23 Şubat 2014 Pazar

İsola Köyü "Dukkamma" mı?


                                   İSOLA (GÜNEYGÖREN),  "DUKKAMMA" MI?

                      Kaynak, Teoman Alpaslan (http://www.giresungazete.net/yazar.asp?yaziID=13482)
                                                                 
            Hep bilir ve yazarız, Şebinkarahisar'ın ilk kuruluş yeri İsola (Güneygören) Köyüdür, ilk şehir İsola Kayası üzerinde kurulmuştur. Şebinkarahisar'ın Hititler dönemindeki adının Dukkamma olduğu, Hititlerin Şebinkarahisar'ın bulunduğu bölgeye "Azzi-Hayaşa" ülkesi adının verdikleri konusunda tarihçiler hem fikir. Bir çok incelemede ve tezlerde, Dukkamma Şebinkarahisar'a lokalize ediliyor.
            Şimdi soralım, İsola (Güneygören) Köyü  "Dukkamma"nın bulunduğu yer olabilir mi?
            Habip Rıza (Gökçen) Efendi, aile tarihçesinin Karahisar'a ait bölümünde, büyüklerinden işittiklerinden naklen İsola önlerinde yapılan bir savaştan bahsediyor.
            "Kurunu vusta zamanlarında bu şehire dört saat mesafede bulunan İsola kariyesi büyük bir şehir olup hükümdarın mahalli ikameti imiş.Üst tarafındaki kayada kale asarı hala mevcuttur.İsola’daki şehrin önlerinde büyük bir harp olmuş ol vaktin halına göre muzafferiyet İsola hükümdarında kalarak cihangirlik derecesinde çok muzafferiyetler temin etmiş. Bu şehirler mamur bulunmakta ve ahalisinin çokluğu sebebi ile taarruzdan emin olarak ferah fehur yaşamakta imişler"      Habip Rıza Efendi'nin bu anlatımı, Hitit İmparatoru II. Murşili'nin, "Azzi" ülkesine yaptığı seferi akla getiriyor.
       II. Murşilin Yıllıkları adı verilen tabletlerden elde edilen bilgiler göre,  Murşili II,  tahta çıkışının 10. yılında (olasılıkla M.Ö. 1335 yılında) Azzi-Hayaşa seferine çıkar. Sınır bölgesinde bulunan Ingalava şehrinden hareketle Azzi- Hayaşa üzerine yürür. Aripša (Giresun) ve Dukkamma (Şebinkarahisar) dışındaki şehirler savaştan çekinirler. Aripša'lıların gece baskınını engelleyen, Murşili II onların şehirlerini çok ağır şekilde yağmalatır. Bu durum karşısında Dukkammalılar teslim olacaklarını, Hitit ordusuna gönüllü katılacaklarını, ancak şehirlerinin yağmalanmamasını ister. Dukkammalılardan 3000 kişiyi Hattuşaş’a götürmek için ayıran Murşili II, şehrin   yağmalanmasını önler. Murşili, 11. hükümdarlık yılında yine Azzi’ye karşı sefere çıkmaya hazırlanırken, "Halimanalı Muttiş" adında bir elçi, Azzi Ülkesi’nin vasallık isteğini iletir. Bununla beraber 1000 kadar sivil esirin de iadesi yapılınca, Murşili seferinden vazgeçerek, Azzi’yi vasallığa kabul eder. Dolayısı ile Azzi Üülkesi ve buna bağlı olarak Dukkamma, Hitit egemenliğine girer.
            Habip Rıza Efendi'nin, savaşı İsola hükümdarının kazandığı ve İsola'daki şehrin ahalisinin çok olduğu şeklindeki anlatımı  ile II.Murşili'nin, şehri yağmalatmaması ve 3000 kişiyi alıp götürmesi birbiri ile örtüşüyor. Bu da bizi İsola'nın,  Dukkamma olabileceği sonucuna götürüyor.
            Yine, S. Yücel Şenyurt'un anlatımı ile, Hitit tabletlerinde yer alan II. Murşili’nin gücü karşısında korkan Azzi halkının dik yamaçlarda, yüksek dağlarda ve tahkimli kentlerde tutunabildikleri şeklindeki ifade, Azzi coğrafyası ve sosyal yapısı hakkında bilgi verdiği gibi, İsola ile karşılaştırıldığında, İsola 'nın Dukkamma olabileceği tezini kuvvetlendiriyor.
            Aynı şekilde, Betül Şenbak'ın, Azzi'lilerin,  Hitit ordularının ele geçirmekte zorlandıkları ve ulaşılması oldukça zor mevkilere kale kurdukları ve II. Murşili’nin  Azzi’ler arasından üç bin adamı kendi askeri birlikleri arasına almasının onların aynı zamanda iyi birer asker olduklarına ilişkin tespiti de İsola'nın, Dukkamma olarak lokalize edilmesini kolaylaştırıyor.
            Hasan Tahsin Okutan ve Ali Özdemir-Hasan Özhan'a göre, sadece Hititler döneminde değil, Frigler, Kimmerler, Medler ve Persler dönemlerinde de meskun olan İsola Kalesi, bir ucu Karadeniz'e uzanan Alucra'nın  İlimsu-Eşgüne  (Suyurdu-Demirözü) Yolu'nun darboğazı ağzına kurulmuş bir yerdi. İsola halkı, yedi yıl süren kıtlıkta Karagöl Dağı Kırklar Tepesine sığınmışlar, geri döndüklerinde de İsola'yı terkedip önce Eskiköy'e yeni bir kale yapmışlar, bilahare bugünkü yerleşimi oluşturmuşlardı.
            İsola'nın Dukkamma olması  neden önemli?
            Azzi ülkesi ve Azzililer hakkında Hitit tabletlerindeki sınırlı anlatımdan başka birşey bilinmiyor. Oysa ki, bazı tezlerde Dukkamma, Azzi ülkesinin merkezi olarak kabul ediliyor. İsola'nın Dukkamma olduğu sabitleşirse burada yapılacak kazılar, haklarında hiçbir şey bilinmeyen Azzililer ve Şebinkarahisar'ın Azzi/Hitit dönemi tarihi hakkında birçok bilginin ortaya çıkmasını sağlayabilir.
            Kısacası, Dukkamma, Nicopolis, Koloneia, Keygune, Karahisar-ı Şarki ve de Şebinkarahisar, Hitit/Azzi, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı,  şeklindeki süreç ile bir turizm merkezi niteliği kazanabiliriz. 


