8 Şubat 2022 Salı

 

Yabancı Seyahatnamelerde Şebinkarahisar IV

İNGİLİZ SEYYAH T. B. ARMSTRONG’UN GÖZÜNDEN 1829’DA ŞEBİNKARAHİSAR

               Giriş

             Bu çalışmada, İngiliz Seyyah T.B. Armstrong’un anlatımlarına yer verilecek ve 1829 yılındaki Şebinkarahisar ortaya konulacaktır.

             T. B. Armstrong

             T.B. Armstrong’un kimliği ile ilgili somut bir veriye ulaşılabilmiş değildir. Ancak, İngiliz parlamenter Thomas Alcock ile birlikte bu geziye çıktığı bilinmektedir. (Özsoy 2014).

            Parlamenter Thomas Alcock,1828-1829'da, o zamanlar nadiren ziyaret edilen ülkeler olan Rusya, İran, Türkiye ve Yunanistan'da seyahat etmiş ve bu seyahati anlattığı Travels In Russıa, Persıa, Turkey And Greece, In 1828-9 isimli kitabı 1831'de basılmıştır. (Wikipedia). Nitekim, T.B. Armstrong da kitabının girişinde iki “beyefendi” ile bu geziye çıktığını ifade etmektedir.

             Şebinkarahisar, T. B. Armstrong’un 1831 yılında basılan Journal Of Travels In The Seat Of War , Durıng The Last Two Campaıgns Of Russıa And Turkey (Rusya İle Türkiye Arasındaki Savaş Sırasındaki Seyahatleri İçeren Günlük) isimli kitabında yer almaktadır. 18 Ağustos 1828’de Viyana’dan yolculuğuna başlayan T. B. Armstrong ve beraberindekiler, 13 Mayıs 1829’da günü Şebinkarahisar’a gelmiştir.

                  1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı

            1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı, Navarin Deniz Savaşı'nı takiben Rusya’nın Yunanların bağımsızlığını desteklemeleri yüzünden çıkmış bir savaştır. (wikipedi). Bu savaştan bir önce Yeniçeri Ocağı kaldırılmış ve Asakir-i Mansure-i Muhammediye Ordusu kurulmuştur.

            Mora isyanını bastırmak için bir araya gelen Osmanlı ve Mısır donanmaları 20 Ekim 1827’de, bugün Yunanistan’ın Mora yarımadasında bir kasaba olan Navarin’de İngiltere, Fransa ve Rusya ortak donanması tarafından yok edilmiştir. Osmanlı hükûmeti ortada savaş durumu olmadığı halde donanmasını batıran devletlerden tazminat istemiştir. Tazminat isteğine olumlu bir cevap alınamaması üzerine söz konusu devletlerle Osmanlı Devleti arasında siyasî ve diplomatik ilişkiler kesilmiş, (Özcan 2010) Çanakkale Boğazı Rus gemilerine kapatılmıştır.

            1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı, Rus Donanması’nın Osmanlı toprağı olan Kafkasya’da bulunan Anapa’ya saldırısı ile başlamıştır. Batıda Eflâk ve Boğdan’ı kısa sürede ellerine geçiren Ruslar, daha sonra Tuna Nehri’ni aşarak Rumeli’deki birçok kale, kaza ve kasabayı işgal etmiştir. (Özcan 2010). Kafkas cephesinde ise Ahıska, Ardahan, Posof, Erivan, Kars’ı işgal eden İvan Paskeviç komutasındaki Rus Ordusu, 27 Haziran 1829'da Erzurum'u (savaşmadan) ele geçirmiştir. Rumeli’de 28 Ağustos'ta Edirne'ye kadar ilerleyen Rus ordusu İstanbul'un sadece 68 kilometre uzağına dek ulaşmış, Padişah II. Mahmut 14 Eylül 1829'de Rusların bu ilerlemesini durdurmak için koşulları çok ağır olan Edirne Antlaşmasını imzalamak zorunda kalmıştır. (wikipedi)

