9 Kasım 2023 Perşembe

Yabancı Seyahatnamelerde Şebinkarahisar - VIII

 

ALMAN SEYYAHLAR ANDREAS DAVID MORDTMANN VE HEINRICH BARTH’IN

                                                GÖZÜNDEN ŞEBİNKARAHİSAR

               Giriş

            Bu çalışmada, Alman Şarkiyatçı Andreas David Mordtmann ve Alman Kaşif Heinrich Barth’ın, anlatımlarına yer verilerek, 1858 yılındaki Şebinkarahisar’ın mevcut durumu ortaya konulmuştur.

            Alman Şarkiyatçı Andreas David Mordtmann ile Almanya’nın Afrika kaşifi Heinrich Barth, Barth’ın girişimi ile (Barth, 2017), 1858 yılında Trabzon’dan Üsküdar’a birlikte yolculuk yapmışlardır. Heinrich Barth bu yolculuğu “Reise von Trapezunt: Durch die Noerdliche Halfte Klein-Asiens nach Scutari im Herbst 1858” adıyla 1860 yılında yayınlamıştır. Andreas David Mordtmann’ın bu seyahatte tuttuğu notlar, kendisi tarafından değil, Osmanlı uzmanı tarihçi Franz Babinger tarafından 1925 yılında bir Alman süreli yayını olan Das Ausland dergisinde A.D. Morthmann’ın hayatının ve yazılarının ele alındığı “Mordtmann, A.D. d.Ä.: Anatolien: Skizzen und Reisebriefe aus Kleinasien (1850 - 1859)” başlığı ile yayınlanmıştır (Herzog, 2010).

            Bazı seyyahlar gezilerinde kendilerinden önce aynı güzergahı kullanan seyyahların anlatımlarından da yararlanmışlardır. Andreas David Mordtmann da notlarında, 1851 yılında Bağdat’tan İstanbul’a gelen ve tekrar geri dönen Mahmut Efendi’nin doğu seyahatleri bilgilerini notlarına eklemiş ve zaman zaman da yol arkadaşı Heinrich Barth’ın görüşlerini dile getirmiştir (Mordtmann-Babinger, 1925). Heinrich Barth da, kitabında sık sık Andreas David Mordtmann’ın anlatımlarına ve görüşlerine yer vermektedir.

            Bu çalışmada seyahatnamelerine yer verilen seyyahlar 5 Kasım 1858 Cuma günü Karahisar’a gelmişler, 6 Kasım 1858 Cumartesi günü, kaleyi ve günümüzde Bağlar adı verilen Avutmuş, İkioğul, Biroğlu ve Kırkgöz Mahallelerini gezmişler, Akbudak Mahallesi üzerinden şehire dönmüşlerdir. 7 Kasım Pazar günü de Karahisar’dan ayrılarak Suşehri üzerinden yollarına devam etmişlerdir.

            A.D. Mordtmann, notlarında, “Şebin” sözcüğü ile Karahisar’ın antik çağlardaki yeri, konumu ve ismi üzerine görüşlerini, antik dönem tarih yazarlarından, kendisinden önce bölgeye gelen seyyahların anlatımlarından da alıntı yaparak, ayrıntılı ve eleştirel olarak dile getirmiştir. A.D. Mordtmann’ın görüşleri, bir bürokrat olarak uzun yıllar Osmanlı idaresinde yer almış olmasından dolayı ayrıca önem taşımaktadır.

            Seyyahların Karahisar’a geldiği 1858 yılında Abdulmecit padişahtır. 1853 yılında başlayan ve Kırım Savaşı adı verilen Osmanlı-Rus savaşı 1856 yılında sona ermiş ve Islahat Fermanı yayınlanmıştır. Yönetim açısından bakıldığında seyyahların ziyaret ettiği 1858 yılında, Karahisar Trabzon’a bağlıdır (Sezen, 2017).             
 

Andreas David Mordtmann

            Alman Şarkiyatçı Andreas David Mordtmann, (1811-1879) yılında Hamburg’da doğmuş ve maddi olarak zor şartlar altında yetişmiştir. Büyük ölçüde kendi kendini yetiştirmiş bir kişilik olarak değerlendirilmektedir. Lise öğrenimini bile tamamlayamamasına rağmen, 1845 yılında İslam coğrafyacısı Ebu İshak el-İstahri’nin Coğrafya (Kitâbü’l-Mesâlik ve’l-memâlik) kitabını Almanca’ya çevirmiş ve kendisine Kiel Üniversitesi tarafından fahri doktora ünvanı verilmiştir (Herzog, 2010). Aynı yıl İstanbul konsolosluğuna tayin edilmiştir. 1860’ta yeni kurulan Ticaret Mahkemesi’nde hâkimlik yapmaya başlamış, 1871 yılında Mahmut Nedim Paşa tarafından azledilene kadar bu görevi sürdürmüştür. 1872-1873 yılları arasında İstanbul’da yayımlanan Alman taraftarı Phare du Bosphore gazetesinin yayın müdürlüğünü ve başyazarlığını yapmıştır. 1877’de Maarif Nâzırı Münif Paşa tarafından Mekteb-i Mülkiyye’nin coğrafya hocalığına tayin edilmiş, 1879 tarihinde İstanbul’da ölmüş ve Feriköy Protestan Mezarlığı’na gömülmüştür (Herzog, 2010; Görgün, 2020).           

            Kırım Savaşı (1853-1856) ve 93 Harbi (1877- 1878) arasında Osmanlı İmparatorluğu’nun durumu üzerine anonim olarak yayınladığı makalelerin derlemesi, bir Avrupalı’nın gözünden zamanının en önemli kaynaklarından biri olarak değerlendirilmektedir (Herzog, 2010). Bunlar, haber olmaktan öte bir Alman diplomatın gözüyle Osmanlı Devleti’ndeki gelişmeleri tasvir etmesi açısından tarihî bir kaynak olarak oldukça önemlidir (Görgün, 2020). A.D. Mortdmann, Anadolu’nun çeşitli yerlerini gezerek gördüklerini geniş bir şekilde kaydetmiş, özellikle mevcut yerleşim merkezlerinin antik dönemle olan bağlantılarını ortaya çıkarmaya, eski adlarını tespit etmeye ve buralarda yaşayan insanların dinî, etnik ve ekonomik durumlarını açıklamaya önem vermiştir (Görgün, 2020).  

                                              


                                                A.D.Mortdman (Kaynak TDV İslam Ansk.)
          

              Heinrich Barth

Heinrich Barth, (1821-1865), Alman coğrafyacı ve Afrika'nın en büyük kaşiflerinden birisidir. Berlin Üniversitesi'nde klasikler üzerine eğitim alan Barth, Fransızca, İspanyolca, İtalyanca, İngilizce ve Arapça dillerini akıcı bir şekilde konuşabilen yetkin bir dilbilimcidir (URL-1) ve Afrika'yı keşfeden en önemli Avrupalı kaşiflerinden biri olarak kabul edilmektedir. Halkların sözlü tarihini anlayan ilk Avrupalılardan olan Barth, bölgenin sözlü tarihiyle alakalı pek çok bilgi toplamıştır (URL-2).

1845 yılı Ağustos ayında Kuzey Afrika'yı boydan boya aşarak Mısır, Sina Yarımadası, Filistin, Suriye, Anadolu ve Yunanistanı gezmiş, 1847'de Hamburg'a dönmüş ve bu seyahatlerindeki izlenimlerini 1849 yılında Wanderungen durch die Küstenlander des Mittelmeeres (Akdeniz'in Kıyı Ülkelerinde Yolculuk) adlı kitabında yayınlamıştır. 1850-55 yılları arasında Sudan, Kamerun, Çad Gölü, Timbuktu ve Batı Afrika’yı dolaşmış, yine izlenimlerini Reisen und Entdeckungen in Nord und Centralafrika (Kuzey ve Orta Afrika Seyahatleri ve Keşifleri) adıyla 5 cilt halinde yayınlamıştır. Yaklaşık 3500 sayfalık bu eser tarihçilerin hala çok yararlandığı bir eserdir (Barth, 2017). 

                                                

                                                        Heinrich Barth (Kaynak   wikipedia)

            Karahisar’a Geliş Güzergahı

            Seyyahlar, Fransızlara ait Sully isimli bir gemi ile 25 Ekim 1858 günü İstanbul’dan hareket  ederek Trabzon’a gelmişler, Trabzon’da bir süre kaldıktan sonra Karahisar üzerinden karayoluyla tekrar İstanbul’a dönmek için yola çıkmışlardır. Trabzon, Torul (Ardasa), Torul’un Dibekli Köyü (Kodil), Şiran’a bağlı Erenkaya (Uluşiran) Köyü güzergahını izleyerek Karahisar-ErzurumYolu’na ulaşmışlardır. Daha sonra, birbiri üzerine konmuş tahtalardan yapılmış yaklaşık 100 evden oluşan  Alucra Fevzi Çakmak (Zıhar – Ssycheri Tekkesi - Zychari tekkesi) (Mordtmann, 1925) Köyünden geçmişler, yollarını kaybetmiş ve Mordtman’ın deyimi ile 50 evi olan Alucra’nın Zil (Aktepe) Köyünde gecelemişlerdir. 