                                       İsola Kalesi ve kayanın eteğindeki Güneygören (İsola) Köyü


                                                  İsola Kalesi


                                    "İsola Kalesi"nin üstü (Fotoğraf çekim tarihi 30.09.2018)


            "İsola Kalesi"nden Şebinkarahisar'a Bakış (Fotoğraf çekim tarihi 30.09.2018)


 KAYNAKÇA:
1- Remzi Kuzuoğlu,  Eski Asurca Metinlerde Geçen Coğrafya Adları,  Doktora Tezi, Ankara 2007
2- S. Yücel Şenyurt,  Büyükardıç Kazısı, Ankara 2005
3- Pınar Bülbül Yaman,  Hitit Döneminde Anadolu Coğrafyası, Yüksek Lisans Tezi, Afyon 2006
4- Metin Alpaslan, II Murşili Dönemi, Doktora Tezi, İstanbul 2006
5- Sefa Yıldırım,  Okçular/Berta Havzası ve Çevresinde Tarihi ve Arkeolojik Araştırmalar, 
     Doktora Tezi, Erzurum 2007,
6- Veli Ünsal,  Eski Çağda Çoruh Havzası, Doktora Tezi, Erzurum 2006,
7- Özden Özdemir, İlkçağ Tarihinde Tercan ve Yakın Çevresi,  Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2005
     8- Habip Rıza Efendi (Gökçen) Aile Tarihçesi "Karahisar'a Ait" bölümü, 1933
     9- http://baydin2.blogspot.com.tr/2013/02/yerel-tarih_1101.html (Dukkamma)
    10- Betül Şenbak, Şiran ve Çevresi Höyük ve Kaya Mezarları, Yüksek Lisans Tezi, Erzurum 2006
    11- Hasan Tahsin Okutan, Şebinkarahisar, Giresun 1943
    12- Ali Özdemir-Hasan Özhan, İlçe Oluşunun 50. Yılında Şebinkarahisar, 1983



20 Şubat 2014 Perşembe

ŞEBİNKARAHİSAR KALESİ


                                                            
         
                        Şebinkarahisarlı olarak Kale'miz ile gurur duyarız. Ama, Kale hakkında, ayrıntılı ve derli toplu bir bilgimiz de yoktur.
            Aslında ilçemizde, Güneygören (İsola) Kayası'nda, Eskiköy'de ve Duman Kayası'nda, Turpçu Köyü Kalecik Mahallesinde eski yerleşim yerleri ve "kale" olduğu da biliniyor ama, biz değişik kaynaklarda yer alan bilgi kırıntılarını bir araya getirip, şehrin sırtını dayadığı Kale hakkında bir bilgi kaynağı oluşturmaya çalışalım.

         
        
                    Kaynak    Bir Zamanlar Anadolu'da Ermeniler Vardı Hala Var  Facebook Sayfası 
                                                                                               (temin eden Ünsal Çalık)       
    
             GİRİŞ

            Anadolu'da şehirlerin yerleşme ve gelişme sürecinin, imparatorluklara ve askeri-siyasal koşullara göre  sürekli değişiklik gösterdiği ifade ediliyor.
            Buna göre, Hitit İmparatorluğu döneminde, askeri ve siyasal merkezi gücün kurulmasına dayalı olarak ovalarda gelişen yerleşme süreci, İmparatorluğun son dönemlerinde siyasal-askeri koşulların değişimine bağlı olarak, sarp kayalıklar üzerindeki tahkim edilmiş kalelere yöneldi.
            Roma ve Bizans imparatorluk dönemlerinde ise merkezi otoritenin gücüne dayalı olarak kalelerden ovalara yönelen yerleşim süreci, önce Arap ve izleyen Türk fetih dönemlerinde imparatorluğun askeri ve siyasal egemenlik ya da gücünün değişimine veya zayıflamasına dayalı olarak kolay savunma olanakları veren kalelerle sınırlı alanlara çekildi.
            Selçuklu döneminde, özellikle 13. yüzyıldan itibaren merkezi idare mekanizmasının kurulması ve milletlerarası ticaret olanaklarının gelişmesine bağlı olarak, Bizans egemenliğinden devralınan kale  yerleşmeleri yeniden ovalara doğru yayıldı. Ancak, Selçuklu siyasal gücünün zayıflaması ve merkezî idare mekanizmasının ortadan kalkması sonucu başlayan siyasal belirsizlik döneminde diğer deyim ile Beylikler Dönemi'nde yerleşmeler yeniden kalelere çekildi.
            Osmanlı İmparatorluğunun XVI. yüzyılda ulaştığı güçlü merkezi yapıya dayanan siyasal ve askerî egemenlik düzeyine bağlı olarak bedesten ya da han adı verilen ekonomik kurumların yapımı ile Anadolu kentleri, yeniden sur dışına yayıldı.
             Anadolu'daki pek çok kale ya ortaçağda ya da Bizanslılar tarafından yapıldı ya da onlar tarafından önemli onarımlardan geçirildi. Bizanslılar özellikle İran ve Arap saldırılarına karşı sınır kentlerini, anayolları ve geçitleri kalelerle koruma altına aldı. Türkler, Anadolu'ya geldikleri zaman çoğu sağlam vaziyette pek çok kale ile karşılaştı, bu kaleleri onararak kullandı, ek yaptı, yenilerini kurdu. Osmanlılar ise, ordunun geniş alanda güvenli sağlama yeteneği olması ve yerel direnme noktalarının gelişmesinin engellemek kaygısı ile Anadolu'da birkaç büyük kale dışında kale yapımına önem vermedi, var olanları kullanmaya devam etti.            
            Tarihi açıdan kale, bir toprağı araziyi, yani coğrafi mekanı elde tutmanın, oraya "benimdir" demenin temel koşullarından biri olarak kabul ediliyor. Kalenin işlevi ülkenin iç ve dış güvenliğini sağlamak, yapısı ve yapımı mimari gösterge, insan unsuru da devamlı iskan anlamına geliyordu. Devamlı iskan, kalede sürekli yaşama için gerekli kışla gibi askeri yapılar ile ev gibi sivil yapılaşmayı da beraberinde getirdi. Bu çerçevede kalede evi olmak oranın esas yerlisi olmak anlamında değerlendirildi. "Kale", 1826'ya kadar Türk yaşamında etkisini devam ettirdi.
             Şebinkarahisar Kalesi'nin çağlar  içindeki önemi ve konumu da, Anadolu'daki yerleşme seyrine ve  devletlerin uygulamalarına göre farklılık gösterdi. 

            KALE'Yİ KİMLER YAPTI?

