Şebinkarahisar’a gelirken yolda Erzurum’a giden, Emin Ağa’ya Paşa olduğunun haberini taşıyan üç Tatar’a ve Paris’ten İran’a dönen İran elçisi Asker Han’ın bir adamına rastlamışlardır. James Morier ve Elçi ile maiyeti Şebinkarahisar’da sadece bir gün “…dış görünüşü ve serveti sebebiyle kasabada saygınlığı olan…” birinin evinde kalmışlardır.

             James Morier’in izlediği “Yol”

            İngiliz diplomat ve beraberindeki İran elçisi ve maiyeti, Londra’ya giderken Erzurum-Ilıca-Mamahatun-Karakulak-Kelkit(Çiftlik)-Şiran-Karaca güzergahını izleyerek 30 Haziran 1809’da Şebinkarahisar’a gelmiş bir gün kaldıktan sonra ayrılarak Koyulhisar-Reşadiye-Niksar-Tokat-Turhal-Amasya yolunu izlemişlerdir.

            James Morier’in izlediği bu güzergah, Anadolu sol kolu olarak adlandırılan Osmanlı’nın menzil yoludur. Menzil, Osmanlı Devleti’nde, hareket hâlindeki bir ordunun konakladığı, bir kervanın durup geceyi geçirdiği, resmî evrak taşımakla görevli olan bir memurun belirli mesafelerde at değiştirmek, dinlenmek veya geceyi geçirmek için mola verdiği yer ya da bina için kullanılan bir terimdir (Sak-Çetin, 2004). Osmanlı’da ordunun savaşa giderken kullandığı askeri yol ile bazı kervan yolları bahsi geçen menzil yolu güzergahından farklı güzergah izlemektedir.

            Şebinkarahisar, Anadolu’daki sol kol üzerinde yer almaktadır. Sol kol, Merzifon’da itibaren Lâdik- Niksar-Karahisar-ı Şarkî- Kelkit- Aşkale- Erzurum yoluyla Hasankale üzerinden bir kolu Kars’a, diğer bir kolu da Tebriz’e ulaşmaktadır. Bu yol, Yavuz Sultan Selim tarafından da 1514    yılında Çaldıran Savaşı dönüşünde de kullanılmıştır. XVI. yüzyılın sonu ve XVII. yüzyılın başlarından itibaren Niksar- Şarkikarahisar (Şebinkarahisar) -Kelkit -Karakulak (Otlukbeli) -Aşkale yolu, yani James Morier’in izlediği bu yol, önem kazanmıştır. (Akpınar 2015)

            Tanzimat öncesinde devletin ulaşım politikası, geleneksel yöntemlerin dışına çıkılmadan, olanın korunmasından ibarettir. Mevcut yollar ulaşıma elverişli değildir ve yılın belirli dönemleri dışında birçok bölgenin ve hükümet merkezi ile taşranın ilişkisi kesilmektedir ve bu da yaşamı her yönü ile etkilemektedir. 1864 vilayet düzenlemesi ile birlikte yol yapımı daha bilinçli ve düzenli olarak ele alınmıştır (Çadırcı, 1997).

            Sözlü kaynaklardan edinilen bilgiye göre, Erzurum-Şebinkarahisar yolu, Alucra Aktepe Köyü’nden Şebinkarahisar’a devam ederek Güneygören Köyü yakınlarındaki Karahasan Gediği’nden geçmekte ve Alişar’da iki kola ayrılmaktadır. Turpçu, Alişar ve Güneygören köylerindeki yol kenarındaki bazı arazilere ait eski tapu kayıtlarında da taşınmaz sınırında yer alan bu yol, “Erzurum Yolu”, “Alucra Yolu” veya “Cadde” olarak isimlendirilmektedir.

            Erzurum Yolu’nun bir kolu Turpçu üzerinden “Batmı” adı verilen mevkiden geçerek Hacıömer köyünde Köse Köprüsüne inmektedir. Köse Köprüsü 1316 tarihli, Mengücek Beyliği zamanından kalma bir vakfiyede (VD, 582/1: 105/72, Fatsa 2010) ismi geçen bir köprüdür ve ne yazık ki günümüzde bu tarihi köprü yıkılarak yerine HES yapılmıştır. Diğer kol da yine Sipahi üzerinden “Zevüllük” adı verilen mevkiden geçerek Yıltarıç’a ve Biroğul Köprüsüne ulaşmaktadır. Seyyahın anlatımından, heyetin Turpçu’dan geçen güzergahı kullanarak Şebinkarahisar’a ulaştıkları anlaşılmaktadır.


Köse Köprüsü
(https://www.facebook.com/Skhtarih/photos/a.376658602315/381490202315)

            Şebinkarahisar’dan batıya doğru olan güzergah ise tam bilinmemekle birlikte, Yumurcaktaş köyü yakınlarındaki ve bugün Kılıçkaya Baraj Gölü altına kalan Kurbağa Köprüsünden geçtiği kesin olarak ifade edilebilir. (Taeschner, 2010). Morier’in anlatımlarına göre de batıya giden yol “dağlık ve taşlık bir yol” dur.

             Sonuç

            Bu çalışma ile, İngiliz diplomat yazar James Morier’in anlatımına dayanılarak, günümüzden 212 yıl öncesi Şebinkarahisar’ının durumu ortaya konulmuştur.

            Buna göre, sadece ekonomik açıdan değil tarihsel olarak da “…muhteşem bir manzara…” ortaya koyan kasabayı çevreleyen ve kesinlikle Türkiye’de ya da başka herhangi bir ülkede … en güzel noktalardan birini oluşturan muazzam tarım alanları ve bahçeler...”den oluşan Avutmuş, Biroğul, İkioğul, Kütküt, Kıkgöz, Kavaklar ve Tamzara’ya, kısacası Bağlar’a ve de Şebinkarahisar’a sahip çıkmak, yok olmasına izin vermemek, daha da gelişmesi için çaba harcamak gerektiği ortaya çıkmaktadır. Bunda da herkese önemli görevler düşmektedir.