            Seyyahlar bu olayı; “…5 Kasım Cuma, sabah saat 6 civarı kalktık, şehir yoluna ulaşmak için 15 dakika atlarla ilerledik. Yol üzerinde Erzurum’dan Karahisar’a giden bir çok kervan geçiyordu…” (Mordrtmann, 1925). “…Ertesi günü, tepenin yamacından yukarı doğru tırmanırken, ne kadar zor bir yolu aşmış olduğumuzun farkına vardık. Bulunduğumuz yerleşim, Erzurum' dan gelen yolun üzerinde ve dik bir yamacın tepesindeydi. Sabahın erken saatlerinde bile yol çok hareketliydi. Ağır yük taşıyan katırlardan oluşan uzun bir kervan yolda ilerlemekteydi. Biz de hemen köyden ayrılıp bu yola ulaşmak için yamaçtan indik...” (Barth, 2017). “…Burada çok kuraklık vardı. Tıpkı diğer yolculuklarda rastladığımız gibi hiç ot, bitki yoktu. Ağaçlar ve yeşillikler dağların eteklerinde kalmıştı…” (Mordtmann, 1925) şeklinde anlatmaktadırlar.

 

            Alişar

            Yine seyahatnamelerde yer alan ve bir sonraki gün Zil köyünden itibaren seyyahların yaşadıkları kendi kalemlerinden şu şekide ifade edilmiştir. “Zil’den itibaren çok dağlık bir araziden geçtik, kah dik tepelere tırmanarak, kah yokuşlardan inerek, uçurumların kenarından geçerek bir saatten fazla yol aldık ve sonunda Kelkit Çayı'nın önemli bir kolunun geçtiği bir vadiye ulaştık. Burada arazi farklı şekiller gösteriyordu. Özellikle düzlük halindeki vadinin sağ tarafındaki tuhaf biçimli bir tepe dikkatimizi çekti. Bu tepenin bir sürü sivri kayadan oluşan doruğunda ziyaret yeri olarak bilinen bir şapel bulunuyordu. Tepenin eteğinde derin bir vadiyle çevrili düzlükte güzel işlenmiş bahçeler uzanıyordu. Etraftaki korunaklı yerlerde birçok köy bulunuyordu. Daha ötede, Kelkit Çayı'nın aktığı vadinin ötesindeki oldukça dik yarın üzerinde Karahisar bölgesine ait ilk şap ocağını gördük…” (Barth, 2017). “…Saat 8.20’de yolun sol tarafında bulunan ve ismi “Alisher” olan toplu köylerin olduğu yerlere geldik…İlerde Karahisar’ın maden kayalıkları görülmeye başlamıştı...Saat 8.52’de eski bir han köprüsü olan Kelkit Çayı’ndan geçtik ve oradan Mütesellim Dağı’nın zirvesine saat 09.50’de ulaştık…” (Mordtmann, 1925). A. D. Mordtmann’ın kaynak aldığı Mahmut Efendi ise notlarında Alişar’ı“…bu köyde çoğunluğu Müslüman olan tahmini 90 ev var. Evlerin yanında tıpkı dağa benzeyen tepeler var. Köyde cuma günleri ibadet ettikleri bir cami var. Bunun dışında ne çarşısı ve ne de hamamı var...” şeklinde anlatmaktadır.

            A. D. Mordtmann, Alişar’ın çevresinde “Ispaha Mahallessi”, “Türschü-Köi” ve “Uerssalar” isimli köylerden de bahsediyor. Bu köylerin “Ispaha Mahallessi”nin Sipahi ve “Türschü-Köi”nün de Turpçu köyleri olması mümkün. Ancak “Uerssalar” ismi ile bilinen hangi köyün kastedildiğini anlamak mümkün olamamıştır. Yine “Alisher”in de Alişar Köyü olduğu açıktır. Mordtmann’ın anlatımında geçen “…eski bir han köprüsü olan Kelkit Çayı…” olarak bahsedilen derenin Alişar Deresi, han köprüsünün de Alişar ile Güneygören arasında ve köy halkının anlatımına göre yanında han da bulunan, sel ile yıkılmış olup bugün bulunmayan köprü olması oldukça büyük bir olasılık gibi görünmektedir.

 


Alişar Köyünün Kapaklı Mahallesinden Güneygören Köyü Karahasan Gediği (fotoğrafın üst ortasında)             ve  Erzurum/Trabzon yoluna (fotoğrafın sağ alt tarafında bulunan yol) bakış (Eylül 2022)

            Mütesellim Dağı

            A. D. Mordtmann da, daha önceki çalışmalarıma konu olan seyyahların anlatımlarında da ismi geçen Mütesellim Dağı’ndan “…Dağın şehre bakan kısmı çok sert ve zirveye doğru dik görünümdeydi. Karahisar halkından hala dillerde dolaşan destansı hikayeler duyuyorduk. Karahisar’ın bir mütesellimi çevresindekileri toplayıp eğlendirmek için o tepeye gitmişlerdi ama tepe bir anda çökünce hepsi altında kalmış. O tarihten bu yana o dağın adı Mütesellim Dağı idi…” şeklinde bahsetmektedir.

            A. D. Mordtman’ın da dile getirdiği bu söylence daha önce aynı yolu kullanan seyyahların anlatımlarından biraz farklıdır. Örneğin İskoçyalı sanatçı, yazar, diplomat ve gezgin Robert Ker Porter, 1817-1820 yıllarında yaptığı gezilerini anlattığı seyahatnamesinde “…Bu dağın adı, rivayete göre, aşırı yağışların olduğu bir mevsimde ülkenin batısını istila etmek için bu geçit boyunca yürüyen bir Trabzon kralının ordusunun tamamının üzerine düşen toprak kayması nedeniyle türetilmiştir” demektedir (Porter, 1822). Yine, İngiliz Arkeolog John George Taylor, seyahatnamesinde, “…Bize yakın olan Mutsellim Batran (Müsellim Batıran) Dağı bir Mutesellim ve ekibinin oradan geçerken bir toprak kayması tarafından yok edilmesinden geliyordu. Tabanının etrafındaki arazi, yeraltı kaynaklarının sürekli filtrelenmesinden dolayı hala tehlikeli bir bataklıktır...” demektedir (Taylor,1868). İngiliz Doğu Bilimci ve diplomat Sir William Ouseley’in seyahatnamesinde ise “… Musellim dağı veya "valinin tepesi" olarak adlandırılan bir dağı geçtik; burası böyle adlandırılıyordu çünkü iki veya üç eşi, birkaç çocuğu ve hizmetçisiyle birlikte seyahat eden yüksek rütbeli bir Türk yargıç, ayaklarının altındaki toprağın yarılması ve aniden suyla dolması sebebiyle burada ölmüştür…” şeklinde bir ifade yer almaktadır. (Ouseley, 1823).


                                                         

                                                Mütesellim Dağı (Kasım 2023) 

            Karahisar

            Seyyahlar yolculuklarının devamını şu şekilde anlatmışlardır; “…Bir süre killi toprakta büyük güçlüklerle bayır aşağı indikten sonra, yeniden büyük kavisler çizerek yokuş yukarı tırmanmaya başladık. Arazi çok çoraktı ve buralarda tarıma uygun alanlar yoktu. Her taraf irili ufaklı taşlarla kaplıydı. 70 dakikada tepenin doruğuna ulaştık ve kuzeye doğru baktığımızda yalçın kayaların arasındaki derin bir yarığın içinde bu yörede bulunan dört şap ocağının ikincisini gördük. Batı, (daha doğrusu güneybatı) yönüne doğru baktığımızda, vadinin karşı yakasındaki yamacın tepesinde, sivri çıkıntılar halindeki doruğun kuzeydoğuya bakan eteğinde, yolculuğumuzun bundan sonraki ilk hedefi olan Karahisar göründü. Buradan itibaren bir saat boyunca yokuş aşağı indik ve aşağılarda yeniden Karahisar'ın güneyinden dolanan Kelkit Çayı'nın üzerinden geçtik. Irmak buralarda gürüldeyerek kayaların üzerinden aşmaktaydı…” (Barth, 2017). “Saat 11 ‘de Mütesellim Dağı’nın sağ tarafından kıvrılan Kelkit Çayı’ndan geçtik. Burdan itibaren Karahisar’ın girişindeki evlere ulaşmaya başlamıştık. Bu yer iki dağ arasında idi, Karahisar’a ulaşıp yerleştiğimizde saat 1’di.” (Mortdmann,1925)

A.D. Mortdmann’ın izlenimlerini paylaştığı Mahmut Efendi ise Mütesellim Dağı ile Karahisar arasındaki yolu anlatırken “…o kadar yükseğe çıktık ki nerede ise güneşin boynuzlarına dokunabileceğimi sandım, sonra aynı şekilde öyle bir aşağı indik ki bu sefer de boğanın boynuzlarına dokunabileceğimi sandım. Aynı zamanda yolda daha önce bu bölgede hiç görmediğim zirvesi karla kaplı dağ gördük, sonra büyük bir ırmaktan geçtik. Buradaki evlerin hepsi gördüğüm kadarıyla odundan yapılmış … İki ırmaktan geçtik ve ikisinde de köprünün tam ortasında durduk. İkinci köprüde odundandı fakat büyük taşların üzerine yapılmıştır…” (Mortdmann, 1925) demektedir.