            Bugüne kadar  arkeolojik kazı, yüzey araştırması veya bilimsel inceleme yapılmadığı için Kale'nin ne zaman ve kim tarafından yapıldığı konusunda net bir bilgi bulunmuyor.
            Bizanslı tarihçi Procopius 550'lerde yazdığı De Aedificiis (Yapılar veya Binalar Üzerine) adındaki kitabında, "Romalı General Pompey’in bölgeyi aldıktan sonra ve kazandığı zaferlerle birlikte bölgenin tek hakimi olmuştur ve bu şehri her anlamda daha güçlü hale getirmiştir. General Pompey’in, Koloneia ismini verdiği bu bölgede bulunan sarp bir tepenin doruğuna bir kale inşa edilmiştir" sözleri ile Kale'nin Romalılar tarafından yapıldığını ifade etmesine karşın günümüz tarihçileri Pompeus'tan 500 yıl sonra yaşamış Procopius'un bu anlatımına fazla itibar etmiyor.
            Örneğin, Türk Tarihçilerinden Besim Darkot,  Romalılardan daha önce, İmparator İskender'in Anadolu'yu istilası ile İÖ 334'lerde başlayan Hellenistik Dönem'de de burada yerleşim olduğunu belirtirken, Haşim Karpuz da Kale'nin tarihinin Roma döneminden daha eskiye gittiğini, Hitit ve Urartu dönemlerine kadar indiğini, Pompeus'un bölgeyi ele geçirdiği esnada yıkılan kaleyi onarmış olabileceğini ifade ediyor. Benzer şekilde, Osmanlı döneminde Karahisar-ı Şarki'ye de uğrayan gezginlerden Franz ve Eugene Cumont, Kale'deki su yapılarının Kale'nin antik çağda yapılmış olduğunun kanıtı olduğunu belirtiyorlar.
            Habip Rıza Efendi (Gökçen) büyüklerinden naklen, Kale'nin, kuraklık nedeniyle Karagöl Dağının Kırklar Tepesi'ne gidip de yedi yıl sonra dönen geçmiş zaman insanları tarafından yapılmış olduğunu yazıyor. Ancak bu kalenin şimdiki Kale olup olmadığı ifadelerinden anlaşılmıyor. Yunanistan'da yaşayan Şebinkarahisar kökenli Rumlar da, Kale'nin Roma dönemine ait surlarla çevrili olduğunu ve eski taş ustalarının anlatımı ile yapımında Busait'te var olan taş ocağından getirilen yumuşak taşların kullanıldığına belirtiyorlar.
            Hitit tablet metinlerinde geçen Dukkamma'nın Şebinkarahisar olduğu kabul edilmesine karşın Kale'nin ilk kez kim tarafından inşa edildiği, Kale'nin Hitit'ler tarafından kullanılıp kullanılmadığı şimdilik kesin değil. Hasan Tahsin Okutan, Hititler dönemindeki kalenin İsola (Güneygören) Kalesi olduğunu ifade ediyor.    Yine, Habip Rıza Efendi (Gökçen) de büyüklerinden işittiğinden naklen Hititler zamanındaki kalenin Güneygören köyünde olduğunu söylüyor.
            Ancak Kale'nin Pontos İmparatorluğu'nun en önemli kalesi olduğu tarihçiler tarafından dile getiriliyor. Şebinkarahisar'ın, bölgenin oldukça önemli bir parçası olarak Pontus krallarının dikkatinden kaçmadığı ve Mithridates’in yetmiş beş hazine kalesinden birisi olmayı başardığı, Amerikalı tarihçiler Anthony Bryer ve Davıd Wınfıeld tarafından ifade ediliyor. O dönemde Paryadros olarak adlandırılan bölge,  Amasyalı eski tarihçi Strabon'a göre, iyi sulanmış ve ormanlık alanların bulunuşu  ve birçok yerin derin vadiler ve dik uçurumlar ile kaplı oluşu böyle kaleler yapmaya çok elverişliydi. Pontos Kralı  VI. Mithridates Eupator, bu bölgede 75 kale yaptırdı ve hazinelerini bu kalelerde sakladı. Bu kalelerden Hydara, Basgoidorize ve özellikle de Sinoria (Synoria) çok ünlü idi. Bryer ve Wınfıeld, "Sinoria" kalesinin Şebinkarahisar Kalesi olabileceğini belirtiyor. Ancak başka bir Amerikalı yazar Adrienne Mayor ise  Sinoria Kalesi'nin, Bayburt'un Sınır (Çayıryolu) Köyü'nde olduğunu iddia ediyor.
            Hasan Tahsin Okutan, Pontos Krallarının kullandığı kalenin, şimdiki kale değil Hacıömer Köyü'nün Eskiköy Mahallesindeki Akkaya üzerinde kurulu kale olduğunu, Kolonia kalesi olarak isimlendirdiği bu kalenin Kimmerler tarafından yapılmış olduğu iddiasında.
            Bryer ve Wınfıeld ayrıca, Procopius'un Kale'de bulunan büyük beş adet ve kayadan yapılmış tünellerin Pontos mimarisinin tipik örnekleri arasında gösterildiğini söylediğini, Kalede şu anda bulunan duvarların kesinlikle antik kayalardan kesilerek yerlerine oturtulduğunu,  fakat bu duvarlarda Roma öncesi mimarinin izleri görülmediğini, bu durumun Pompeius'un antik kaleyi tahrip ettiğini kanıtladığını, ancak tarihçi J. G. Taylor tarafından 1866 yılında Kale'de bulunan ve okunan iki Latin yazısının bu bölgede daha önceden bir Roma kolonisinin var olduğunu gösterdiğini ifade ediyorlar. 
              Yine, Bryer ve Wınfıeld'e göre, kalenin kontrol ettiği bölgeler yüzölçümüne ters orantılı bir şekilde pek de değerli bölgeler arasında yer almıyordu. Yaz aylarında zaptedilmez kış aylarında ise yoğun kar yağışı nedeniyle ulaşılamayan bir yerdi ve stratejik önemden çok bir sığınak görevindeydi. Fakat bölgede bulunan ve Roma döneminde dahi işletilen şap madenlerini ve kuzeydeki Giresun yolunu kontrol altında tutabilmişti.