    

                                                    Morier'in Güzergahı

(A Journey through Persia, Armenia and Asia Minor, to Constantinople, in the Years 1808 and 1809) 

Kaynaklar

1- Murat Hanilçe ve Yücel Bulut, James Morier’le 1809 Yazında Erzurum’dan Amasya’ya Seyahat,     Türk Dünyası Araştırmaları, Kasım - Aralık 2020, Cilt: 126 Sayı: 249 Sayfa: 409-448.

2- James Morier, A Journey Through Persia, Armenia, And Asia Mınor, To Constantinople, In     The Years 1808 and 1809, Boston 1816.

3- https://en.wikipedia.org/wiki/James_Justinian_Morier (erişim 15.11.2021)

4- https://www.britannica.com/biography/James-Justinian-Morier (erişim 15.11.2021)

5- Özgür Türker, Mirza Ebûl Hasan Han İlci’nin Rusya Sefareti (1815-1816), Atlas Internatıonal      Congress On Socıal Scıences 7. 23-25 September 2020, Budapest, Hungary.

6- Özgür Yılmaz, Osmanlı Şehir Tarihleri Açısından Yabancı Seyahatnamelerin Kaynak Değeri,     Tarih İncelemeleri Dergisi , XVIII / 2, 2013, 587-614.

7- Aysel Kaya, Almanca Seyahatnameler (1850-1912) Temelinde Türkiye’ye Dair Bir Kültür Rotası    Önerisi , Doktora Tezi, Eskişehir, 2020.

8- İzzet Sak ve Cemal Çetin, XVII. ve XVIII. Yüzyıllarda Osmanlı Devleti’nde Menziller Ve    Fonksiyonları : Akşehir Menzilleri Örneği, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi,     Yıl 2004, Sayı 16, 179 – 22.

9- https://tr.wikipedia.org/wiki/Osmanl%C4%B1_%C4%B0mparatorlu%C4%9Fu_kronolojisi#1800-       1899 (Erişim 16.11.2021)

10-https://tr.wikipedia.org/wiki/K%C3%B6r_Yusuf_Ziya%C3%BCddin_Pa%C5%9Fa       (Erişim 21.02.2021)

11- Murat Kasap, Yusuf Ziya Paşa,

       https://web.archive.org/web/20171201040019/http://www.gdd.org.tr/tarihtendetay.asp?id=91       (Erişim 16.11.2021)

12- İbrahim Serbestoğlu, Trabzon Valisi Canikli Tayyar Mahmud Paşa İsyanı Ve Caniklizadelerin Sonu       (1805-1808), Uluslararası Karadeniz İncelemeleri Dergisi, Yıl: 1, Sayı: 1, Güz 2006, Trabzon.

13- Mübahat Kütükoğlu, “Osmanlılar’da Gümrük”. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi.       Cilt 14, 263-268. https://islamansiklopedisi.org.tr/gumruk#2-osmanlilarda-gumruk       (erişim 16.11.2021)

14- Musa Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentlerin Sosyal ve Ekonomik Yapısı,      TTK Yayını, Ankara 1997.

15- Mehmet Fatsa, Şebinkarahisar'da Mengücüklü Devri Vakıfları (Sûfî Kolonizasyon), Vakıflar Dergisi Sayı 33, Haziran 2010.

16- Hayati Beşirli, Yabancı Seyyahların Gözünden Farklı Yüzyıllarda Türk Yemek Kültürü,      Türklük Bilimi Araştırmaları Derisi, XL, 2016.

17- https://tr.wikipedia.org/wiki/Kale-i_Sultaniye_Antla%C5%9Fmas%C4%B1 (erişim 30.11.2021)

18- Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi, 2.Cilt, 2. Kitap,   Hazırlayanlar Yücel Dağlı ve Seyit Ali Kahraman, YKY, İstanbul 2008

19- Franz Taeschner, Osmanlı Kaynaklarına Göre Anadolu Yol Ağı, Çeviren Nilüfer Epçeli,       Bilge Kültür Sanat yayını, İstanbul 2010.

20- Donald Quataert, Osmanlı İmparatorluğunda Tarımsal Gelişme, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye       Ansiklopedisi, 6. Cilt sf 1556-1562, İletişim Yayınları, İstanbul 1985.

21- Aslan Kansız, Osmanlı Devleti’nde Bir Maden Mukataası: XVIII. Yüzyılda Karahisar-I Şarkî       Şaphanesi, Yüksek Lisans Tezi, Trabzon 2018.

22- https://tr.wikipedia.org/wiki/Mukataa

23- Johann Wilhelm Zinkeisen, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi (Zinkeisen, Geschichte des Osmanischen       Reiches in Europa, VII, Gotha 1863.) çeviren Nilüfer Epçeli, Cilt 7 sf 449-452,       Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2011.