            “…Biz kente doğru ilerlerken, önümüzde aşmamız gerek dik bir yokuş vardı. Burada geniş bir alana yayılmış olan bahçeleri görünce içimiz açıldı. Ama bu bahçeleri yakından incelemeye ancak ertesi günü fırsat bulabildik ve o zaman anladım ki, burayı daha önce gezip görmüş olan seyyahların, kenti ve bahçeleri birbirinden ayırmadan anlatmaları nedeniyle, çizdikleri tablo yeterince açık ve belirgin değil. Kente ulaşan, özellikle de Tamzara Köyü'nün öte tarafından gelen ve bahçelerin arasından geçen derenin karşı yakasındaki yolların aşın dik oluşu, bize bugün büyük zorluklar yaşattı. Üstelik de bu yollar çok kötü döşenmişti ve belki de yüzyıllardan beri onarım görmemişti. Bundan ötürü ırmak kıyısından kentin bulunduğu tepeye tırmanışımız bir saat 40 dakika sürdü. Sonunda kayıp düşmeden hedefimize ulaştığımız için Tanrı'ya şükrettik. Kentin valisine uğramak niyetinde olmamıza karşın, bu konuda acele etmedik ve fazla oyalanmadan Camlı Kahve adıyla bilinen yerde konaklamaya karar verdik. Kahveye bu adın verilmesinin nedeni, pencerelerinin camlı olması, daha doğrusu pencere boşluklarının cam izlenimi uyandıran yağlı kağıtlarla örtülmüş olmasıydı. Kahvenin odaları pek de iç açıcı değildi…” (Barth, 2017).

            Anlatımlardan, seyyahların ve A.D. Mortdmann’ın rehber aldığı seyyah Mahmut Efendi’nin, Turpçu köyünden Hacıömer köyüne ulaşan, burada bulunan ve günümüzde yıkılarak yerine HES yapılan Köse Köprüsü’nden ve Tamzara Deresi üzerindeki köprüden geçen güzergahı kullandıkları sonucuna ulaşılmaktadır. Bu güzergah, İngiliz diplomat-yazar James Justinian Morier’in, İran’ın İngiltere elçisi olarak atanan Mirza Ebul Hasan Han İlci ile birlikte 1809 yılında İran’dan İngiltere’ye yaptığı yolculukta kullandığı güzergahtır (Morier 1816). Yine Barth’ın anlatımında geçen bugün Bağlar adı verilen bahçelerin varlığı, daha önce Karahisar’a gelen seyyahların da dikkatini çekmiştir. Örneğin Morier bu bahçelerden “…kasabayı çevreleyen ve kesinlikle Türkiye’de ya da başka herhangi bir ülkede hatırlayabildiğim en güzel noktalardan birini oluşturan muazzam tarım alanlarına ve bahçelere girdik…” şeklinde bahsetmiştir. (Morier, 1816). 

            Şehir

            “…Hava çok yağmurlu olduğundan, öğleden sonra sadece şehir içinde kısa bir gezinti yapabildik. Aslında zaten ilginç bir kentle karşılaşacağımızı ummadığımız halde, kentteki cansızlık bizi tam bir hayal kırıklığına uğrattı. Pazar yerinde bile bir hareketlilik yoktu ve kent çöküş halinde olduğuizlenimini uyandırıyordu. Özellikle camilerin çevresindeki sessizlik bu duyguyu kuvvetlendiriyordu. Aslında hisarın bulunduğu, kentin en yüksek tepesinin yamacında birçok yeni evin inşa edilmesi, burada Osmanlıların egemen olduğunun bir belirtisiydi. Bu evler şimdilerde tercih edilen yapı tarzında, yani ahşaptan yapılmış ana iskeletin arasındaki boşlukların kerpiçle doldurulması şeklinde inşa ediliyordu. Halbuki bu dolaylarda bol miktarda taş bulunduğundan, evler taştan yapılabilirdi. Bu evler pek de sağlam görünmemekle beraber, epeyce yüksek olduklarından, çok gösterişliydiler. Dört katlı olanları bile vardı. Elbette ki pazar yerinde bol miktarda şap satılmaktaydı. Öğrendiğimize göre, burada bulunan dört şap ocağından toplam 100.000 okka şap elde ediliyormuş. (Dr. Mordtmann'ın kayıtlarına göre, sadece 36.000 okkadır - Bir okkanın karşılığı 1282 gramdır). Burada ayrıca iki bakır madeni ve 18 okka maden çıkarılan bir de gümüş madeni ocağı bulunuyor. Bize bildirildiğine göre, şap elde edilen maden ocaklarının içinde sadece yatay yönde galeriler bulunuyormuş ...” Heinrich Barth ayrıca, bu yörede canlı, hareketli bir yaşamın olmayışının, ortalıkta bir sürü işsiz güçsüz adamın dolaşmasına neden olduğunu da ifade etmektedir (Barth, 2017). Heinrich Barth’ın tespiti, dikkate alınması gereken, dört şap madeni ocağı, iki adet bakır madeni ve bir gümüş madeni ocağı bulunan Karahisar’ın o tarihteki ekonomik durumunu veya az gelişmişliğini ortaya koyan bir tespittir. Aşağıda görüleceği üzere, A.D. Mortdmann da benzer bir görüş ileri sürmektedir.           

            Kale

“…Akşam saat sekize doğru gök gürültüsüyle birlikte şiddetli bir yağmur başladı ve bütün gece sürdü. Sabahleyin hava açtığından, kendi rehberlerimizden daha deneyimli olan yaşlıca bir adamın rehberliğinde kayanın üstündeki hisara çıkmak üzere yola koyulduk. Bizi hedefimize ulaştıracak olan patika, kentten çıkıp Evliya’nın sözünü ettiği Mehmed Camii'nin arkasından dolaşarak yavaş yavaş yükseklere tırmanıyor ve sonunda kale kapısına ulaşıyor. Bu kapı ortaçağda yapılmış olan Selçuklu kale kapılarının en ilgincidir, çünkü sivri kemerli kapının üzerinde arma olarak çift başlı bir kartal figürü görülmektedir. Ama herhangi bir yazıt bulunmamaktadır. Kapının çevresi çok zarif mimari figürlerle süslenmiştir. Ne yazık ki yapmaya çalıştığım resim pek başarılı olmadığından, onu bu kitaba almadım. Bunun yerine yol arkadaşımın bu çifte-kartal hakkındaki sözlerini yazıma ekliyorum:

            A.D. Mordtmann'ın, kale ile ilgili  Heinrich Barth’ın kitabında yer alan  görüşleri şu şekildedir. “Kapının üst kısmı İslami yapı tarzına uygun bir sivri kemer biçiminde olup çeşitli süslemelerle bezenmiştir. Bunların tam ortasında çift başlı kartal şekli görülüyor. Kentin tarihi hakkında hemen hemen hiç bilgimiz olmadığından, bu kartal figürünün kaynağını da bilmiyoruz. Gerek antikçağdan, gerekse ortaçağdan kalma kentler arasında Karahisar'ın konumuna benzer bir kent tanımıyoruz. Bütün bölgede eski bir uygarlıktan kalma eser kalıntıları bulabilmek için araştırmalar yaptıksa da, hiçbir şey bulamadık. Bu çevrenin Yunanlara pek çekici görünmemiş olduğunu tahmin ediyorum, çünkü denizle bağlantısı hemen hemen yok gibi. Bizans tarihinde de bu kente dair bir ize rastlanmıyor. Buna karşın Plinius, (ı. 35. C. 52) Pontus'ta şap elde edildiğinden söz ediyor. Karahisar'ın adı; tarihte ilk kez 1473 yılında anılıyor. O tarihte Sultan i l . Mehmed, Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan'ı yendikten sonra İstanbul'a dönerken, kentin kumandanı Derab Beyin kendi özgür kararı ile kenti Osmanlılara teslim ettiği bildiriliyor. Akkoyunlu beylerinin bu yöreyi nasıl ele geçirdikleri konusunda bilgi edinemedim. Tahminime göre burayı, bölgede egemenlik kurmuş olan Danişmend sülalesinden ve onlar da Selçuklulardan almışlar. Ama Selçukluların armasındaki figürler aslan ve güneştir. Danişmend sülalesini temsil eden figür hakkında bir bilgimiz yok. Zaten Akkoyunluların onlara ait bir simgeyi koruyacaklarını da tahmin etmiyorum. Demek ki bu çift başlı kartal gene bu sonuncu sülaleye ait olmalı. Bu kartal amblemi, biçimi bakımından daha çok Rusların eski dönemlerine ait kartal figürüne benzemektedir.”