            Şap madenleri önemli olduğu için Romalıların burada bir koloni kurmuş olduğu ve burada uzun yıllar hüküm sürdüğü söylenebilir ise de, o dönemde Bayramköy'de Pompeus tarafından kurulmuş Nikopolis şehri, kalabalık bir şehir olarak daha önemliydi.  415 yılında, Paul taraftarları da denilen Paulicienler’in yoğun olarak yayıldığı bölge içinde, St Paul’un mektuplar gönderdiği altı kasabanın adını taşıyan altı kolun merkezi olan Şebinkarahisar ve Kale, asıl önemine Bizans İmparatoru Justinianus Dönemi’nde kavuştu ve piskoposluk merkezi haline geldi.
            Koloneia ve Kale, Nikopolis'in 499 yılında yaşanan 8 şiddetindeki depremde tamamen yıkılmasından ve zaman içerisinde boşalmasından sonra önem kazandı. 527-565 yılları arasında hüküm sürmüş olan Bizans İmparatoru Justinianus, Procopius'a göre, şehir merkezi olarak kabul ettiği Koleneia’yı güçlendirmek için çok çaba sarf etti, Kale'yi daha güçlü hale getirtti, surlarını onarttı, Kale'ye bir kilise yaptırdı  ve bu süreç içinde bölgeye zenginlik sağladı.
            Kale, zamanla Bizans İmparatorluğunun kuzey doğu sınırındaki kalelerin en önemlisi ve Koloneia Themasının en önemli şehri konumuna ulaştı. Bizans devrinde de kaleler genellikle yüksek ve sarp kayaların üzerine yapılıyordu. Procopius da eserinde "Dağ tepesi uçurumunda" nitelemesi ile Kale'nin bu niteliğini ortaya koymuştu. Tarihçi W.M. Ramsay'a göre, Şebinkarahisar'ın askeri önemi o kadar büyüktü ki, Bizans Savaşlarının başlıca kalelerinden biriydi.
            Kalenin uzaklığı onu, dönemin Arap akınlarından korumuş olmasına karşın, 778 yılında Emevi komutan Yezid Ben Usaid al-Sulami kaleye saldırdı. Kale'nin bu tarihte Arap'ların eline geçip geçmediği tam belirlenebilmiş değil. Besim Darkot gibi bazı tarihçiler geçici bir süre ile Arap'ların eline geçtiğini ifade etmelerine karşın, günümüz tarihçileri böyle bir işgalden bahsetmiyor. Ancak, 940 yılında başka bir Arap Abbasi komutanı Sayf ad-Dawla Koloneia (Şebinkarahisar) bölgesini tahrip etmek üzere Bizans arazisine girdi, hilâfet merkezinde karışıklıklar çıkınca da geri dönmek zorunda kaldı. Çevre halkı, özellikle de Nikopolis'de yaşayanlar Arap saldırılarında Kale'ye sığındı. Koloneia ve de Kale, Bizans  sınır askeri ili olarak ağırlığı arttı.
            Koray Özcan'a göre, arkeolojik araştırma bulguları, Bizans kentlerinin Selçuklu fetihleri öncesinde (ve sürecinde) temelde savunma ve dinsel gereksinimlerine hizmet eden piskoposluk merkezleri işlevi üstlenmiş tahkim edilmiş kale-kentler (Castron) niteliğinde olduğunu ortaya koyuyor. Nitekim Bizans döneminde Koloneia Theması idare merkezi olarak Kögonya (Koloneia) ya da Mavro Castron (Kara Hisar) olarak adlandırılan kent ve kale, milletlerarası düzeyde dış satım ürünü olarak ekonomik öneme sahip şap madenlerinin üretim–dağıtım merkezi olmasının yanı sıra Sebasteia (Sivas) - Satala (Kelkit Sadak Köyü) -Theodosiopolis (Erzurum) güzergâhında uzanan Bizans Askeri Yolu olarak tanımlanan askeri faaliyetlere yönelik ulaşım kanalı üzerindeki stratejik konumu ile ekonomik ve askerî organizasyon merkezi işlevi kazandı.
            Yerleşme/şehirleşme açısından da, Türk fethi öncesinde Bizans kale kentleri, bir iç kaleye ve örgütlü bir ticaret alanına, kent dışında pazar yerine ve varoşlara  sahipti. Selçuklu kolonizasyon politikaları eşliğinde göçebe-yarı göçebe Türkmen gruplarının sürekli yinelenen sınır ötesi fetih ve akınları, özellikle Bizans-Selçuklu siyasal sınır bölgelerinde Türk nüfusunun yığılmasına neden oldu ve artan nüfusun ortaya çıkardığı yerleşme talepleri, Castron (kale-kent) niteliğindeki Karahisar yerleşmelerinin ve de Şebinkarahisar'ın mekânsal yapısını evrime zorladı. Bu mekânsal evrim sürecinde, Karahisarlar Bizans dönemi Castron (kale-kent) yerleşme alanından, Selçuklu Sultan ve emirleri veya şeyh ve dervişler tarafından yapılandırılan cami ya da medrese veya zaviye gibi Türk-İslâm kolonizasyon yapıları yoluyla sur dışına yayıldı.
            Nitekim. Eren Yürüdür ve İhsan Bulut, başlangıçta Kale içinde toplanan yerleşmenin 10 veya 11. yüzyıllarda kale dışına taştığını, Şebinkarahisar’ın Türkler tarafından fethi ile birlikte yöreye gelen göçmenlerin Kale dışında yerleşmiş olabileceğini belirtiyor. Yine büyüklerinden naklen, Habip Rıza Efendi'ye göre, "(şehir halkı) eski şehrin yerinde olan bağları da eker biçer götürür kalede yerlermiş. Çoğaldıkça kalenin varoşuna dışarısına çıkmaya başlamışlar. O zamanlar insanlar birbirlerine kavinin zayıfa taarruz ve garat etmeyi mübah sayan derebeylerinin taarruzları vukuunda yükte yenlik bahada ağır eşyalarını alarak kaleye iltica ve bedenlerden hasma müdafaa ve mukabele ederlermiş"