24- Erdal Akpınar, Seyahatnamelere Göre Erzincan’da Ekonomik, Sosyal Ve Kültürel Hayat,    Akra Kültür Sanat Ve Edebiyat Dergisi , Sayı: 7 - Eylül 2015

25-Sözlü Kaynaklar; Ahmet Öztürk (Alişar ky), Sabri Bayraktar (Sipahi ky)

15.12.2021

 

 

 

 

 

 

 

29 Ocak 2021 Cuma

            PAVLİKANLAR, KİBOSSA VE BİROĞUL                                                                      

                        GİRİŞ

            Anadolu’da ki bir çok tarihi yerleşimde olduğu gibi Şebinkarahisar'ın da tarihi daha derinlemesine araştırıldığında bilinmeyen birçok yeni bilgi ve ayrıntı ortaya çıkmaktadır. Ancak burada öncelikle kabul edilmesi gereken önemli bir konu, Şebinkarahisar'ın tarihinin  1071 yılında  başlamadığı ve sadece Türklerin veya Osmanlı'nın tarihi olmadığıdır. Bu topraklarda farklı zaman dilimlerinde yıllarca yaşayan insanların yaşanmışlıkları, inançları, tarihleri de bu ilçenin ve yörenin tarihinin önemli parçalarını oluşturmaktadır. Bunlardan biri de Pavlikanlar adı verilen Hristiyan mezhebi ve onların ilk merkezi olan Kibossa'dır.     

            Bu çalışmada, Pavlikanların çok bilinmeyen tarihi ve inanç sistemleri ile birlikte henüz yeri belirlenememiş olan Kibossa'nın, ilçemizin Biroğul mahallesi olup olmadığı sorusuna yanıt bulunmaya çalışılmıştır. 


                        Altıntepsi (Google Earth)

                        PAVLİKANLAR KİMDİR? 

            Pavlikanizm (Paulicianism, Paulikianer, Polisyenlik, Pavliniki, Pavlusçuluk, Pavlosyen, Paulisianizm, Pavlakiler, Paulikianos, Beyalike, Beylikan) 7. yüzyılın ortalarında  ortaya çıkan dualist bir Hıristiyan mezhebidir. Erken Hıristiyanlık dönemindeki bir hareket olan Markiyonizmin dualist görüşlerinin ve 3. yüzyılda İran'da yayılan iki tanrılı bir din olan Maniheizm'in etkisinde kalmıştır.  Düalizm (İkicilik-Senevviye) genellikle birbirine karşı çıkan iki temel kavramın var olduğuna ilişkin ahlaki veya ruhsal inanç olarak tanımlanmaktadır (Wikipedia, 2021). Bu inanış herhangi bir alanda birleştirilip bire indirgenemeyen iki karşıt ve bağımsız ilkenin varlığını ileri süren anlayış olarak ta tanımlanmaktadır (İslam ansiklopedisi, 2021)

            Pavlikanlara adı verilen Pavlus'un kimliği tartışmalıdır (Britannica, 2000).  

            Pavlikan terimi, üyelerinin kendilerine yalnızca Hıristiyan dediği bir mezhebe,  başkaları tarafından takılan ve küçültücü anlam yüklenen bir isimdir (Hamilton-Stoyanov, 2010). Pavlikanların, kendileri için bu adı kullanmadıkları ve kendilerini ‘‘evrensel havari kilisesinin üyeleri’’ diye adlandırdıkları nakledilmektedir (Özışık, 2007).

            Pavlikanlar VII.-IX. Yüzyıllar arasında Bizans devletini ve kilise teşkilatını uzun yıllar meşgul etmiş oldukları için Bizans’ın siyasi ve dini tarihinde önemli bir yere sahiptir. Bizans devletine karsı Müslüman Arap ordularının yanında yer almaları, farklı din anlayışları ile Anadolu inanç  coğrafyasında iz bırakmışlardır. Sadece Anadolu ile sınırlı kalmayıp, inançlarını Balkanlara taşıyarak Balkan siyasi ve sosyal tarihinin şekillenmesinde de etkili olmuşlardır. Ayrıca Pavlikanlar, Türkiye’de Alevilerin yoğun olarak yaşadıkları coğrafyada bulundukları için ve bazı inançlarının Alevilerle benzerliğinden dolayı, zaman zaman Aleviliğin kökenlerinin araştırıldığı tartışmalarda da gündeme gelmektedir (Çoğ, 2008).

            Pavlikan öğretisi özellikle Makedonya, Bulgaristan ve Yunanistan köylüleri arasında yayılmıştır. Zaman içinde ilk kez Bulgaristan'da ortaya çıkan Bogomillerin öğretilerinin ve uygulamalarının gelişmesine katkıda bulunmuştur (Britannica, 2010). Pavlikanları  diğer bir çok heretik (ayrılıkçı) grup ve mezhepten ayıran taraf, aynı zamanda siyasi bir yapıya da sahip olmalarıdır (Özışık, 2007).

            Pavlikanlar ile ilgili temel kaynaklar sınırlı olup, var olanlar da dini karşıtları tarafından yazılan eserlerdir. Bunların en önemlisi ve diğerlerinin de temelini oluşturan kaynak,  Sicilyalı Peter'in 870 yılında yazdığı "Paulikanlar Olarak da Bilinen Maniheistler'in Tarihi" isimli eserdir. Sicilyalı Peter 869-870 yıllarında, İmparator I. Basileios tarafından Arap-Bizans sınırında Divriği'de bağımsız bir devlet kurmuş olan Pavlikan lideri Khrysokheir'e elçi olarak gönderilmiştir.(Hamilton-Stoyanov, 2010).

             Sicilyalı Peter'in çalışmasının, ilk doksan üç bölümünün Konstantinopolis'te Pavlikanlar'a dair duyduklarına, doksan dördüncü bölümden sonrasının ise Divriği'de bizzat Pavlikanlar'dan öğrendiklerine dayandığı öne sürülmektedir. Çıkışı itibariyle sade bir cemaat olan Pavlikan hareketi, Ermeni ve Bizans dini otoritelerinin yanında, siyasi otoritelerin de amansız baskıları sonucu gittikçe bağımsız bir hüviyet kazanmış, Bizans’ta dini ve siyasi bir tehdit haline gelmiştir. Pavlikanlar’ın, inançlarındaki en tipik ayrılık insandaki özgürlük isteminin hiçbir kuvvet tarafından bastırılarak yok edilemeyeceği, bir taraftan susturulurken diğer taraftan farklı bir şekilde tekrar ortaya çıkacağına inanmalarıdır (Özışık, 2007).