            Heinrich Barth’ın kale ile ilgili anlatımı şu şekilde devam etmektedir. “…Surların kente bakan tarafı henüz oldukça sağlam durumda. Sanırım daha önce de surların bu kısmı birbiriyle bağlantılı bir duvar oluşturmaktaydı. Ama gene de bu surlar çok yüksek değil. Bundan kısa bir süre öncesine kadar bu kalenin içinde insanlar yaşamaktaydı. Ama günümüzde burada sadece çok yaşlı bir adama rastladık. Elbette ki surların gerisinde yaşamak, zahmetli olduğu kadar masraflı da oluyor, çünkü yiyecek malzemeleri eşeklere yüklenerek yukarıya taşınmak zorunda. Günümüzde burada, kalenin içinde bulunan ve sarnıç olarak kullanılan bir oyuğa kadar uzanan yoldan başka dikkate değer bir şey göremedik. Bu kaya oyuğuna da şimdi ancak büyük güçlüklerle girilebiliyor. Evliya Çelebi'nin verdiği bilgiye göre (Cilt. i l , s. 206) bu sarnıcın girişi daha o zamanlar kullanılamayacak durumda imiş. Kanaatime göre, bu yüksek kayanın tepesinde antikçağda da bir kalenin bulunduğunu bu sarnıca ulaşan yolun varlığı kanıtlamaktadır. Ama o kalenin eski adı bilinmiyor. O zamanlardan kalma yapı malzemesinin ortalıkta fazla bulunmamasının nedeni, bu kalenin vaktiyle tamamen tahrip edilmiş olmasıdır. Biz civarı dolaşıp inceledikten sonra, kalenin en yüksek yerine çıktık. Fakat buradaki tahkimat da çok dayanıksızdı ve bu yüzden de gerçekten koruyucu bir kale olma görevini yerine getirecek durumda değildi. Büyük bir olasılıkla, burası sadece bölgeyi yönetmekle görevlendirilmiş olan kumandanın yaşadığı mekan olarak kullanılmıştır. Tahminime göre, eskiden de durum böyleydi, çünkü sarnıç girişinin bu en yüksek platformda yapılmamış olması bunu kanıtlıyor. Kalenin bu en yüksek yeri, etrafı pek sağlam olmayan bir duvarla çevrili olan, dörtgen biçiminde bir avludan ibaret ve avlunun içindeki bir kayanın dibinde sekiz köşeli bir kule bulunuyor. (Kule, Evliya Çelebi'nin bildirdiği gibi, yedi köşeli yani heptagon biçiminde değil!). Kulenin üç duvarı öndeki surun içine doğru uzanıyor. Aşağıdan bakıldığında bütün ayrıntılar seçilemediğinden, kulenin bulunduğu yere kadar tırmanmam gerekiyordu. Bu nedenle her türlü güçlüğü ve tehlikeyi göze alarak, sadece 60 cm genişliğinde olan ve döne döne duvar boyunca yukarılara çıkan, iç tarafı korunaksız taş merdivenden tepeye doğru çıktım. Ve gerçekten de zahmetime değdi, çünkü tahminime göre 1350 metre yüksekliğindeki bu gözlem noktasından, alttaki terasın birkaç noktasıyla birlikte bu çok özel konumdaki yerleşimin hemen hemen her yer yerini görüp çizebildim. Güz mevsiminin olumsuz koşullarına karşın, görünen manzara çok çarpıcıydı. Bir yanda yalçın kayalıklardan ibaret dağlar, öte yanda insan emeğiyle yapılmış bahçeler. Hiç kuşkusuz yaz aylarında, derinlerde uzanan, çıplak volkanik kayalarla çevrili vadideki bahçeler yeşil bitkilerle donandığında, bu manzara daha da görkemli olacaktır. Değirmen Dağı'nın garip biçimli zirvesinin sivrildiği sıradağların etekleri de yazın kuşkusuz güzel bir yeşile bürünür ve o dolaylardaki köyler de çekici bir görünüm kazanırlar. Ne yazık ki 500 haneden oluşan ve geniş bahçelerle çevrili büyük Tamassara (veya daha doğrusu Tamzara) Köyü buradan görünmüyor, çünkü önünü Yukssuruk Yaylası kapatıyor. Eskiden buraya gelen gezginler, çevredeki ekili alanlardan söz ederken, tümünü yanlışlıkla Tamassara diye adlandırıyorlardı…” (Barth, 2017).

                                 


                                    İç Kale ve Kule (Kaynak AA-DOKAP)

            A. D. Mordtmann ise notlarında Kale hakkında bu kadar ayrıntı vermemekle beraber, Karahisar’ın ismi ve tarihteki yeri hakkında görüşlerini dile getirdikten sonra Karahisar’da 2000 ev olduğunu, 500’ünün Ermeni ve 100’ünün de Rum evi olduğunu, Kale kapısında üzerinde bulunan çift başlı kartalın Rus kartalına çok benzediğini, Akkoyunlular prensliğine ait olduğunu, Osmanlılar bu prensliği ele geçirmeden önce burasının Selçukluların elinde bulunduğunu, Selçukluların armasında aslan ve güneş olduğunu,  armanın çevresinin kemer ile kapı arasındaki boşluğun ortasını kapladığından oraya tesadüfen konulmadığı gösterdiğini, kemerlerin şeklinin Yunan, Roma ve Bizans değil kesinlikle doğuya özgü olduğunu, aynı şeyin mimari süslemeler için de geçerli olduğunu  ifade ettikten sonra,  Mahmut Efendi’nin Karahisar hakkında verdiği bilgileri tekrarlamaktadır. “…Şarkikarahisar bir dağın zirvesindedir. Görünüş olarak Diyarbakır’dan daha güzeldir. Bahçesi olan ahşaptan yapılmış 2000 ev mevcuttur. Evlerin içi de dışı gibi ahşaptan yapılmıştır. Şehirdeki çeşmeler 25 yıldır onarılmadığı için yağmur suyundan başka bir su kaynağı da yoktur. Evlerin muhteşem salonları da yoktur. Şehrin ikisi Sultan Mehmet tarafından yaptırılmış 13 camisi vardır. Bunlardan biri de kalenin içindedir. Şehrin üç hamamı vardır ama hepsi de küçüktür. Şehrin önünde göklere uzanan ağaçlar ve bahçeler vardır...” (Mortdmann, 1925).

            Heinrich Barth’ın “…burada sadece çok yaşlı bir adama rastladık… ” şeklindeki ifadesinden Kale’de 1858’de halen kısmen de olsa yaşam olduğu anlaşılmaktadır. Gerçekten de, 1530 tarihli tahrir defteri verilerine göre Kale’de 265 personel vardır, 1642 yılında görevli sayısı ise 140’tır (Kıvrım, 2015). Evliya Çelebi, seyahatnamesinde “…Kale içinde 70 kadar ev vardır. Ama evleri dar, ahali susuzluktan perişandır. Eşeklerle ta aşağıdaki nehirden su getirirler…” diyerek Karahisar’a geldiği 1647’deki mevcut durumu ve kalede yaşamın o zaman diliminde bile ne kadar zor olduğunu anlatmaktadır. 1831 yılı nüfus sayımında Müslüman nüfus defterinde Kale mahallesinde 50 hane 129 erkek nüfus kaydedilmiştir (Kıvrım, 2015). Sözlü tarih anlatımlarında ise, Kale’nin son sakinlerinin Fazlıoğlu Süleyman, Topçuoğlu Mehmet ve Gürgür Hoca adı ile bilinen Hoca Mehmet Efendi olduğu, bunların da 1876 yılında şehre indikleri ifade edilmektedir (Özgan, 1983).

            Heinrich Barth, günümüzde yıkılmaya yüz tutmuş kale kapısı hakkında “…Bu kapı ortaçağda yapılmış olan Selçuklu kale kapılarının en ilgincidir, … Kapının çevresi çok zarif mimari figürlerle süslenmiştir…” demektedir. Gerçekten de “…iki kapıdan güney yöndeki, surlardan kale içine girişi sağlayan en anıtsal kapıdır. Kapı sağından ve solundan iki daire planlı yüksek cepheli burçla desteklenmektedir. Kapının dışa açılan cephesi düzgün iri kesme taşlarla örülmüştür. Dıştan kale kapısının eni 5.15 m.dir. Kapı, iç içe iki sivri kemer içine alınmıştır...” (Parlak, 2010).  Günümüzde yapılan araştırmalarda, kapının mimari kuruluşu, taş işçiliği, kemer tipi, kaval silmeleri açısından Ortaçağ Türk Dönemi'ne ve büyük olasılıkla da bu yüzyıllarda kaleye uzun bir süre hâkim olan ve kalede onarımlar yapılan Mengücekli dönemine ait olduğu da ifade edilmektedir (Parlak, 2010-URL3).