                   Kaynak: T.A. Sınclair, Eastern Turkey: An Archıtectur and Archaeological Survey, Vol II 
                                                                                                         (Temin eden Doğacan Aydın)

            TÜRKLER GELDİĞİNDE

            Bilindiği gibi, Malazgirt Savaşı öncesinde, Anadolu’ya girip çıkan ve bölgeyi yoklayan Türkmen kitleleri, Malazgirt Savaşı sonrasında bir daha çıkmamak üzere Anadolu’ya yerleşti. Bu süreçte, Türklerin Anadolu'ya son girdikleri tarihten Fatih Sultan Mehmet tarafından Osmanlı topraklarına dahil edilene kadar Kale, bir çok kez el değiştirdi.  
            1018 yılında Selçuklu Emiri Çağrı Bey Anadolu'ya girerek Sivas, Malatya, Şebinkarahisar'a kadar olan Bizans kale ve topraklarına büyük tahribat verdi. Türkmen grupları 1057 yılı sonunda Şebinkarahisar ve çevresine akınlar düzenledi.
            Bryer ve Wınfıeld'ın verdiği bilgilere göre, 1057 yılında şehir ve kale, Koloneia Lejyonu adı verilen askeri birliğin komutanı ve aslen Koloneia doğumlu olan Bizanslı general Mikephoros Katakalon Kekaumeous’un elinde idi. Kekaumeous, İsaak Komnnenos'un, İmparator Manuel'e karşı ayaklanmasında ona  büyük destek verdi ve Koloneia'dan ayrıldı. 1058 yılında da Emir Dinar komutasındaki Türkmen savaşçıları Kelkit Vadisi'ne girerek Şebinkarahisar'ı ve de Kale'yi aldı.
            Kale  1068 yılında, aynı yıl Bizans İmparatoru olan Romanos Dıogenes (Romen Diyojen)'in eline geçti. 1069 yılında da Kaptan Robert Crispin  önderliğindeki Norman-İtalya birliği Koleneia’yı ele geçirdi. 1071'de Bizans İmparatoru olan Romanos Dıogenes (Romen Diyojen) Malazgirt'e giderken Şebinkarahisar'a uğradığına göre, Kale ve şehir o tarihte yine Bizansın elinde bulunuyordu.
            1071 yılı Malazgirt Savaşı'ndan sonra Sultan Alpaslan'ın o tarihte adı Kögonya olan Şebinkarahisar ve havalisini Emir Mengücek'e kılıç hakkı adı altında ikta olarak verdiği bazı tarihçiler tarafından ifade edilmekte ise de, tarihçi Mükrimin Halil Yinanç, 1074 yılından itibaren Şebinkarahisar'ın ve Kale'nin, daha doğrusu Kelkit Vadisi'nin Danişmentlerin hakimiyetine girmiş olduğunu iddia ediyor. Ancak, beylikler arasındaki çekişmeler sonrasında, 1106 yılında Trabzon Kommenos Devleti Kralı Theodora Gavras tarafından geri alınan ve oğlu Gregory Toronites’in Dönemi’nde de Kommenoslar’ın elinde kalan, 1170 yılında Saltuklu hakimiyetine giren  kent ve kale, ancak 1173 yılında Mengücekliler tarafından alındı.
            Pars Tuğlacı, Şebinkarahisar'ın 1174'de Bizans'a geçtiğini, Mengücek Emiri Behramşah'ın 1184 yılında yeniden aldığını belirtiyor. Ne zaman Saltuklulara  geçtiği bilinmese de 1202 yılında da Saltukluların hükümranlığına son veren Selçuklular'ın Kögonya'yı Mengüceklere bıraktığı tarihçiler tarafından dile getiriliyor.
            Erzincan'da bulunan ve 1162 'den 1225 yılına kadar da beyliği yöneten Mengücek Emiri Fahreddin Behramşah,  Hasan Tahsin Okutan'a göre, Şebinkarahisar'a yönelik bir Bizans saldırısına karşı o tarihteki ismi Keygune olarak bilinen Şebinkarahisar'a gelerek Avutmuş'ta yapılan savaşı kazandı. mevcut kalenin yetersiz olduğundan yıkılmasını ve bugünkü yerine yeni bir kale ve kale içine bir saray, kale dışında savaşı kazandığı bugünkü Avutmuş mahallesine ise bir cami yapılmasını emrederek, kent ve kalenin yönetimini oğlu Muzafferiddin Mehmed’e bırakarak, Erzincan’a geri döndü. Muzafferiddin Mehmed,  de babasının isteklerine uygun olarak, kalenin en yüksek noktasına bir iç kale, dışarıdan bakılınca tek kat içeriden dört kat olan kule ve saray ile birlikte yaptırdı.
            Hasan Tahsin Okutan'ın Behramşah'ın yıkılmasını istediğini söylediği kale, kendisinin Kolonia kalesi adını verdiği muhtemelen Eskiköy yakınlarındaki kale. Habip Rıza Efendi (Gökçen) de  büyüklerinden işittiğine göre, Behramşah'ın yıktırdığı kalenin Hacıkayası'ndaki eski kale olduğunu söylüyor.  
            Pars Tuğlacı ile Necdet Sakaoğlu ise, Keygune/Kolonia Kalesi'nin Bayramköyde olduğunu ve Behramşah'ın bu kaleyi yetersiz bulduğunun ifade ediyor. Nitekim Procopius'e göre, Bizans İmparatoru Justinianus, zamanla zarar gören ve çökmek üzere olan Nikopolis  şehrinin duvarlarını da yeniden inşa ettirmiş, onları daha yeni hale getirmişti.
            Bizans imparatorlarından, “köylülerin imparatoru” olarak anılan  ve 1183-1185 yılları arasında Bizans’ı yöneten  Andronikos  I  Komnenos, imparator Manuel I Komnenos tarafından Ermenilerle savaşması için Vali olarak atandığı Kilikya’ya bulunduğu sırada, Kudüs’te bulunan imparatorun Kudüs Kralı Baudin’den dul kalan  yeğeni Teodora’yı kaçırarak Kuzey Suriye ve Doğu Anadolu’da Türk beylerinin ve prensliklere sığındıktan sonra, Şebinkarahisar Türk Beyi'nin yanına geldi. Şebinkarahisar beyi Trabzon sınırına yakın bir yerde kendisine yurtluk verince de Şebinkarahisar’a yerleşti ve burada bulunduğu sürede de Şebinkarahisar Beyi ile Trabzon ve Bizans sınırlarına yapılan seferlere katıldı.
            Fahreddin Behramşah’ın ölümünden sonra,  1225-1228 yılları arasında Şebinkarahisar Emiri olan Muzafferiddin Mehmed'in kaleyi yeniden yaptırmayıp onardığı tarihçiler arasında genel kabul görüyor. Kalenin, şu anda da kullanılan ana kapısının Selçuklu ya da Türk yapımı olduğu konusunda tarihçiler hemfikir.
            Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad, 1228 yılında, Şebinkarahisar'ı alması ve Mengücek egemenliğine son vermesi için Mübarizeddin Ertokuş'u  görevlendirdi. Mubarizeddin Ertokuş’un kaleyi kuşatması esnasında yine İbn Bibi'ye göre, "içeriden ve dışarıdan kalabalık bir halk katl olundu. Melik, (Muzafferiddin Mehmet) halkın iki taraf olmasından ve neticenin fenaya varacağından çekinerek  kalenin teslimine karşılık  memleketin bir tarafından kendisine bir tımar bağlanması için elçi gönderdi." Önerinin Keykubat tarafından kabul edilmesi ile, Muzafferiddin Mehmet'e Kırşehir tımar olarak verildi ve  Kale Selçuklu egemenliğine geçti.          
            "İbni Bibi" adıyla tanınan" El-Hüseyin B. Muhammed B. Ali El-Ca’feri Er-Rugadi" adındaki 13. yüzyıl Selçuklu  tarihçisi, El Evamirü’l-Ala’iye Fi’l-Umuri’l-Ala’iye (Selçukname) isimli eserinde, Şebinkarahisar Kalesi'nden “...sınırsız ve benzersiz zahirelere, denizler gibi dalgalanan derin su sarnıçlarına, kırk depoya, dağlar gibi üst üste yığılmış üç ev dolusu yağ, bal, badem, şeker, tuz ve oduna ve ‘orada akla gelebilecek her şey en iyi cinsiyle ve bol miktarda vardı./ Savaş atlarının ve ceng aletlerinin sayısı hesaba kitaba gelmezdi./ Bin kişi orada yüz yıl yaşasa, seçkin bir süvari olarak taş gibi kalırdı./ İçecekten, yiyecekten, giyecekten gerekli olan başka her şeyden ve serilecek eşyadan/ Orada yeteri kadar ve iyi kalitede vardı. Kimsenin dışarıya bir ihtiyacı yoktu.’ şeklinde tasvir edilen duruma sahip ...” şeklinde söz ediyor.