            1828-1829 Osmanlı-Rus Savası sonunda imzalanan Edirne Antlaşması’yla Rumların (Yunanların) bağımsızlık elde etmeleri birçok ulusu bünyesinde barındıran Osmanlı Devleti’ni derinden etkilemiştir. Diğer taraftan gerek Kafkas cephesinde gerekse Balkan cephesinde çok sayıda reayanın yerlerini yurtlarını bırakarak Rusya’ya göç etmesi, askerî, siyasî, sosyal, ekonomik, demografik bazı değişikliklere ve gelişmelere yol açmıştır. Ayrıca bu savaşta salgınlar yüzünden binlerce insan hayatını kaybetmiştir. Veba gibi salgın hastalıklar, göçlerle birlikte savaşın etkili olduğu bölgelerde demografik yapıda büyük değişiklikler meydana getirmiştir. (Özcan 2010).

            Bu savaşta Rus ordusu Kelkit ve Şiran’ı dahi ve üstelik savaşmadan ele geçirmiştir. Rus Ordu komutanı General İvan Paskeviç, Gümüşhane’nin işgalinden sonra Karahisar’a kadar bir keşif harekâtı yapmış ve akabinde Şiran ve Kelkit’teki askerini çekmiştir. (Akbulut, 2000, Tosun 2021).

            Seyyahımız ve yanındakiler bu savaş ortamında Rusya’yı ve İran’ı dolaşmışlar ve Osmanlı topraklarına girmişler ve Şebinkarahisar’dan geçmişlerdir. Bu seyahat esnasında, yol boyunca düzensiz askeri birliklere rastlamışlar ve hatta Thomas Alcock ve yanındakiler Erzurum’da bulunan Serasker tarafından Rus Ordusunun durumu hakkında sorgulanmışlar, yolculuğun devamında casuslukla suçlanmamak için göze batmamaya çalışmışlardır. (Alcock, 1831).

             1829’da Şebinkarahisar

             Şiran’dan Karahisar’a

            “…Dinlendikten sonra atlara bindik ve daha önce bize bahsedilen dereyi geçtik ve yarım saat sonra bir dağın yamacındaki bir ormana girdik, zirveye çıktığımızda ise göz alabildiğince muhteşem bir dağ ormanı manzarası gördük. İki saat sonra İstanbul’dan Van'a giden yaklaşık üç yüz Ermeni ile karşılaştık, erzak kıtlığı nedeniyle Sultan'ın emriyle Van’a gönderildiklerini söylediler. Üç saat sonra İsviçre köyleri gibi güzel verimli bir vadiye sahip Şiran’a geldik. Burada çok iyi muamele gördüğümüz valinin evinde konakladık ve sabahın ilk ışıklarına kadar orda kaldık.

            (13.gün) Sabah altıda tekrar yola çıktık ve ilk dört saat boyunca bir ormanın içerisinden geçerek bir tepeye çıktık manzaramız sürekli olarak görkemli ve ilginçti. Yolumuza devam ettikçe ekili topraklar ve önümüzde sıralanmış çok geniş köyler vardı. Bu güzel ormanlık manzarayı geride bıraktıktan sonra, ince bir derenin kıyısı boyunca vadide dört saat yolumuza devam ettik. Yağmurlar son zamanlarda o kadar çok yağmıştı ki sonuç olarak yollar geçilmez bir durumdaydı…”

            Seyyahımıza ve beraberindekiler, Şiran’a gelirken yolda, İstanbul’dan Van’a giden Ermenilerden oluşan yaklaşık 300 kişilik bir kafileye rastlamışlardır. Bu kişiler erzak kıtlığı nedeniyle İstanbul’dan uzaklaştırıldıklarını söylemişlerdir.