            Pavlikanlar gözle görülür bir grup olarak Silvanus’tan yaklaşık yüz yıl önce ortaya çıkmışlardır (Özışık, 2007). Silvanus adını kullanan Mananali'li Constantine, 657 yılında, Koloneia (Şebinkarahisar) yakınlarındaki Kibossa'da Pavlikan topluluğunu tekrar bir araya getiren kişi olarak bilinmektedir. Kurduğu kilisenin adı "Makedonya Kilisesi"dir ve kısa bir süre sonra da "Laodicaea Kilisesi" kurulmuştur (Bryer-Wınfıeld, 2020).

            Mezhep, tarih sahnesine çıktıktan kısa bir süre sonra Bizans imparatorluğu içinde yaygın  siyasi ve askeri çalkantılara yol açmıştır (Britannica, 2000). 668 ile 698 yılları arasında III.Konstantin ve Justinian II, mezhebi dağıtmak için iki sefer düzenlemiş, Constantine (Silvanus) taşlanarak öldürülmüştür. Constantine'den sonra Pavlikanların önderliğini 684 yılında Bizans görevlisi olarak Constantine'i öldürdükten  sonra inancını değiştirerek  Pavlikanlara katılan Symeon-Titus üstlenmiştir. 690 yılında Symeon-Titus da, Bizans görevlileri tarafından yakılarak öldürülmüştür.

            Symeon-Titus’un öldürülmesi sonrası ciddi bir bocalama dönemi geçiren meshep, 715 yılında Pavlus adlı bir kişinin önderliğinde Phanaroea (Erbaa Ovası) yakınlarındaki Episparis adı verilen yerde yeniden toparlanmıştır. (Yeri bilinmeyen Episparis, Hamilton-Stoyanov-2010’a göre tohum yatağı anlamına gelmekte olup mısır tarlasına yabani otlar eken kötü ekimci kabul edilen şeytanın görüntüsüne dair bir kelime oyunudur).

            Pavlus ölünce iki oğlu, Gegnesius-Timothy ile Theodore, önderlik için kavgaya tutuşmuşlar ve VIII. yüzyılın ilk yarısında hareketin lideri olan Gegnesius, İmparator III. Leon (717–741) tarafından İstanbul'a çağrılarak sorgulanmak üzere Patrik’le görüşmesi sağlanmıştır. Görüşmede kendisine yöneltilen suçlamalara veya sorulara hileli cevaplar vermek veya görünürde inkar ama gerçekte her birine farklı anlamlar yüklemek suretiyle kendisini aklamaya çalışan ve bu konuda da oldukça başarılı olan Gegnesius İmparatorun sağladığı güvenceyle de Episparis'e dönerek yandaşlarını alıp Mananali’ye gitmiş ve orada Pavlikan kilisesinin ikincisini kurmuştur.

            Onun ölümünden sonra bu kez de Gegnesius'un  iki oğlu, Zachary ve Joseph-Epaphroditius arasında kavga çıkmıştır. Kısa zaman sonra Zachary ve izleyenleri Müslüman orduları tarafından yok edilince, tüm Pavlikanlar Joseph'in önderliğinde birleşmişlerdir.

            Joseph'ten sonra başa geçen Vahan zamanında tarikat hem sayıca ve hem de etki olarak gerilemiştir. Bu dönemde ortaya çıkan Sergius-Tychius adlı bir kişi, Vahan'dan ayrılarak, harekete geçmiş ve Pavlikanlar, Vahanitler ve Sergitler olmak üzere ikiye bölünmüştür. Sergitler, kısa süre içinde başarılı olmuşlar ve rakiplerini neredeyse tümüyle ortadan kaldırmışlardır.

            III. Leo ve onu izleyen İkona Kırıcı imparatorlar ise, genellikle Pavlikanlara sempati beslemişlerdir. I. Michael, yeniden Pavlikanlara karşı şiddet uygulamasına başlamış, özellikle V. Leo, kendisinin de bir Pavlikan olduğu iddialarını yalanlamak amacıyla, Pavlikan avına çıkmıştır.

            Neocaesarea (bugünki Niksar) piskoposu ile valisi başkanlığında, Pavlikanların doğu Anadolu’daki durumlarını araştırmak üzere bir heyet görevlendirilmiştir. İmparator Michael’in fermanı uyarınca ölüm cezasını uygulama yetkisiyle donatılan bu görevlilerin uyguladığı baskı ve ağır cezalandırmalar Pavlikanları isyana sürüklemiştir. Astatoi olarak adlandırılan bir milis gücü meydana getirip soruşturmacıları öldürürmüşler, daha sonra da Müslümanların yönetiminde olan Malatya emirine sığınmışlardır. Emir onlara yerleşmeleri için Argaoun'u  (Arguvan) vermiş ve  onlar da buradan Bizans topraklarına sürekli akınlar düzenlemişlerdir (Ay, 2012).

            Pavlikanlara uygulanan şiddetin en büyüğü İmparator III. Michael (842-867) zamanında onun naibi İmparatoriçe Theodora tarafından gerçekleştirilmiştir. Theodora'nın 100 Bin'e yakın  Pavlikanı öldürttüğü ileri sürülmektedir. Bu şiddetin sonucunda Karbeas yönetiminde isyan eden Pavlikanlar kitle halinde Müslüman topraklarına göç etmişlerdir.