            Şehirleşme/yerleşme açısından bu dönemde, Anadolu'daki Karahisar yerleşmelerinin demografik büyüklüklerinin 100–300 kişi arasında değişen büyüklüklerde olduğu, mekânsal büyüklüklerinin ise her birinin topografik koşul farklılıklarına göre 0.30–1.20 hektar arasında değişkenlik gösterdiği ifade ediliyor. Koray Özcan, bu çerçevede Şebinkarahisar'ın  300 kişi kapasiteli 1.20 ha yüzölçümünde bir yerleşme/kale olduğunu ileri sürüyor.
            Selçuklu döneminde örgütlenmiş Anadolu yerleşme sistemi içinde Karahisar yerleşmelerinin, Selçuklu savunma sisteminin mekânsal unsurları olarak siyasal sınırların güvenlik ve denetimin sağlanmasının yanı sıra dışsatım ürünü olarak ekonomik milletlerarası düzeyde potansiyele sahip maden kaynaklarının güvenli olarak işletilmesi ve pazarlanmasına yönelik işlevlere de hizmet ettiği söyleniyor ki, özellikle de Şebinkarahisar bu niteliği haiz olarak kabul ediliyor. Karahisar yerleşmelerinin, yiyecek ambarları, cephanelikler, sarnıçlar gibi zorunlu yaşamsal gereksinimler ile cami ya da mescid gibi Türk–İslâm kolonizasyon yapılarından oluşan mekânsal öğeleri, askerî işlevlerin mekânsal yapı üzerindeki etkisini ortaya koyması bakımından önemli sayılıyor.
            1243 Kösedağ Savaşı’nın ardından oluşan kargaşadan yararlanan Trabzon Rum imparatoru I. Manuel Kommenos, kaleyi ele geçirse de, Şebinkarahisar Moğolların 1256 yılında başkenti Tebriz olmak üzere ve Anadolu'yu da kapsar şekilde kurduğu İlhanlıların egemenliğine girdi.
            1277 yılında Memlukler ile Moğollar arasında yapılan ve Moğol ordusunun tamamen yok edildiği Kayseri yakınlarında yapılan savaşta Selçukluların yer almamasından Selçuklu yöneticisi Pervane Muineddin Süleyman'ı sorumlu tutan ve Anadolu'ya gelen İlhanlı Hükümdarı Abaka Han, yanına Pervane'yi alıp onun mülke dönüştürdüğü iktası Kögonya'ya geldi. Abaka Han, çok sağlam olan Kögonya Kalesi'nde Pervane'nin hazinesini sakladığını bildiği için hem hazineyi ve hem de kaleyi almak istedi. Sahip sıfatı ile Pervane, Kale'ye giderek kalenin Abaka Han'a teslim edilmesini söyledi. Kale'nin kütüvali'si (muhafızı) Seyfeddin, "sen artık esirsin" diyerek efendisinin emrini yerine getirmedi. 
            Zaman içinde zayıflayan otorite boşluğundan yararlanan İlhanlı veziri Emir Timurtaş’ın oğlu Şeyh Hasan-i Küçük, “Şebinkarahisar Beyliği”ni kurdu. 1330 yılında kurduğu beylik yönetimini 1338 yılına kadar sürdüren Şeyh Hasan-i Küçük, amcası Surgan İbn-i Çoban’ı Kalenin o tarihte meşhur olan zindanlarına hapsetti.
            Kale, 1343 yılında da Eretnalılar’ın eline geçti ve 1357 yılına kadar da Eretnalıların kontrolünde kaldı. Emir Eretna, Şebinkarahisar'ı aldığında Çobanlı Şeyh Hasan-ı Küçük'ün Şebinkarahisar Kalesi'nde hapsettirdiği amcaları Surgan ve Yağı-Bastı Beyleri serbest bıraktı. Hasan Tahsin Okutan'a göre bu tarihte Şebinkarahisar, tam olarak kim olduğu bilinmeyen Behramşah isminde birinin yönetiminde idi. Onun ölümü ile Alaeddin Eretna Şebinkarahisar'a Rükneddin Kılıçaslan'ı emir olarak tayin etti. Bu atama Behramşah'ın oğulları Melik Ahmet ve Melik Nebi'yi rahatsız etti. Yine Hasan Tahsin Okutan'a göre, Alaaddin  Eretna'nın ölümünden sonra ise  Melik Ahmet Şebinkarahisar'ın yönetimini ele geçirdi.             
            1362 yılında Erzincan için Sivas'tan diğer deyim ile Eretna'dan ayrılan Emir Pir Hüseyin Şebinkarahisar'ın yeni beyi oldu. Emir Pir Hüseyin'in aynı yıl Erzincan'ı ele geçirmesinden ve buradan ayrılmasından sonra Şebinkarahisar, Koyulhisar'da bulunan ve "Rükneddin" ek ismini kullanan Kılıçaslan'ın eline geçti.
            Rükneddin Kılıçarslan'ın 1380 yılında Kadı Burhaneddin tarafından öldürülmesinden sonra, Şebinkarahisar Melik Ahmet'in eline geçti.  Prof Dr. Yaşar Yücel'e göre ise Eretna Beyi  Mehmet'in naipliğini alan Kadı Burhaneddin, hapiste olan Emir Malik Ahmet'i çıkararak Şebinkarahisar'ın emaretini ona verdi. Şebinkarahisar Melik Ahmet'in ilk yaptığı iş, Kılıçarslan tarafından  Kalede hapsedilen Seyyid Hüsam'ı salıvermek oldu. 1394 yılı baharında Şebinkarahisar'ı kuşatan ve başarılı olamayan Kadı Burhaneddin tüm çabalarına rağmen ölene kadar Şebinkarahisar'a boyun eğdiremedi.  Melik Ahmet ve 1404 yılında onun ölümünden sonra Şebinkarahisar'ı yöneten oğlu Hasan Bey ile Osmanlı şehzadesi Çelebi Mehmet arasında iyi ilişkiler vardı.
            1403 yılında yerel Türkmen Beyi Gözleroğlu Şebinkarahisar kalesini kuşattı. Osmanlı tarihçisi Neşri'ye göre, Amasya'da bulunan Çelebi Mehmet'e "..ansızın  haber geldi ki, Gözleroğlu Ali Bey sekizyüz ev kadar kişi ile gelip Karahisar'ın üzerine düştü ve şehrini alıp hisarını kuşattı. Kale halkı gayet bunalmıştır...yardım yetişmezse hisar elden gider, .. O gün bütün gece yürüdüler, sabah olmadan düşmana yetiştiler. Sabahtan öğleye kadar savaşarak dünyayı düşmanın gözünde dar ettiler. Gözleroğlu kaçtı.."
            1418 yılından bağımsızlık ilan eden Karakoyunlu Yusuf Bey, Akkoyunluların elindeki Erzincan'ı alarak Pir Ömer'i vali tayin etti. Erzincan Valisi Pir Ömer bağımsızlık ilan ederek 1419 yılında Şebinkarahisar’ı kuşattı. O tarihte Şebinkarahisar hakimi olan  Malik Ahmet'in oğlu Hasan Bey, Amasya Valisi Şehzade Murat'tan yardım istedi. Pir Ömer, Osmanlı kuvvetleri tarafından ağır bir bozguna uğratıldı. Bununla birlikte, Pir Ömer Şebinkarahisar Kalesi'ni fethetti.  Kale ve Şebinkarahisar 1422 yılında Akkoyunluların eline geçti. 1457 yılında meydana gelen bir ayaklanmayı bizzat  Uzun Hasan Şebinkarahisar'a gelerek bastırdı.
            Yine şehirleşme/yerleşme açısından özetlemek gerekirse, yukarda da görüldüğü ve Koray Özcan'ın da belirttiği gibi, genelde Anadolu'daki Karahisar'lar ve özelde Şebinkarahisar ve Kale'si, Selçuklu Devleti’nin İlhanlı tabiiyetine girdiği gerileme ve çöküş döneminde, Selçuklu savunma sisteminin bozulmasına dayalı olarak, kimi zaman İlhanlı yönetimine başkaldıran Türkmen grupların veya meliklerin denetim ve gözetim altında tutulduğu sürgün yeri, kimi zaman da İlhanlı tabiiyetindeki Selçuklu sultanları ya da emirlerinin kişisel servetlerini sakladıkları merkezler olarak kullanıldı.
            İlhanlı tabiiyet dönemi sonunda, Selçuklu Devleti’nin gerek siyasal gerekse kurumsal açıdan yıkılması ile ortaya çıkan çok parçalı siyasal yapılanmalar döneminde ise, “Türk Beylikleri” olarak tanımlanan yerel siyasal yapılanmaların örgütlendiği yerleşmelerden biri haline gelen Şebinkarahisar, Osmanlı döneminde ise Anadolu’nun siyasal–askeri koşul ve önceliklerinin değişmesine dayalı olarak yeniden örgütlenen ulaşım ve haberleşme ağı kapsamında yer aldı.