                         


                                    Kale Kapısı   (fotoğraf Erkal Çalık 2022)

            Çift Başlı Kartal

            Görüleceği üzere, anlatımlardaki en önemli bilgi, kale kapısında çift başlı kartal armasının bulunmasıdır. A. D. Mordtmann, Rus kartalına benzeyen bu çift başlı kartal armasının Akkoyunlulardan kaldığından emindir. Bu çift başlı kartal armasının Selçuklulardan olmayacağını, Selçukluların armalarında aslan ve güneş bulunduğunu belirtmektedir. 

             Çift başlı kartal armasından, 1807 yılında Fransa elçisi olarak gönderildiği İran’a giderken Karahisar’dan geçen Fransız seyyah Ange de Gerdane’nin seyahat notlarında da söz edilmektedir. Ange de Gerdane, seyahatnamesinde Kale’den bahsederken demir kaplı kapının üzerinde “…Avusturya imparatorluk kartalı gibi çift başlı bir kartal görüyoruz…” demektedir (Gerdane, 1809).

            İngiliz Seyyah J.G. Taylor da çift başlı kartaldan “…Bu eski yapı, sembolleri iki başlı kartal olan Selçuklular tarafından tamir ettirilmiştir ve bu iki başlı kartal figürü kalenin kapısının kemerinde bulunan bir taşta bulunmaktadır…” şeklinde bahsetmektedir (Taylor, 1868).

            A.D. Mortdmann Kale kapısı üzerinde bulunan çift başlı kartal motifin Akkoyunlulara ait olduğu ifade etmekte ise de, bir araştırmada, MÖ 2. bin yıllarından itibaren Anadolu’nun bilinen ve tanınan yerleşik bir arma motifi olduğu ve bu motifin tüm Avrupa ve Ön Asya’da benimsenip yaşatıldığı ileri sürülmektedir. Özgan, 2022, “…Hititlerde kraliyet amblemi olarak yorumlanan bu motifin aslında IV. Tuthaliya zamanında yaygınlaştığı tespit edilmiş, dönemin siyasi olayları göz önünde bulundurulduğunda ise bunun, Büyük Hitit Kralı IV. Tuthaliya ile Tarhuntassa Kralı Kurunta’yı simgelediği düşüncesi ağırlık kazanmıştır. Rusya’da çift başlı kartal Çar ile kilise dayanışmasını, birlikteliğini ve bütünlüğünü simgelerken, Avrupa’da özellikle Viyana’da çok sık ele alınan bu motifin Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun güç ve kudret birlikteliğini içeren Büyük Krallık yönetimini ifade ettiği düşünülmektedir. Çift başlı kartal, Anadolu Selçuklularında sadece MS 13. yüzyılda, yoğunlukla da Selçuklu hükümdarı I. Alaeddin Keykubad döneminin ünlü yapılarında ve sarayların duvar bezemelerinde, daha doğrusu çini sanatında uygulanmıştır. Bu motifin Selçuklularda da halifenin desteğini dolayısıyla din ve devletin güç birliğini ifade etmektedir…” şeklinde detaylandırılmaktadır.

            Çift başlı kartal motifi, Orta Asya Türk mitolojisinde koruyucu ruh olarak kabul edilirken aynı zamanda gücü, hâkimiyeti, hükümdarlığı, bilgeliği ve şansı temsil ettiği de ileri sürülmektedir (Özkul, 2019). Diğer bir görüşe göre, Anadolu Selçuklu Devleti, kökenleri Şaman kültürüne dayanan çift başlı kartal sembolünü devlet sembolü/arması haline getirmiş ve birçok alanda etkin olarak kullanmıştır (Özel, 2018). Diğer bir görüşe göre de, “… Mezopotamya, Mısır, Anadolu, İran hatta Amerika ve Uzak Doğu’da kurulmuş eski çağ medeniyetlerinden itibaren birçok devlette görülen çift başlı kartal sembolü, dünyanın en eski ikonografik öğelerinden biridir. Bu ikonografik öğenin, tarih boyunca farklı coğrafyalarda kurulan, farklı etnik, dinî ve sosyo-kültürel yapıya sahip toplumlar tarafından benimsenmesi ve gerek devlet hayatında gerekse sosyo-kültürel hayatta yer edinmiş olması dikkat çekicidir. Başta sanat tarihçileri olmak üzere farklı disiplinlere mensup araştırmacılar tarafından yapılan çalışmalar, çift başlı kartalın eski Türk inançları, Türk mitolojisi ve halk edebiyatında mevcut olan ikonografik bir öğe olduğunu ve bunun en belirgin örneklerinin Türkiye Selçukluları Devrine ait olduğunu ortaya koymaktadır…” (Göksu, 2016).

            Heinrich Barth’ın, kale kapısında herhangi bir başka herhangi bir yazıt bulunmadığını belirtmesi dikkate alındığında Kale kapısında bulunduğu belirtilen çift başlı kartal armasının “Kalenin Kitabesi” olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Bu kitabenin veya çit başlı kartal armasının ne zaman söküldüğü ve ne olduğu konusunda çeşitli rivayetler bulunmaktadır.  Kaynaklarda, “Kalenin Kitabesi”nin, Mutasarrıf tarafından bir yabancıya hediye edildiği (Özgan, 1983-URL 4), Turpçu köyünden Yorgi Haralambo Struptopulas adında bir kişi tarafından 1900’de sökülerek İstanbul’a götürüldüğü (Uluğ, 1975) ve 1896 yılında Rumlar tarafından söküldüğü, yapılan aramada Yani isimli birinin evindeki sedirinin altında bulunduğu ve Sivas Valiliği'ne gönderildiği şeklinde farklı şekillerde ifade edilmektedir (Okutan, 1944).           

            Bağlar

            “…Kayaların üstüne kurulu hisardan aşağıya inince, yörenin valisini ziyarete gittik. Vali konağı, kentin en güzel yerindeydi ve diğer evlerle kıyaslanınca hepsinden daha gösterişli ve daha bakımlıydı. Vali bizi büyük bir nezaketle karşıladı ve bize gelir gelmez kendisine başvurmadığımız, konaklayabileceğimiz bir yer önermesini istemediğimiz için sitemlerde bulundu. Gerçekten de oraya ulaştığımızı öğrenir öğrenmez, adamlarını yollayıp kendi konağında kalmamızı ısrarla teklif etmişti. Valiyi ziyaretimizden sonra hanımıza geri döndük ve dolaylardaki bahçeleri gezmek için kendimize atlar getirttik. Aslında önceki gün bahçelerin büyük bir kısmını boydan boya gezmiş olduğumuzdan, tepelere çıkış ve inişlerin çok zahmetli olduğunu da biliyorduk. Ama bugünkü gezimiz çok daha rahat geçti, çünkü dün tepelere çıkan yollar yağmur yüzünden çok kaygandı. Dere kenarındaki kahvehaneye sağ salim ulaşınca içimiz rahatladı. Burada güzel manzaraya karşı bir fincan kahve içebilmeyi umuyorduk. Ama ne yazık ki umduğumuz keyfi yaşayamadık, çünkü bu cennet köşesinin karşı tarafında bulunan bir salhaneden etrafa berbat bir koku yayılıyor ve burada vakit geçirmeyi bir cehennem azabına dönüştürüyordu. Ayrıca bize sunulan kahve de Türkiye'de içtiğim en kötü kahveydi. Sonunda burada fazla oyalanmayıp yolumuza devam etmeye karar verdik ve derenin sağ kıyısı boyunca bayır aşağı inmeye başladık. Bu akarsuyun Karahisar'daki küçük kent yaşamında çok önemli bir yeri var. Çünkü kent ile çok sıkı bağlantı halinde olan Brol ile Noertschum ve Autmusch bahçelerini birbirinden ayırıyordu. Bu bahçelerin civarlarında oturanlar, diğer bahçelerin sahipleri gibi kışın daha yukarıda bulunan kente göçmeyip, her mevsim arazilerinin içindeki bağ evlerinde kalıyorlar. Karahisar'ın bu özelliği Anadolu'daki kentlerden çok farklıdır. Yörenin halkı yazın alçaklarda bulunan bahçelere taşınırken, soğuk kış mevsimini hisarın bulunduğu dağın dibindeki kentte geçiriyor. Oysa genelde dağlık bölgelerin insanları yaz aylarında daha serin olan yaylalara taşınır ve kışın daha korunaklı olan derin vadilerdeki yerleşimlere inerler.”