            Burada, önce kendilerine tahsis edilen Argaoun (Arguvan) kasabasını sonra yanı sıra Tefrike (Divriği) kalelerini de ele geçirmişler  ve Divriği merkezli bir devlet kurmuşlardır. Bizans ordusunda bir komutanken Pavlikanlara katılan ve hareketin önderliğini yapan Karbeas ve daha sonra halefi olacak olan yine eski bir ordu komutanı Khrysocheir liderliğinde Bizans topraklarına saldırılarda bulunmuşlar, Efes'e ve İstanbul kıyılarına kadar ulaşmışlardır. Bu durum İmparator I. Basil’in Tefrike’yi (Divriği) yeniden ele geçirdiği 872 yılına kadar devam etmiştir. Sonrasında, V. Constantine ve I. Johannes, Pavlikanları kitleler halinde Trakya'ya, özellikle Filibe kenti ve çevresine göçe zorlamışlar ve Slavlara karşı askeri güç olarak kullanmışlardır.           


Bizans İmparatoriçesi Theodora'nın emriyle Paulusçuluğa inanların katliamı - tarih: 843/844

(https://tr.wikipedia.org/wiki/Pavlus%C3%A7uluk#/media/Dosya:Persecution_of_Paulicians.png)

                PAVLİKANLARIN İNANCI

            Pavlikanların inançlarına göre, kötü Tanrı ve iyi Tanrı olmak üzere iki Tanrı vardır. Maddi dünyayı yaratan ve yöneten Tanrı ile tapılması gereken, ruhları yaratan göklerin Tanrısı farklıdır. Kötü tanrı  bu dünyanın yaratıcısı ve hükümdarıdır, iyi Tanrı ise gelecek dünyanın tanrısıdır. Tüm maddi varlıklar kötüdür.

             İyi tanrı etten ve kemikten bir insan olamayacağına göre İsa, gerçekten Meryem'in oğlu olamaz (Britannica, 2010). İsa'nın  bir insan olarak dünyaya geldiğini düşünen Pavlikanlar doğal olarak  onun annesi Meryem’in bakireliğini de kabul etmezler (Ay, 2012). İsa'nın yeniden doğacağına inanmazlar; İsa'nın tüm eseri yaydığı öğretisidir; İsa'ya inanmak insanı son yargıdan kurtarır; gerçek vaftiz İsa'nın sözlerini duymakla olur. Pavlikanlar haça değer vermezler, yalnızca İncil'in bir kısmına inanırlar; Eski Ahid'i kabul etmezler, İsa'yı reddettiği için Aziz Petrus'un mektuplarını dikkate almazlar ve yalnızca Luka İncili ve Pavlus'un mektuplarına değer verirler. Tüm resim ve heykellere karşıdırlar. Kiliseyi de, Kilisenin geleneklerini, dogmalarını, kurumlarını, ruhban sınıfını da reddetmişlerdir. Onlara göre herkes kutsal metinleri okuyup yorumlama hakkına sahiptir (turkiyeningercekleri.com, 2020). Pavlikanlar suyla vaftizi reddederler, çünkü su maddi evrenin bir parçasıdır. İsa'nın vaftiz emrini ise alegorik (sembollerle anlatılan metinler) biçimde ona ruhen kavuşmak olarak yorumlamışlardır (Hamilton-Stoyanov, 2010). Toplantılarını kiliselerde değil, proseuchainde (dua evleri) yapmışlar, baskı altındayken inançlarını saklamanın ve hatta reddetmenin doğru olduğuna inanmışlardır (Ay, 2012). 

                PAVLİKANLAR VE ŞEBİNKARAHİSAR   

            Yukarıda kim olduklarından, tarihlerinden ve kısaca inançlarından bahsedilen Pavlikanların Şebinkarahisar tarihindeki yerleri, Sicilyalı Peter'in kitabında ortaya konulmaktadır. Sicilyalı Peter'in "Pavlikanlar Olarak da Bilinen Maniheistler'in Tarihi" isimli kitabında,  Koloneia-Şebinkarahisar ile ilgili bölüm aşağıdaki gibidir;(Hamilton-Stoyanov, 2010).

            "(…) 94. Heraklius'un torunu imparator Constantin (II. Constans 641-668 olmalı Hamilton-Stoyanov) döneminde, Ermenistan'ın Samosata (Samsat) bölgesinde, Mananalis adlı bir köyde Constantine isimli bir Ermeni doğdu. (…).

(Mananalis, o dönemde Daron Ermeni Eyaletine bağlı olan ve  şimdiki Tuzla Suyu kenarında Pavlikanların yurdu olan maruf Mananali Eyaletindedir (Özışık, 2007.)

            "101. (…) Constantine aynı zamanda Salo-anous olarak da bilinir (Silvanus adı üzerinde yapılan aşağılayıcı yakıştırma - Hamilton-Stoyanov, 2010). Mananalis'ten ayrılıp Koloneia'nın bir kastronu (köy, kasaba veya mahalle) olan Kibossa'da (Cibossa) yaşamaya başladı. Kendisinin havari  mektuplarında geçen Paul'un Makedonya'ya inançlı bir öğrenci olarak  yolladığı Silvanus olduğunu söylüyordu. (…) (Koloneia, bir Ortodoks piskoposun piskoposluk merkeziydi ve sonradan bir Armeniakon themasının  başkenti oldu  (Honigman, 1970).)

            "102. Orada yirmi yedi yıl geçirdi ve orada yaşayanların çoğunu yoldan çıkardı. (…)

            "103. Ondan bir şekilde haberi olan  imparator (İmparator IV. Konstantin 668 - 685)    Symeon adında bir elçiyi, o kötülüğün işçisinin taşlatmak ve müritlerini yola dönmek üzere  Tanrı'nın Kilisesi'ne teslim etmek (…) için yolladı ve şunlar oldu.