            OSMANLI'DA KALE
                                                                   
            Bilindiği gibi, Kale'yi ve de Şebinkarahisar'ı, Fatih Sultan Mehmet Osmanlı topraklarına kattı. 1473 yılında Uzun Hasan'la savaş için yola çıkan Fatih, Şebinkarahisar önlerine geldiğinde, Avusturyalı tarihçi Joseph von Hammer'in 1827-1835 yılları arasında yazdığı Osmanlı tarihi ile ilgili kitaptaki anlatımı ile, "(Sadrazam) Mahmûd Paşa dîvân-ı hümâyûnda evvelâ Kara-Hisar kalesinin fetholunması lâzım geleceğini ve o kadar müstahkem bir kalenin ordunun arkasında ve düşmanın elinde bırakılmasının pek tehlikeli olduğunu söyledi. Fatih de bunun üzerine hiddetlenerek 'maksad kaleler fethi değil, ordular mağlûp etmektir' dedi"
            Tursun Bey tarafından II. Beyazıt döneminde yazılan  Tarih-i Ebü'l-Feth isimli kitaptaki ifade ile, "Azerbaycan kalelerinin en ünlüsü olan, sarplık ve  sağlamlığı ile kale -ki ne kale ki burcu göğün en yüce katı/bozulmaya karşı korunmuş, zarara karşı güvenli-" Şebinkarahisar Kalesi savaş dönüşü fethedildi. Benzer şekilde, Hammer de Kale'den "Ermenistan'ın o kısmının en müstahkem mevkilerinden" şeklinde bahsediyor.
            29 Ağustos 1473  (5 Rebiülahır 878) tarihinde  Fatih Sultan Mehmet tarafından Şebinkarahisar'da yazılarak, Timur'un torunu ve Horasan Emiri Hüseyin Baykara  ile Kastamonu Valisi Şehzade Cem'e   gönderilen zafernamede Şebinkarahisar Kalesi'nin alınması şöyle anlatılıyor: "..ondan sonra rebiülevvel ayının yirmi dokuzuncu çarşamba günü oradan (Burada bahsedilen Bayburt) kalkarak Karahisar üzerine geldik.  Tanrının inayeti ile topları kurup kalenin duvar ve sefillerini yıkmaya başlar başlamaz içindeki Lala şeyhi Dara Bey aman dileyerek çıkıp Mahmudi Paşa Bey'e yalvarmışlar.  Mahmudi Paşa Bey onları alıp, şefaat dileyerek  gelmeleri üzerine biz günahlarını bağışladık.  Karahisar'ın eski raiyet ahalisini hisardan çıkarmayarak, kendi adamlarımızdan bin kişiyi, bol zahire ile Karahisar'a koyduk.  Diğer asker nüfusu oradan kaldırarak birlikte götürmekteyiz. Şimdi tanrı inayeti ile kışlamak üzere İstanbul'a gelmekteyiz...Tarih sekiz yüz yetmiş sekiz yılan yılı  rebiülahır ayının beşinde  Karahisar'da iken yazıldı."
            Fatma Acun'a göre, fetihten sonra oluşturulan idari yapılanmanın merkezi olan Şebinkarahisar'a Mevlâna Seydi Sadreddin adlı kadı tayin edildi, bölgeyi idare etmek üzere bir serasker, bir de zaim görevlendirildi. Kale'de ne tür düzenlemeler yapıldığı henüz tam olarak saptanabilmiş değil, ancak 1485 yılında yapılan ilk tahrir defterinde Kale ile ilgili görevler ve görevleri yürüten  isimler yer alıyor.
            Fethedildiğinde, bir kale, bir grup gayrimüslim ve kalede yaşayan Müslüman asker nüfustan oluşan Şebinkarahisar, devletin uyguladığı ekonomik ve sosyal politikalar ile zaman içinde şehir niteliğine kavuştu. Osmanlı-Akkoyunlu çekişmesi nedeniyle  köylerin % 40'ı boşalmış olmasına rağmen, kalesi ve şap madeni sayesinde sadece Şebinkarahisar'da yerleşik önemli bir nüfus bulunuyordu. Yine kalesi ve şap madeni sayesinde de zaman içinde Osmalının idari yapılanması içinde önemli bir konuma ulaştı. Bayburt ve Kemah'ın Osmanlı topraklarına katılmasına kadar sınır bölgesinde kalan Kale'si ile başlangıçta idari-askeri şehir iken, 1520'den itibaren, bugün Ordu, Giresun, Sivas'ın merkez ve ilçelerinden oluşan olan büyükçe bir bölgenin yönetim merkezi oldu.
                Yavuz Sultan Selim'in Trabzon Valiliğindeyken kardeşi Şehzade Ahmet ve babası II. Beyazıt  ile yaşadığı iktidar çekişmesinde, Şebinkarahisar tartışma konusu oldu. Trabzon Valisi Şehzade Selim,  1509 yılında Süleyman'a (Kanuni) sancak verilmesi hususunda yaptığı müracaata aldığı cevapta ona Sultanönü sancağının verilebileceğini, bunun uzak olduğu ileri sürülürse Giresun, Körtun (Kürtün) ve Şiryan'ın (Şiran) tahsis olunabileceğini öğrendi. Babasına yazdığı mektupta, "Körtun subaşılığı galiba onaltıbin akçe yazar veya cüzi ziyadesi vardır. Giresun ise sadece bir kaladır. ...Şiryan nahiyesinin dahi köy suretli kaç köyü var idüği ve yazusu ve hasılı ne idüği defterde yazılıdır ve halkın malumudur. Esasen yarısından çoğu da kızılbaşların elindedir" gerekçesi ile teklifi reddedip, Karahisar-ı Şarki'nin veya Kefe'nin verilmesini istedi. Süleyman'a Karahisar'ı Şarki verildi ancak Amasya Valisi bulunan Şehzade Ahmet, kendi vilayetine bitişik olan buranın Süleyman’a verilmesine razı olmadı.
            XVI. yüzyılın ikinci yarısında yaşayan Osmanlı tarihçisi Gelibolulu Mustafa Ali, "Kühnü'l-ahbar" isimli kitabında, Şebinkarahisar teklifi reddedilen Selim’in burayı zorla ele  geçirmek için hareket edip sancak beyini kaçırttığını, onun da gidip II. Bayezid’e durumu bildirdiğini belirtiyor.  Süleyman'ın Karahisar-ı Şarki'ye gelip göreve başlayıp başlamadığı belli değil. Ancak bazı yazarlar Kanuni'nin Şebinkarahisar'da bir süre görev yaptığını ifade ediyor.
            Bu arada, Kefe'ye Süleyman'ın yanına giden Şehzade Selim ile babası arasındaki görüşmeler sürerken, Şehzade Ahmet babasına yazdığı bir mektupta Selim'in Trabzon'a dönmediğini, dönüşünü sağlamak için  Karahisar-ı Şarki'nin ona verildiğini duyduğunu, böyle bir şey olursa sert şekilde müdahale edeceğini, bu bölgenin kendi denetiminde olduğunu ifade etti.