 “Yolumuzun iki tarafındaki bahçeler, meyve ağaçları ve üzüm bağları oldukça bakımlıydı. Karahisar'ın üzümleri eskiden beri çok ünlüdür. Johannes Schiltberger, anılarında bu kentten, "Karasser (Karahisar) adı verilen bu bölge, üzüm bağı yetiştirmeye çok uygun bir yer" diye söz etmektedir (Neumann yayını, s. 99). Ne yazık ki bu yöreden geçen yol, belki yüzyıllarca evvel yapılmış ve o tarihten beri hiç onanın görmemiş. Bu nedenle gezimizin tadını çıkaramadık. ... Kirkes Bağçaları adı verilen en son bahçelerin batıya bakan sınırında görkemli bir giriş kapısı ile dikkati çeken bir çiftlik evi bulunuyor. Buranın sahibi olan Bektaş Bey, ülkeyi yönetenlerin kuşkusunu üzerine çektiğinden, tutuklanıp idam edilmiş.”

            “Batıya doğru uzanan tarlaların ve meraların arasında oval biçimde iki su havuzu gördük. Bunların şekillerinde kısmen doğal ortamın kısmen de insan elinin etkisi olduğu izlenimini aldım. Gezimizin devamında hisarın bulunduğu kayanın güneyini dolaştık. Burada tamamen sefalete terk edilmiş olan Sibere Köyü'nün yakınından geçtik. Köyde yaşayan Çingenelerin başlıca uğraşı elek yapmak. Daha ilerde uzanan Vaislar Bağçalarını sol tarafımızda bırakarak kente güneydoğudan girdik.”

            H. Barth, A.D. Mordtmann'ın Karahisar hakkındaki izlenimlerini de kayıtlarına eklemiştir. A.D. Mordtmann'ın bu konudaki görüşleri şöyledir. “Karahisar, askeri açıdan önemini kaybettikten sonra, bir köy-kente dönüşmüştür. Burası çevredeki çiftçilerin ürünlerini değerlendirdikleri ve araç, gereç, giyim eşyası, erzak gibi ufak tefek gereksinimlerini temin ettikleri bir merkez olmuştur. Denize ulaşmanın zorluğu, merkezi bir yerde ve işlek bir yol kenarında bulunmaması nedeniyle, yaşam alanı olarak büyük bir çekiciliği yoktur. Buradaki pazara Ermeniler ve Rumlar hakimdir. Bu insanlar, ticari yetenekleri sayesinde iyi bir maddi duruma ulaşabilmiştir. Türkler ise ya memurdur, ya da bir zanaatla uğraşırlar. Yukarıda açıklanan nedenlerden ötürü, Karahisar'da genel olarak büyük bir hareket ve faaliyet yoktur.  Kentteki gerileme belirtileri her tarafta göze çarpmaktadır, çünkü gittiğimiz her yerde dilencilere rastlıyorduk ve etrafımızı sürekli işsiz güçsüz adamlar sarıyordu. Kısacası günümüzde yerli halkın bir geleceği olmadığı belli oluyordu. Ama tümüyle bu yörenin bir geleceği olmadığı ileri sürülemez. Çevredeki zengin maden yatakları, akarsuların bolluğu, toprağın verimliliği, gelecek kuşakların umursamazlık bataklığına saplanmasını önleyecektir ve onlara zengin iş alanları sunacaktır. Gelecek kuşağın insanları, denize uzanan yollan da açmayı başaracaktır” (Barth, 2017).

            Heinrich Barth ve A. D. Mordtmann, günümüzde Bağlar adı verilen Avutmuş, İkioğul ve Biroğul mahallelerini gezmiş, Kale’nin güneyinden eski adı Ziberi olan Akbudak Mahallesinden geçerek Taş Mahallesinden şehre dönmüşlerdir.

            Gezinin başlangıcında bahsi geçen derenin Tamzara Deresi olması kuvvetle muhtemeldir. Çünkü, “kent ile çok sıkı bağlantı halinde olan Brol Bahçeleri ile Noertschum ve Autmusch bahçelerini birbirinden ayıran” ve “Karahisar'daki küçük kent yaşamında çok önemli bir yeri” olan derenin sağ kıyısından ilerleyerek bahsi geçen mahallelere ulaşmışlardır.

            Anlatımda geçen “Brol Bahçeleri” Biroğul olarak, “Noertschum” Norşun olarak ve “Autmusch” da Avutmuş olarak okunmaktadır. Norşun mahallesi, günümüzdeki İkioğul mahallesi olarak bilinmektedir. Heinrich Bart’ın, bu mahallelerine ilişkin “…Bu bahçelerin dolaylarında oturanlar, diğer bahçelerin sahipleri gibi kışın daha yukarıda bulunan kente göçmeyip, her mevsimde arazilerinin içindeki bağ evlerinde kalıyorlar. Karahisar'ın bu özelliği Anadolu'daki kentlerden çok farklı...” şeklindeki tespiti bugün için de geçerlidir. Bağlar olarak adlandırılan mahallelerde oturan ilçe halkının bir bölümü de, yine Barth’ın deyimi ile “yazın alçaklarda bulunan bahçelere taşınırken, soğuk kış mevsimini hisarın bulunduğu dağın dibindeki kentte geçiriyor”

1835-1845 yılları arasında Karahisar’ın merkez mahallelerindeki Müslüman nüfusu içeren deftere göre, Norşin mahallesinde 70 hane 333 erkek nüfus, Biroğul Mahallesinde 100 hane 254 erkek nüfus, Avutmuş Mahallesinde ise 185 hane 492 erkek nüfus kayıtlıdır. O tarihte Avutmuş Mahallesi Karahisar’ın en fazla Müslüman nüfusa sahip mahallesidir (Kıvrım, 2015). Osmanlı devletinde modern anlamda ilk genel nüfus sayımı 1831 yılında yapılmış, Müslüman ve gayrimüslim nüfus ayrı ayrı sayılmış ve defterleri de ayrı tutulmuştur. Bu sayım ile Yeniçeri Ocağının kaldırılması üzerine yeni bir ordu kurulması için ülkedeki aktif Müslüman erkek sayısının tespit edilmesi amaçlanmıştır. Ayrıca cizye tahsili için gayrimüslim nüfus da tespit edilmiştir. (Kıvrım, 2015)

            Karahisar’ın, bugün olmayan, ancak “eskiden beri çok ünlü” olan “ Karahisar'ın üzümleri”ni de barındıran “…bahçeler, meyve ağaçları ve üzüm bağları” o tarihte oldukça bakımlıdır. Anlatımda geçen “…tarlaların ve meraların arasında oval biçimde iki su havuzu…” büyük olasılıkla Oynargöl ve Çatalgöl’dür. Ancak Heinrich Barth’ın insan eli olduğu şeklinde tahmin etse de, mübadele ile Kavala’ya giden Şebinkarahisar kökenli Rumların dile getirdiği rivayete göre, “…Rum mahallesi (günümüzde Fatih mahallesi) ile tepe arasında bir derecik akıyordu. Sık sık vaki olan çökmeler yüzünden 19. yüzyılın ortalarında kayboldu ve bunun üzerine şehirden uzak olmayan iki göl peyda oldu. Bunlardan biri Oynargöl adını almıştı. …Çatalgöl adını alan diğer göl ise Biroğul mahallesinin biraz yukarısındadır…” (Uluğ 1975).


                                                Çatalgöl (Kasım 2023)

    

                                                Oynargöl (Kasım 2023)


            “Kirkes Bağçaları” adı verilen yerin Kırkgöz Mahallesi olması kuvvetle muhtemeldir. “Sefalete terk edilmiş olan” Sibere Köyü de, eski adı Ziberi olan Akbudak Mahallesidir. Sol tarafta bırakılan “Vaislar Bağçaları”nın da, “Vaizler Bahçesi” olarak okunması ve Akbudak (Ziberi)’dan şehre gelen yolun solunda kalan Aşağı Bahçe olması mümkündür.

1396 yılında Niğbolu Savaşı’nda Yıldırım Beyazıt’a, 1402 yılında Ankara savaşında Timur’a esir düşen ve otuz iki yıl süren bir esaretin ardından ülkesine dönerek dönemin Anadolusu hakkındaki en eski kitaplarından olan ve anlatımda bahsi geçen hatıratında Alman Johann Schiltberger “…Kereson (Giresun) şehrine vardık…Ben, başkenti Ersingen (Erzincan) olan Küçük Ermenistan'da da bulundum… Bundan başka, iyi toprakları olan Kayburt (Bayburt) da oradadır… Orada diğer bir yerin ismi Karaffer (Karahisar) olup şarap yetiştiren verimli bir bölgedir…”  demektedir (Akpınar, 1995).