            "104. Symeon oraya vardı, yanına yerel archonlardan (yöneticilerden) Typhon isimli birini yanına aldı. Orada hepsini bir araya topladı ve Koloneia'nın (Şebinkarahisar) castronunun güneyine götürdü. (Başka bir çeviriye göre, Koloneia'nın güneyine götürdü).  O  alçağı takipçilerinin karşısına dikti ve onu taşlamalarını emretti. Müritleri taşları alıp arkalarına doğru fırlattılar ki, Tanrı tarafından gönderildiğine inandıkları öğretmenlerine değmesin . Bu Salo-anous (Silvanus) bir süre önce malum bir Justus'u evlat edinmişti ve  ona Maniheist sapkınlığını  öğretmişti. (…)  İmparatorluk yetkilisinin emriyle Justus yerden bir taş aldı ve (…)  taşı fırlatarak onu öldürdü (684). Atılan taşlar nedeniyle günümüzde oraya Soros (tümsek-yığın) denir. (…)

            (Burada, Constantine'in taşlanarak öldürüldüğü yazılmış ise de, taşlama ile ölümün Bizans hukuku içinde normal olmadığı,  Constantine'in geleneksel yollarla idam edildiği ve Pavlikanlar'ın kendi ilk şehitleriyle ilk Hıristiyan şehidi Stephanos arasında bir benzerlik kurabilmek amacıyla taşlanarak öldürülme hikayesini anlattıkları düşünülmektedir. Hamilton-Stoyanov, 2010)

            "106. İmparatorluk emrine binaen Symeon, Constantine'in takipçilerini inancından döndürülmeleri amacıyla Tanrı'nın Kilisesi'ne teslim etti. Ancak onlar (…) kendi inançlarıyla ölmeyi seçerek dönmeyi kabul etmediler. Onların yargılamasını yapan  (…)  Symeon ise bu ölümcül sapkınlığın bir takipçisi oldu.

            "107. (Symeon)  Daha sonra imparator tarafından geri çağrıldı ve Konstantinopolis'te üç yıl kaldı. Şeytanın eline geçmiş olarak gizli bir hayat sürüyordu.  Her şeyi ardında bırakıp kaçarak  daha önce sözü geçen Kibossa'ya geldi. Orada Constantine'in yandaşlarını topladı ve sapkınlığın varisi (lideri) oldu. Kendisine daha iyi bir isim vermek için  seleflerinin yöntemini izledi  ve Titus adını aldı. (…)

            "110. Orada üç yıl kaldı ve çok sayıda kişiyi kandırdı. Daha sonra bir anlaşmazlık belirdi ve taş atarak Constantine'i öldüren Justus'la (…)  Symeon arasındaki tartışma büyüdü. (…)

            "111. Sonunda Justus  (…) Koloneia piskoposuna giderek ona kendisi, yandaşları ve öğretisi hakkındaki her şeyi anlattı. Piskopos vakit kaybetmeden imparator Justinianus'u (II. Justinianus 685-693) bu konuda bilgilendirdi. İmparator olanları duyunca, hepsinin yakalanıp mahkemeye çıkarılmasını ve yanlışında ısrar edenlerin yakılmasını emretti. Soros (tümsek) yakınlarında büyük bir odun yığını kuruldu ve bunların tümü yakıldı (…)"

            Görüldüğü gibi, Şebinkarahisar'ın, Pavlikanların tarihinde önemli bir yeri vardır. Pavlikanlar, Constantine-Silvanus önderliğinde Şebinkarahisar'da önemli bir topluluk haline gelmişler, savaşçılıkları ile zaman içerisinde Bizans İmparatorluğunu oldukça uğraştırmışlardır. Şebinkarahisar, Pavlikanların tarih sahnesine çıkmalarının başlangıcı ve merkezidir. Koloneia, 9. Yüzyılın sonlarına kadar Pavlikanların merkezi olmaya devam etmiştir (Bryer-Wınfıeld, 2020).

            Pavlikanların da Şebinkarahisar Tarihi içinde önem verilmesi gereken insanlar olduğu ortadadır. Mezhebin kurucusu olduğu kabul edilen Constantine-Silvanus Şebinkarahisar'da öğrencilerine taşlatılarak öldürülmüş veya idam edilmiş, ikinci lider Symeon-Titus yine Şebinkarahisar'da yakılmıştır.

            Bu öykünün, Pir Sultan'ın öyküsü ile benzerliği de ayrıca dikkat çekicidir. Silvanus'un Pir Sultan olduğu, Kibossa'nın da Sivas olduğu ileri sürülmüş (Çınar, 2009)  ve bu iddia, "kod adını Hıristiyanlığın büyük misyoneri St. Paul’ün adamı Silvanus’tan alan Constantine, Hıristiyan bir düalisttir. Şebinkarahisar’da kilise kurmuştur. Erdoğan Çınar onu Alevi, ocak kurucusu, sözlü kültürün kurucusu ve kurumlaştırıcısı olarak anlatmaktadır" (Öztürk, 2010) şeklinde eleştirilmiş ve tepki ile karşılanmıştır. 

            KİBOSSA BİROĞUL MU?    

            Günümüzdeki Biroğul Mahallesi olarak bilinen bölge Kibossa olabilir mi?

            Pavlikanların ilk merkezi olan Kibossa'nın yeri henüz tespit edilebilmiş değildir ve neresi olduğu bilinmemektedir ancak yeri tartışmalıdır. Koyulhisar olabileceğini söyleyenler olduğu gibi, Sisorta da olabileceği, ancak "Kibossa Kalesi"nin Koloneia'nın çevresindeki dağlarda aranması gerektiği ifade edilmektedir (Bryer-Wınfıeld, 2020).

            Bu çalışmada ise, salnamede yer alan bir isimlendirmeden ve Sicilyalı Peter'in anlatımından hareketle, Kibossa'nın Biroğul Mahallesi Altın tepsi mevkiinde olabileceği değerlendirilmektedir. 