            Gerçekten de bu dönemde İstanbul’da, ordu içerisinde ve ülkede iaşe temininde zorluklarla karşılaşılmıştır. Boğazlar ve ülkedeki iskeleler abluka altında olduğu için İstanbul’a iaşe temini zora girmiştir. Örneğin İstanbul’da yoğun bir un ve ekmek kıtlığı çekilmiştir. Savaşa giden askerlerin İstanbul’da toplanması da nüfus artışına neden olmuş, bu da iaşe sıkıntısını artırmıştır. Karaborsacılık, yolsuzluklar, doğal afetler, Rus Ordusu’nun iaşe yollarını kesmesi, Osmanlı ordusuna ait iaşe depolarına el koyması, yolların kalitesizliği, salgın hastalıklar ve savaş alanlarındaki göçler ve kargaşa iaşe sıkıntısı daha da artırmıştır. (Özcan 2010).

            İstanbul’un iaşe meselesi, şehrin gerek başkent olması gerekse çok sayıda nüfusu barındırması yönüyle son derece önemlidir. Zira hükûmet merkezinin bulunduğu bu metropolde bir huzursuzluk çıkmasının tüm ülkeyi etkileyebilme ihtimali vardır. Bu nedenle devlet, İstanbul için ayrı bir iaşe politikası takip etmeye çalışmıştır. (Özcan 2010).

            Seyyahımızın anlatımında geçen, kişilerin grup halinde Van’a gönderilmesini, iaşe temini ve erzak kıtlığını giderme önlemleri çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Buna göre, bazı grupların İstanbul dışına göndermek de iaşe sıkıntısına önlem olarak düşünülmüş olmalıdır.

          Karahisar

            “…Bu vadiyi geçtikten sonra, olağanüstü bir görünüme sahip dağlarda iki saat kaldık. Bu bölgedeki dağlardan çıkarılan çok miktardaki şap madeninin taşınmasından dolayı bu yerlerde yoğun bir trafik meydana gelmektedir. Ayrıca bu bölgede ormandaki ağaçların yakılmasından da zift yapılır ve bu da Trabzon yolu üzerinden İstanbul'a gönderilir. Daha sonra büyük bir nehri taş köprüden geçerek yola devam ettik. Yazlık evlerle kaplı görmüş olduğum en bereketli ve en canlı vadinin içerisinden geçtik. Sağımızda devasa yükseklikteki dağlar, önümüzde yüksek bir tepede bulunan Kara Hisar şehri, ve şehrin zirvesinde güçlü ve sağlam görüntüsüyle Karahisar kalesi görünüyordu.  Nehrin kenarındaki kavak ve ceviz ağaçları rüzgarla birlikte titriyor ve az önce geride bıraktığımız görkemli dağlara sanki saygıyla eğiliyorlardı. Burada kış aniden bitmiş bahar başlamış gibiydi. Baharın gelişi on iki saatten fazladır yaptığımız uzun ve yorucu bir yolculuğun ardından gerçekten bize ilham verdi ve bizi rahatlattı. 45 dakika boyunca çok dik bir yokuştan şehre girmeye başladık ve yerleştik…”

            Seyyahımız ve beraberindekiler, büyük bir nehir dediği Avutmuş Çayını muhtemelen Biroğul Köprüsünden geçmişler, yazlık evlerin, kavak ve ceviz ağaçlarının arasından 45 dakikalık bir yokuş çıkarak Karahisar’a varmışlardır. Karahisar’a geldiklerinde kış aniden bitmiş bahar başlamıştır. Bu arada, Erzurum Yolu, şap ve zift ticareti nedeniyle oldukça hareketlidir. Seyyahımız belirtmemiş ise de, bu trafiğe, savaş sevkiyatlarını da eklemek gerekir.

 

            Tatar

            “…Tatarımız yolun sonuna gelmeden önce atın çok yorulduğunu ve yüklerle yola devam edemeyeceğini anladı ve oradan geçen insanlardan bize bir at vermelerini istedi. Hiç kimse tatarımızın bu talebini yerine getirme eğiliminde değildi ve kaçmaya çalıştılar, ancak tatarımız onlardan birini zorla durdurdu ve boğazından yakaladı ve kulağına bir tabanca dayadı, yüklerimizi hemen çıkarıp kendi atına koymazsa onu vuracağına dair yemin etti. Zavallı adam, mecburen kabul etti ve tatarımızın dediklerini yaptı, daha sonra da yorgun atımızla birlikte dinlenme yerine geldik. Hemen dinlenme yerine yerleştik. Kısa süre sonra taşralı adam da arkamızdan geldi ve tek ödülü, emirlerine itiraz etmeye cesaret ettiği için Tatarımızın sopasıyla şiddetli bir şekilde dövülmekti ve buna da homurdanırsa onu daha ağır cezalandıracak olan beyine rapor edeceği tehdidiydi...”