Kirkes Bağçaları adı verilen en son bahçelerin batıya bakan sınırında dikkati çeken bir çiftlik evinin sahibi olan ve “ülkeyi yönetenlerin kuşkusunu üzerine çektiğinden, tutuklanıp idam edilmiş” olduğu ifade edilen Bektaş Bey’in, arşiv kayıtlarına göre, 1824’de Trabzon Valisi olan babası Karahisar’lı Çeçenzade Hacı Hasan Paşa tarafından Karahisar-i Şarki’ye atandığı ve uzun yıllar Osmanlı maliyesinde yüksek vergi gelirlerini toplama ve vergi tahsil işini yürütmekle görevli (Özvar 2013) voyvodalık yaptığı, bu zaman içinde Çamoluk ilçesinin Zağpa köyünde (günümüzde Sarpkaya, Gürçalı ve Bayır isminde üç ayrı köye ayrılmıştır) bir cami inşa ettirdiği, 1825-1827 yılları arasında Trabzon’da mütesellimlik yaptığı, 1847-1849 yılları arasında vefat ettiği ifade edilmektedir (Tosun, 2013-URL 5). İdam edilip edilmediğine dair arşiv kayıtlarında bir bilgiye ulaşılamamıştır.

 

                      
                          Anlatımlarda ismi geçen mahalleler ve konumları ( Kaynak Google earth) 

Karahisar’dan Ayrılış

“Karahisar'dan ayrılmamız, tasarladığımızdan daha geç bir saatte gerçekleşebildi. Önce Yassuruk Dağı'nın yamacı boyunca ilerledik. Yamacın alt kısımlarındaki yoğun toprak katmanları son günlerdeki yağmurun etkisiyle çamur haline gelmişti. İlerde Yassuruk tepesi ile daha alçak bir tepe arasındaki vadide Giresun'a giden çetin yolun üzerinde çok güzel bir tarım alanı olan Armutlu bulunuyor. Biz çıplak tepelerden aşağıya doğru indikçe çevremizin çalılarla kaplanması ve giderek yeşillere bürünmesi bizi memnun etti. Buralarda birçok köy de vardı ve yolumuzun üzerinde sık sık tahıl ve armut yüklü at ve merkep kervanlarına rastlıyorduk. Bu mallar Enderes’ten Karahisar'daki Pazartesi pazarına götürülmekteydi. Demek ki Karahisar'a bugün ulaşmış olsaydık, kesinlikle çok daha hareketli bir yaşamla karşılaşmış olacaktık. Yolumuzun üstünde rastladığımız birkaç küçük akarsu üzerinden geçtikten sonra, A. D. Mordtmann'ın verdiği bilgiye göre, Darabud veya Daravud adıyla bilinen son akarsu boyunca ilerleyerek Kelkit Çayı'na ulaştık. Bu akarsu, yolu boyunca uzanan dağlardan fışkıran kaynaklarla beslenerek Dikmen Tepesi'nin ardından yeniden ortaya çıkmıştı ve kayaların arasındaki çok dar bir geçide doğru kıvrımlar çizerek akmaktaydı. Burada her iki taraftan birer çıkıntı halinde uzanan iki kayanın üzerine kurulu bir tahta köprü bulunmaktadır. Buna Kurbağa Köprüsü adını vermişler. Fakat kayaların dibinden bu köprüye doğru uzanan yol, yağmurdan sonra çok kayganlaşmıştı. Kelkit Çayı'nın derinliği burada sadece 45 cm ve genişliği de yaklaşık 20 metre olduğundan, o kaygan yoldan yürümektense, uygun bir yerde çayın içinden karşı kıyısına yürüyerek geçmeyi yeğledik. Bundan sonra batı-güneybatı yönünde geniş kavisler çizerek yükseklere tırmanan bir yolda ilerlemeye başladık. Güneybatıya doğru baktığımızda, kayaların arasından akmakta olan ırmağın ötesinde, ta uzaklarda dorukları karla kaplı yüksek dağlar görülüyordu. Bir saat on beş dakika sonra yolumuzun en yüksek noktasına ulaşmıştık. Burada tepenin doruğundaki tüm alanın tarım arazisi olarak kullanıldığını görmek bizi çok şaşırttı. Yolumuzun devamında güzel Enderes Vadisi üzerinden aşağılara doğru inerek Akşar Ovası'na ulaştık” (Barth, 2017).

            A. D. Mordtmann ise notlarında Karahisar’dan ayrılışlarını şöyle yazmaktadır. “ Kasım Pazar, Karahisar’ın batısındaki yollar doğusundaki yollardan çok daha iyiydi ve aslında Karahisar’a tek batı tarafından çok daha kolay ulaşım sağlanabilirdi. Pazartesi günleri buranın pazarı olduğu için Pazar yerine arabalar dolusu arpa, elmalar, armutlar geliyordu. Saat 9’da ulaştığımız Armutlu (Armutlü) köyüne kadar sağdan upuzun bir yol gidiyordu ucu Dikmen Dağına kadardı. Bu köyün sağından geçen yoldan Giresun’a gidiliyordu. Saat 9.15’de patikanın solundaki “Karyschyndsche” Köyünü, sağdaki bir vadideki “Achurdschuk” Köyünü ve daha sonra “Jalustan” köyünü geçtik. Kelkit Vadisinin girişinde idik ve Darabud veya Darawud’un geniş nehir yatağına ulaştık… saat 11.40’da Kelkit’in bir kolu ile karşılaştık, eskiden yanında bir değirmen varmış, dere de nerdeyse kurumuştu ve derenin sol üst tarafında iki tane kaya bloğundan oluşan köprüde oturduk. Köprüye giden yol kötü olduğu için bu yolu kullanmadık. Köprünün adı Kurbağa Köprüsü (Kurba Köprissi) idi. Muhtemelen yok olan değirmen gibi o da bu yerin son kalıntısıydı. Sonrasında iki köyden geçtik (birinin) adı Gözköy’dü. 3’te Enderes’e geldik.” (Mordtmann, 1925).

A.D. Mordtmann notlarında, rehber aldığı Mahmut Efendi’nin anlatımlarına da yer vermektedir. Mahmut Efendi ise şöyle yazmıştır. “Güneş doğarken Karahisar’dan yola çıktık. Kara ve soğuğa meydan okurcasına otlakların ve tarlaların bulunduğu dağları aştık. Tatlı ve hoş suları olan güzel vadiler gördük. Tarlalarda genelde buğday ekili ve genelde hasatla uğraşıyorlar. Yolda hiç durmadan Enderus’a geldik” (Mordtmann, 1925).

Seyyahlar Karahisar’dan ayrılırken, Suşehri’den Karahisar pazarına arabalar dolusu arpa, elmalar, armutlar getiren at ve merkep kervanlarına rastlamışlardır. Seyyahlara göre, Karahisar, çevredeki çiftçilerin ürünlerini değerlendirdikleri ve araç, gereç, giyim eşyası, erzak gibi ufak tefek gereksinimlerini temin ettikleri bir merkezdir. 1838 yılında Karahisar’a gelen, İngiltere’nin Trabzon Konsolos yardımcısı olan Henry Suter de, Suşehri-Akıncılar Ovası’nda üretilen fazla ürünün Karahisar’da bulunan bir pazarda değerlendirildiğini ifade etmiştir. (Suter 1840) 

 Kılıçkaya Barajı yapılmadan önce 1980’lerin sonlarına kadar, Şebinkarahisar, Suşehri ve özellikle de Akıncılar’da üretilen sebze ve meyvenin pazarı olmuştur. Şebinkarahisar’a bağlı Kınık-Ozanlı köyleri ile Suşehri’ne bağlı Asap-Türkmenler köylerinden geçen güzergaha sahip Şebinkarahisar-Suşehri Yolu, 1987 yılında Kılıçkaya Barajı Gölü altında kalmış ve yol bugünkü güzergahından yapılmıştır. Bu güzergah değişikliği, Suşehri ve özellikle de Akıncılar ile Şebinkarahisar’ın iletişimini ve irtibatının sınırlandırmış, meyve ve sebze nakletmeyi zorlaştırmıştır. Günümüzde Şebinkarahisar bu pazar niteliğini yitirmiştir.   

Heinrich Barth’ın anlatımından anlaşılacağı üzere bahsi geçen seyyahlar Karahisar’dan ayrıldıklarında, Öksürük Kayasının solundan geçen ve eskiden Giresun Yolu olarak da kullanılan güzergahtan ve “Yassuruk tepesi ile daha alçak bir tepe arasındaki vadide Giresun'a giden çetin yolun üzerinde çok güzel bir tarım alanı olan Armutlu köyünden geçerek, Darabul Deresi yanından Kelkit Çayı üzerindeki ve Yumurcaktaş Köyü yakınlarında bulunan ve günümüzde Kılıçkaya Barajı Gölü altında kalan Kurbağa Köprüsü’ne inmişlerdir. Mordtmann ise anlatımında Armutlu köyüne ulaştıklarını belirtmekte, Armutludan Kelkit’e inerken de yolun solundaki Karyschyndsche Köyünü, sağdaki bir vadideki Achurdschuk Köyünü ve daha sonra Jalustan köyünü geçtiklerini ifade etmektedir.  