            1888 tarihli Sivas Salnamesi'nde Karahisar'ı Şarki'den "(…) esasen bu kasabada şimdikinin bir saat canib-i şarkisinde kain Çatal Göl civarında Altun Tepesi denilen mahalde idi ki rivayet-i sahiheden ve ol-vakt bunun (Kifotya) namıyla yad olunduğu (…)"  (Selvitop, 2004) şeklinde bahsedilmektedir.

    


                                      1888 Tarihli Sivas Salnamesi Karahisar-ı Şarki sayfası  

                                (Kaynak: Ayten Selvitop,  -Yüksek Lisans Tezi, Kayseri 2004)

        Çatalgöl ile Biroğul mezarlığı arasında kalan saha günümüzde Altıntepsi olarak bilinmektedir. Tapu kayıtlarında da Altın Tepsi mevkisi olarak geçen bu yer, vakfiyede Çatal Göl civarında olduğu belirtilen ve Altun Tepesi adı verilen yer ile aynı yerdir.  Sözcüklerin dilden dile aktarılırken değişikliklere uğrayabildiği bilinmektedir. İsimlerin dilden dile geçerken uğradığı bu tür değişiklikte kaynak ve hedef dilin fonetiği kadar, aracılık eden dillerin fonetiği de önemli bir rol oynamaktadır (Altunbaş, 2020). Örneğin Koloneia ismi Araplarca Kaluniya, Selçuklularca Kögonya,  Kuguniya veya Keygune olarak telaffuz edilmiş ve uzun süre de kullanılmıştır. Yine, 13. yüzyılda Avrupalılar Şebinkarahisar'ı Harsar ismiyle tanımlamışlardır (Turan, 2011). Nitekim, Bizans'ta "Paulician" şeklinde yazılan Pavlikan sözcüğü Arapça'da "Beyalike" ve "Beylikan" şekline dönüşmüştür.

                                                

                            

                   Salnamede geçen ve Kifotya olarak çevrilen (Murat Dursun Tosun tarafından yapılan başka bir çeviride sözcük Keyfuniye olarak çevrilmiş ve Kifotya olarak da çevrilebileceği ifade edilmiştir) ve telaffuz edilen sözcüğün Kibossa'nın Türkçe telaffuz edilirken değişikliğe uğramış hali olduğu kabul edilebilir ki, bu durum, bu çalışmada ele alınan "Biroğul Kibossa mıdır?" sorusuna götüren olgudur.  

            Diğer yandan, Sicilyalı Peter, kitabında Kibossa'nın, Koloneia'nın bir kastronu olduğunu, Symeon'un Silvanus ve müritlerini Koloneia'nın kastronunun güneyine götürdüğünü belirtmektedir. Başka bir çeviriye göre, "Koloneia'nın güneyine götürmüştür."

            Kastron sözcüğü bugün köy, kasaba veya mahalle olarak çevrilmektedir. Ancak, Bizans döneminde surlarla çevrili şehirleri ifade ederken kullanılan terimdir. Bu terim ile birlikte 7. yüzyıl boyunca varlığını sürdüren kentsel yerleşim merkezleri yerlerini "kastron"lara bırakır. Antik Romalılar tarafından ise askerî savunma amaçlı olarak etrafı çevrilmiş araziler ya da binalar için kullanılan isimdir (Wikipedia 2021). Zamanla, kastron terimi şehri bir bütün olarak ifade etmeye başlamıştır (oxfordreference.com, 2021). Biroğul mezarlığında bulunan bir duvar kalıntısı Bizans dönemi ile ilişkilendirilmiştir (Bryer-Wınfıeld, 2020) .

            Altın Tepsi veya Altın Tepesi ilçe merkezinin ve Koloneia Kalesi'nin güney doğusunda yer almaktadır, salnamedeki gibi yaklaşık bir saatlik bir mesafededir.          

            Buna göre, Biroğul mahallesinin Altıntepsi mevkiinde geçmişte var olduğu ifade edilen yerleşimin Kibossa olması kuvvetle muhtemeldir. Salnamedeki isimlendirme ve Sicilyalı Peter'in anlatımları ile Biroğul mahallesinin konumu örtüşmektedir.

            Bugün bu bölgede bir sur veya yerleşim kalıntısına veya tarihi esere rastlanamamasının nedeni geçmişte Çatalgöl ve Oynargöl'ün de meydana gelmesine neden olan büyük bir heyelanın yaşanmış olmasıdır (Uluğ, 1975). Heyelan bugün dahi, hafif de olsa bölgede varlığını sürdürmektedir. Ancak, 1975 yılında tarla sürülmesi esnasında tarihi eser kalıntıları çıkarılmış olması bu bölgede bilimsel araştırma ve arkeolojik kazı yapılması gerekliliğini ortaya koymaktadır. 



                         Şebinkarahisar (Koloneia) ve Biroğul  (Google Earth)

            SONUÇ VE TARTIŞMA

           Biroğul'un Kibossa olması neden önemlidir?

            Biroğul'un Kibossa olması, Şebinkarahisar'ın Bizans ve Hristiyan tarihi açısından önemli bir yer olduğunu ve tarih ve din turizmi kapsamında değerlendirilebileceğini bize düşündürmektedir.

            Daha önce yayınladığımız çalışmalarda ileri sürdüğümüz, Güneygören'in Hititler döneminde yaşayan Azzililerin başkenti Dukkamma ve Bayramköy'ün Roma İmparatorluğu'nun önemli şehirlerinden Nikopolis olarak kabul edilmesi ve bunların Şebinkarahisar için çok önemli bir tarih turizmi öğesi olabileceğine dair iddialarımız, Biroğul'un Kibossa olabileceği iddiası ile de devam ettirilmektedir.