                Tatar, ulak olarak da isimlendirilmekte olup, aslında Osmanlılarda devletin resmî haberlerini ulaştıran görevlilere verilen addır. Ancak burada rehber veya mihmandar yerine kullanıldığı anlaşılmaktadır.

            “Osmanlılarda önceleri padişahın ve mensuplarının ulak hizmetini yapanlar ellerindeki ulak hükmüyle halktan istedikleri beygiri alabilirlerdi, ayrıca her türlü ihtiyaçlarının giderilmesini istemek gibi bir imtiyaza sahipti. Daha sonra vezirler, defterdarlar, ağalar da ulak hükmü vermeye başlamış, onları taşrada beylerbeyiler, sancak beyleri, kadılar ve subaşılar takip etmiştir.” (Halaçoğlu, 2012)  

            Nitekim, Serasker Erzurum’da , Thomas Alcock’u sorguladıktan sonra kendilerine bir tatar ve seyahat belgesi vermiştir.

            “Elinde ulak hükmü bulunan kimse kendisi, hizmetkârları ve kılavuzları için beygir almakta, eşyalarını taşıtmak için de beygir istemekteydi. Ulaklar bu hayvanları gittikleri yerlerde bırakır, dönüşte yorgun olmayan dayanıklı beygirlere el koyarlardı. Yolda hayvanlarının zayıf düşmesi durumunda rastladıkları bir kimsenin beygirini alabilirlerdi. Ellerinde hüküm bulunan ulaklara menzillerde gerekli beygirler sağlanır, beratları olmayanlara ise beygir verilmezdi. Kimlere ne kadar beygir tahsis edileceği fermanlarla Anadolu ve Rumeli menzillerine bildirilirdi. Ulakların dürüst ve namuslu, hayvana binmeye, yol meşakkatine tahammüllü olması yanında uzun müddet sadrazam veya diğer vezirlerin dairelerinde tecrübe edilmiş, terbiye görmüş kimseler arasından seçilmesine dikkat edilmiştir. Ulaklara tanınan bu imkânlara rağmen zaman zaman vazifelerinde suistimalleri görülmüştür. 1839’da posta teşkilâtının kurulmasıyla birlikte ulak sistemi ortadan kalkmıştır.” (Halaçoğlu, 2012)

            Seyyahımızın rehberi olan tatarın davranışının kendilerine verilen yetki ve haklar çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.

             Karahisar’dan Koyulhisar’a

            “…(14. gün)  Bu sabah, bir  insanın görebileceği en romantik ve en güzel manzaralardan bazılarına veda ettik ve dün karşısına geçtiğimiz nehrin sağ yakası boyunca bütün öğleden sonra yolumuza devam ettik. Bu nehir çok geniş ve hızlıydı nehrin çevresindeki kayalık ve ağaçlıklı manzara Passau ile Lintz arasındaki Tuna Nehri'ne çok benziyordu. Gün boyunca sık sık atlarımızın yanında yürümek zorunda kalıyorduk. Geçitlerin çoğu hızlı akıntının etkisiyle çok dardı. Manzara sürekli olarak değişiyordu ve kısa bir mesafe boyunca nehir bizim görüş alanımızdan uzaklaşıyordu ve daha sonra beklenmedik bir şekilde suyun kıyısından taşıp bir göl oluşturup önümüze çıkıyordu. Sonra kayalıkları geçtik geniş düzlükte dört nala yolumuza devam ettik. Koyulhisar’a varmadan bir saat önce, iki maden suyu kaynağını geçtik; nehrin karşında ise büyük bir bina gözümüze çarptı. Burada yol aniden sağa döndü ve çok dik bir geçitle karşılaştığımız için dinlenme yerine geri dönmek zorunda kaldık. Köyün yukarısında kayalık bir tepenin zirvesinde eski bir kale vardı; zirveye vardığımızda, doğanın en güzel yerinde, büyük dağların arasında gürültülü dünyadan uzakta asma yapraklarıyla ve ceviz ağaçlarıyla çevrili bir yerde Asya’da yetişen nerdeyse tüm meyvelerin tadını çıkarırken doğanın belki de bize sunmuş olduğu en güzel manzaraya bakıyordum...”    