            “Yassuruk Tepesi”, Öksürük Kayasıdır. “Karyschyndsche” Karaşenşe olarak okunmakta olup günümüzde Ekecek Köyü, “Achurdschuk” ise Ahurcuk köyüdür. “Jalustan” köyünün ise Kınık Köyünün Yalnızdam mahallesi olması kuvvetle muhtemeldir. Anlatımlarda Armutlu köyünden bahsedilmesini ilginç kılan ise, günümüzde Ovacık Köyünün mahallesi olan Armutlu'nun Şebinkarahisar’ın Alevi kökenli mensuplarının yaşadığı sayılı köylerden birisi olması ve bugün olduğu gibi, o tarihte de ana yol üzerinde bulunmamasıdır. 

            Sonuç

            Aynı zamanda Osmanlı bürokratı ve gazeteci olan Alman Şarkiyatçı Andreas David Mordtmann ile Almanların Afrika Kaşifi olarak anılan Heinrich Barth, birlikte 1858 yılında Trabzon’dan hareketle, Karahisar üzerinden Üsküdar’a yolculuk yapmışlar ve iki gün kaldıkları Karahisar’da, şehri, kaleyi, Biroğul, İkioğul, Kırkgöz, Akbudak mahallelerini gezmişler, 165 yıl önceki Karahisar hakkında ayrıntılı bilgiler vermişlerdir.

             Seyyahlar, camilerin çevresindeki sessizliği ve pazar yerinde hareketlilik olmamasını ölçü alarak 1858 yılında şehri özellikle ekonomik açıdan cansız bulmuşlar ve çöküş halinde olduğu izlenimine kapılmışlardır. Dört şap madeni ocağı, iki adet bakır madeni ve bir gümüş madeni ocağı bulunan Karahisar’ın, askeri açıdan önemini kaybettikten sonra, bir köy-kente dönüştüğü, çevredeki çiftçilerin ürünlerini değerlendirdikleri ve araç, gereç, giyim eşyası, erzak gibi ufak tefek gereksinimlerini temin ettikleri bir merkez olduğu, denize ulaşmanın zorluğu, merkezi bir yerde ve işlek bir yol kenarında bulunmaması nedeniyle, yaşam alanı olarak büyük bir çekiciliği bulunmadığını ifade etmişlerdir. Pazara Ermenilerin ve Rumların hakim olduğu, Türklerin ise ya memur olduğu ya da bir zanaatla uğraşmakta oldukları belirtilmektedir.

            Kale’ye çıktıklarında, orada yaşayan bir kişiye rastlamışlar ve kale kapısında, Akkoyunlulara ait olduğunu ifade ettikleri çift başlı kartal arması bulunduğunu belirtmişlerdir. Seyyahlara göre, kale koruyucu bir kale olma görevini yerine getirecek durumda değildir ve büyük bir olasılıkla, burası sadece bölgeyi yönetmekle görevlendirilmiş olan kumandanın yaşadığı mekan olarak kullanılmış olduğunu yönünde tahmin yürütmüşlerdir.

            Bugün Bağlar adı verilen Avutmuş, Biroğul, İkioğul ve Kırkgöz mahallerinde oturanların büyük bir çoğunluğunun, günümüzde dahi devam edegelen, kışın daha yukarıda bulunan kente göçmeyip, her mevsimde arazilerinin içindeki bağ evlerinde kalmalarını ilginç bulan seyyahlar, Karahisar’dan ayrıldıktan sonra, önce ana yol üzerinde bulunmayan ve Alevi köyü olan Armutlu köyüne ulaşmışlar, oradan Kelkit Çayı’na inmişlerdir. Karahisar’ın batısındaki yolların doğusundaki yollardan çok daha iyi olduğunu ve Karahisar’a çok daha kolay ulaşımın ancak batı tarafından sağlanabileceğini belirtmişlerdir.

Kaynaklar

Barth, H. (1860) Reise Von Trebizond Durch Die Nörtliche Halfle Klein-Asiens Nach Scutari İm     Herbst 1858.

Barth, H. (2017) Heinrich Barth Seyahatnamesi, Trabzon’dan Üsküdar'a Yolculuk 1858, Kitap Yayınevi, İstanbul.

De Gerdane, A. (1809) Journal D’un Voyage Dans La Turquie-D’Asie etla Perse, Faıt en 1807 et 1808,

    Paris.

Göksu, E. (2016) Çift Başlı Kartal ve Selçuklular, Selçuk Üniversitesi Selçuklu Araştırmaları Dergisi, Cilt: Güz 2016, Sayı: 5, Sh: 117-141.

Görgün, H. (2020) Andreas David Mordtmann, TDV İslam Ansiklopedisi. Cilt 30, Ankara.

Herzog, C. (2010) Almanca Konuşulan Ülkelerde Türkiyat ve Şarkiyat Çalışmalarının Gelişimi     Üzerine Notlar 1, Çeviren: Faruk Yaslıçimen, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, Cilt 8, Sayı 15, sh: 77-148.

Kıvrım, İ. (2015) Şebinkarahisar Kazası Nüfus Defteri, Giresun İl Özel İdaresi yayını.

Mordtmann, A. D. (1925) Anatolien, Skizzen und Reisebriefe aus Kleinasien: 1850-1859 (ed. Fr. Babinger), (Çeviren: Mehtap Özsaraç-Gergin) (A. D. Mordtmann’a Ait Anadolu’nun Taslak  Çizimleri ve Seyahat Mektupları 1850-1859).

Morier, J. (1816). A Journey Through Persia, Armenia, And Asia Mınor, To Constantinople, In The Years 1808 and 1809, Boston.

Okutan, H. T. (1944) Şebinkarahisar, Giresun.

Ouseley, W. (1823) William Travels in Various Countries of the East: More Particularly Persia, Vol III,

     Londra.

Özel, N. (2018) Grafik Bir Sembol Olarak Anadolu Selçuklularında Çift Başlı Kartal, The Turkish

      Online Journal of Design, Art and Communication – TOJDAC, Cilt: 8, Sayı: 3, Sh: 551-559.

Özgan, H. H. (1983) Şebinkarahisar Kalesi Hakkında, Yeni Şebinkarahisar Gazetesi, 4 Kasım 1983.

Özgan, R. (2020) Antik Çağ’dan Günümüze Çift Başlı Kartal: Anlamı, Yorumu ve Propagandası,      Arkhaia Anatolika 3

Özkul, K. (2019) Anadolu Selçuklu Dönemi Taş İşlemeciliğinde Çift Başlı Kartal Figürü, 6. Uluslararası Güzel Sanatlar Sempozyumu, Alanya.

Özvar, E. (2013), Voyvoda, TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt 43, sf. 129-131, İstanbul 2013

Parlak, S. (2010) Osmanlı Öncesi Anadolu Kalelerinde Kapılar, İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul 2010.

Porter, R. K. (1822)  Travels in Georgia, Persia, Armenia, ancient Babylonia: during the years

     1817, 1818, 1819, and 1820, Vol II, Londra.

Schiltberger, J. (1995) Türkler ve Tatarlar Arasında 1394-1427 (Als Sklave im Osmanischen Reich

      und bei den Tataren: 1394-1427), Çeviren: Turgut Akpınar, İletişim Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 1997.

Sezen, T. (2017) Osmanlı Yer Adları, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayını, Ankara.

Suter, H. (1840) Notes on a Journey from Erz-Rûm to Trebizond, by the way of Shebh-khâneh, Karâ        Hisâr, Sivâs, Tôkât and Sâmsûn, in October 1838, The Journal of the Royal Geographical Society of Londra , 1840, Cilt: 10, Sh: 434-444 (Çeviren: Ersen Erdem).

Taylor, J. G. (1868) Journal of a Tour in Armenia, Kurdistan, and Upper Mesopotamia, with Notes of     Researches in the Deyrsim Dagh, in 1866, Journal of the Royal Geographical Society of London,     vol.38.

Uluğ, İ.H. (1975) Şebinkarahisar Tarihi, “Koloneia Dini Bölgesi İle Nikopolis’in  Tarihi ve Folkloru,  Atina 1964"den çeviri, Yeni Şebinkarahisar Gazetesi, 4 Mart 1975.

URL-1: https://www.britannica.com/biography/Heinrich-Barth

URL-2: https://tr.wikipedia.org/wiki/Heinrich_Barth

URL-3. https://baydin2.blogspot.com/2014/02/kalesi-sebinkarahisarlolarak-kalemiz.html, 2014

URL-4. https://baydin2.blogspot.com/2013/03/kale-mahallesi.html, 2009.

URL-5. https://muratdursuntosun.wordpress.com/2013/07/01/zagpa-koyu-bektas-bey-ve-bektas-bey-camii/