            Şebinkarahisar'ın tanınırlığına katkı sağlamak amacı ile İsola (Güneygören), Bayramköy, Kale ve Biroğul Altıntepsi'de arkeolojik kazı çalışması başlatılmalı, Hristiyanlar için çok önemli bir merkezler olan Nikopolis (Bayramköy), Kibossa (Biroğul)  ve Meryemana Manastırı ile Taşhan, Fatih Camii ve çevresi, Behramşah Cami, yerel özellik ve ürünler ile birlikte bir bütün olarak ele alınıp turizm alanında pazarlanmalıdır.  

            Kısacası, Dukkamma-Hitit/Azzi, Nicopolis-Roma, Koloneia ve Kibossa-Bizans, Keygune-Selçuklu, Karahisar-ı Şarki-Osmanlı şeklindeki süreç ile Şebinkarahisar'a önemli bir turizm merkezi niteliği kazandırılabilir. 

KAYNAKLAR

  1- http://www.turkiyeningercekleri.com/1w2o3r4d5p6r7e8s9s0/paflikyanlar-paulicians/ ( erişim  29.01.2020)

  2- http://understanding-our-past.blogspot.com/2011/04/paulicians-timeline-map.html ( erişim   01.02.2020)

  3- https://www.britannica.com/topic/Paulicians#ref159519  ( erişim  01.02.2020)

  4- https://www.britannica.com/biography/Constantine-Silvanus ( erişim  01.02.2020)

  5- https://en.wikipedia.org/wiki/Paulicianism  ( erişim  01.02.2020)

  6- https://en.wikipedia.org/wiki/Constantine-Silvanus ( erişim  01.02.2020)

  7- https://www.geni.com/people/Constantine-Silvanus/6000000036728670251 ( erişim  01.02.2020)

  8- Janet Hamilton - Bernard Hamilton - Yuri Stoyanov, Bizans Döneminde (650-1405) Hristiyan   Düalist Heretikler, Çeviren Leyla Kuzucular, Yurt Kitap-Yayın, Ankara 2010 (Bu kitabın Barış  Baysal çevirisi ile Kalkedon Yayınları tarafından 2010 yılında yayınlanan diğer bir nüshasından da yararlanılmıştır.)

  9- Nina G. Garsoian, The Paulician Heresy, , Paris 1967

10- Sakin Özışık,  Ortaçağ Hristiyan Heresi Gruplarından Pavlikanlar, Yüksek Lisans Tezi,  Sivas 2007

11- Resul Ay,  Bizans’tan Osmanlıya Anadolu’da Heterodoks İnanışlar: ‘Öteki’ Dindarlığın Ortak  Doğası Üzerine (650–1600), , OTAM, 31/Bahar 2012

12- Ernst Honigman,  Bizans Devletinin Doğu Sınırı, Çeviren Fikret Işıltan, İstanbul 1970

13- Ayten Selvitop,  Hicri 1288 (M.1871) ve Hicri 1306 (M.1888) tarihli Sivas Vilayet Salnamelerinin Günümüz  Harflerine Çevrilmesi ve Mukayeseli Değerlendirilmesi,    Yüksek Lisans Tezi, Kayseri 2004

14- Antyony Bryer - Dawid Winfield, Karadeniz'in Ortaçağ Dönemi Eserleri ve Topoğrafyası, çeviren

       İsmail Köse, TTK yayını, Ankara 2020

15- Ahmet D. Altunbaş, https://twitter.com/Ricoldus/status/1329449418270142464 (erişim 10.12.2020)

16- Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, Ötüken Yayınları, İstanbul 2011

17- Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, Ötüken Yayınları, İstanbul 2011

18- Ünal Öztürk, Papaz Silvanus’u Pir Sultan Abdal Olarak Sunan Bir Yazar, http://www.aleviforumu.com/18525-papaz-silvanusu-pir-sultan-abdal-olarak-sunan-bir-yazar.html    (erişim 17 Temmuz 2010)

19- https://baydin2.blogspot.com/2018/03/sebinkarahisarin-tarih-turizmi.html

20- Şebinkarahisar Tarihi, Yeni Şebinkarahisar, 4 Mart 1975, Koloneia Dini Bölgesi İle  Nikopolis’in  Tarihi ve Folkloru, Atina  1964'dan çeviren  İ. Hakkı  Uluğ

21- Ana Britannica, C. 17, Ana Yayıncılık, İstanbul, 2000

22- Georg Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, çeviren Fikret Işıltan,TTK Yayını, Ankara 2011

23- Mehmet Çoğ, İslam Bizans İlişkileri Bağlamında Pavlikanlar Üzerine Bir Değerlendirme,

       Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 13:2, 2008

24- Erdoğan Çınar,  Aleviliğin Kayıp Bin Yılı, Kalkedon yayınları, İstanbul 2009

25- https://tr.wikipedia.org/wiki/D%C3%BCalist_kozmoloji (erişim 04.01.2021)

26- https://islamansiklopedisi.org.tr/seneviyye (erişim 04.01.2021)

27- https://tr.wikipedia.org/wiki/Kastron

28- https://www.oxfordreference.com/view/10.1093/oi/authority.20110803100030957   erişim 04.01.2021

29- https://www.researchgate.net/figure/The-hypothesised-Byzantine-kastron_fig3_260389801


onu ile bağlantılı linkler

https://baydin2.blogspot.com/2018/03/sebinkarahisarin-tarih-turizmi.html

https://baydin2.blogspot.com/2014/02/guneygoren-koyu-dukkammam.html

https://baydin2.blogspot.com/2013/02/yerel-tarih_23.html

https://baydin2.blogspot.com/2013/02/yerel-tarih_1101.html

https://baydin2.blogspot.com/2013/03/silvanus.html