      Sonuç

            Bu çalışma ile, İngiliz seyyah T. B. Arsmtrong’un anlatımına dayanılarak, günümüzden 193 yıl öncesi Şebinkarahisar’ının durumu ortaya konulmuştur.

            İngiliz seyyah T. B. Arsmtrong ve beraberindeki İngiliz parlamenter Thomas Alcock, 1828-1829 Rus-Osmanlı Savaşı devam ederken bu seyahati gerçekleştirmişlerdir. Şebinkarahisar doğrudan savaş alanı olmasa da, bir süre sonra savaşa sınır olmuştur. Savaşın yaklaşmasından önce Şebinkarahisar’da geceleyen seyyahımızın ayrıntılı bilgi vermediği görülmekle birlikte olumsuz yargısı da bulunmamaktadır.

            Karahisar-Erzurum Yolu’nun hareketliliği bu seyyahımızın da dikkatini çekmiştir, ancak yol, aşırı yağmurlar nedeniyle geçilmez durumdadır. Osmanlı’dan bugüne Şebinkarahisar’ın en büyük handikapı, yollarıdır.

           Kaynaklar

  1- T. B. Armstrong, Journal Of Travels In The Seat Of War, Durıng The Last Two Campaıgns Of

     Russıa And Turkey. Londra 1831 (çeviren Ersen Erdem)

  2- Nejat Özsoy, Tarihte Düzce’den Geçen Seyyahlar ve Kaynak Eserleri, 1. Uluslararası Düzce Tarih

    Ve Kültür Sempozyumu 21-22 Kasım 2014 Düzce “Düzce’de Tarih ve Kültür”, Düzce Belediyesi

     Ky, İstanbul 2014

  3- Thomas Alcock, Esq, The Gentleman's Magazine. 331: 547–8. 1866. (Erişim 09.01.2022)

  4- https://en.wikipedia.org/wiki/Thomas_Alcock_(MP) (Erişim 09.01.2022)

  5- Thomas Alcock, Travels In Russıa, Persıa, Turkey And Greece, In 1828-9, Londra 1831

  9- https://tr.wikipedia.org/wiki/Richard_Kiepert (erişim 04.01.2022)

10- Richard Kiepert, Karte von Kleinasien. G7430 S400 .K5 BV,

      https://maps.princeton.edu/catalog/stanford-pb311wk3338 (erişim 04.01.2022)

11- https://tr.wikipedia.org/wiki/1828-1829_Osmanl%C4%B1-Rus_Sava%C5%9F%C4%B1

      (erişim 22.01.2022)

12- https://tr.wikipedia-on-ipfs.org/wiki/1826-1828_%C4%B0ran-Rus_Sava%C5%9F%C4%B1

       (erişim 22.01.2022)

13-Tuğrul Özcan, Sosyal ve Ekonomik Etkiler Açısından 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı,

       Doktora Tezi, 19Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Samsun 2010

14- Murat Dursun Tosun, Osmanlı-Rus Savaşları, İstanbul 2021

15- Uğur Akbulut, 1828-1829 Osmanlı Rus Savaşında Bayburt ve Çevresi, Atatürk Üniversitesi Sosyal

     Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Erzurum 2000

16- Yusuf Halaçoğlu, Ulak, TDV İslam Ansiklopedisi 42. Cilt, İstanbul 2012,

       https://islamansiklopedisi.org.tr/ulak