            Yavuz Sultan Selim padişah olduktan sonra, 1514 yılında yapılan Çaldıran Savaşı dönüşünde, "Şiran-Cengariş-Hoca Pireyvan'ın yanından-Çalgan-Aluhaza (Alucra)-Alişar-Karahisar-ı Şarki" güzergahını izleyerek Şebinkarahisar'a gelen padişah, cephaneyi ve topları Kale'ye bıraktı. Kendisi kışlamak için Amasya'ya gitti. 1515 yılında bir kanunname ile Karahisar-ı Şarki sancağı kuruldu, yönetimi de Emir-i Ahur Bıyıklı Mehmet Bey’e verildi.
            Şebinkarahisar, aynı yıllarda Yavuz Sultan Selim’in kardeşi Ahmet’in oğlu, yani yeğeni Murat’ın, kısa süreli isyanına sahne oldu. Bu yıllarda Şebinkarahisar’a gelip, kurduğu gizli örgütün organize ettiği isyan, Yavuz’un gönderdiği kuvvetlerle bastırıldı. Bu isyan sırasında kalede önemli hasar meydana geldi.
            1530 tarihli vergi defterindeki verilere göre Karahisar Kalesi'nde toplam 265 personel bulunuyordu. O tarihli bir vergi kaydına göre de, Karahisar kalesinde bulunan "cebehane ve anbarlarda" saklanan aletler şöyledir. Top-ı ser, top-ı Şayka, top-ı havanî, top-ı zarabzen, pırangı eleklü, zarabzen eleklü, tüfenk, kundak, kabza, sanduk-u tüfenk, Şemşir (kılıç), geman, sanduk-u tir, urgan, gönderdemreni, mismar-ı bözük (mıh, demir kazık) kantar, burgu, kazma, külünk, varya, kürek, teber, zırh, çatma-i kadife, toğulga, Polat, top otu, bal, baz-ı revgan, Şurb, 751 hınta 27 Şair, 1202 erzen.
            Kanuni Sultan Süleyman döneminde ayrıca şehzadeler arasındaki çekişmeye taraf olduğu gerekçesi ile Karahisar-ı Şarki Kalesi dizdarı Kanuni'nin gazabına uğradı. Şehzade Mustafa'nın, babası tarafından boğdurulmasından sonra Şehzade Beyazıt ile Şehzade Selim arasında, Kanuni'nin sağlığında taht çekişmesi yaşandı. Kardeşi ile yaptığı savaşı kaybeden Şehzade Beyazıt, Karahisar-ı Şarki yolu ile İran'da hüküm süren Şah Tahsmab'a sığındı. Kanuni'nin fermanından anlaşıldığına göre,  Karahisar-ı Şarki Kalesi dizdarı, İran'a giderken Şebinkarahisar'dan geçen Şehzade Beyazıt'ın elini öpüp ona un, atlarına nal verdi. Tabi ki, sonu da iyi olmadı.
            1559 tarihli fermanda Kanuni şöyle diyor: "Kara-hisar-ı Şarki Beyine ve Kadısına Hüküm ki: Bundan bir süre önce firar eden Şehzade Bayezid o bölgeden geçtiği zaman kale dizdarı olan kimse kaleden inip elini öptüğü at nalı, un ve arpa verdiği ve ziyarette bulunduğu ile ilgili hususun bilinmesi lazım. Buyurdum ki: Varınca bizzat sahip çıkıp, hak üzere iyice araştırıp göresin. Ziyarete gitme işi olduğu gibi kalede adı geçen dizdar o anda kaleden inip adı geçenin elini öptüğü kesin ise hapsedip olayı arz edesin ve arz etmekten çekinmeyesin. Himaye edip olayı arz etmekten çekinirsen ona olacaklar size olur. Ona göre, olayı hak üzere arz edesin"  
            Celali Ayaklanmaları ve aynı dönemde etkili olan olumsuz iklim koşulları nedeniyle, "Büyük Kaçgunluk Dönemi" adı verilen dönem zarfında, ayaklanmaların en yoğun olduğu bölgede yer alan Karahisar-ı Şarki halkının bir kısmı Gürcistan'a kaçtı  ve bölgedeki nüfusun yaklaşık % 40'ı göç etti.
            1622 yılında Şebinkarahisar Kalesi ve şehir Abaza Mehmet Paşa’nın isyanında saldırıya maruz kaldı. Genç Osman'ın yeniçeriler tarafından öldürülmesinin öcünü alacağı gerekçesi ile ayaklanan ve eline geçirdiği yeniçerileri öldürten Erzurum Beylerbeyi Abaza Mehmet Paşa, tarihçi İsmail Hakkı Uzunçarşılı'ya göre Şebinkarahisar'ı aldı ve Sancak Beyi Murtaza Paşa'yı kendine iltihak ettirdi. Hammer ve Hasan Tahsin Okutan ise Osmanlı tarihçisi Naima'dan naklen, kaleyi alamayacağını anlayınca muhasarayı kaldırıp gittiğini ifade ediyorlar.
            Naima'ya göre, daha önce Karahisar-ı Şarki'yi savunmak için gönderilen Murtaza Paşa, Hacıkayası denilen büyük yekpare taş üzerine bir kale yaptırıp, yanında yer alan Taban Ahmet ve diğer kişilerle birlikte muharebeye tutuştu. Ancak asiler çok olduğundan Murtaza Paşa ve yanındakiler kaleye çekildi, diğerleri de kaleyi muhasara altına aldı. "Bu kale dik bir kaya üzerine yapılmış olup içinde tarla ve bağlar bulunduğundan kuşatanların bütün gayretlerini hafife alırmış gibi görünüyordu"   Murtaza Paşa kendini savunacak yerde kaleden çıkarak Abaza'nın yanına gitti. Ancak yanında yer alan Bekir Çavuşoğlu Osman Bey, Baki Bey ve Taban Ahmet,  kalede kapanıp kuşatanların üzerine kanlı hücumlar yaptılar. "Abaza Paşa gördü ki, muhasara ile kaleye zafer münhal ve her gece şebhun ve hasarat eksik değil, Karahisarı beklemekle kendi karı ileri varmaz, Karahisar üzerinden leşkeri ile kalkıp revane oldu"
            Her ne kadar Naima, Murtaza Bey'in Hacıkayası üzerine kale yaptırdığını yazmakta ise de, Celali Ayaklanmaları döneminde Kale'nin hasar gördüğünü ve Murtaza Bey'in de Kale'yi onardığını kabul etmek gerekiyor.     
            1643 yılındaki tahrire göre, Kale'de 140 kişi vardı. Yine 1647'de Karahisar-ı Şarki'ye gelen Evliya Çelebi'ye göre Kale'de 70 kadar ev bulunmakta idi.
            1814 yılında, Osmanlı'ya karşı ayaklanmış ve Trabzon'u dahi ele geçirmiş olan, Rize ayanlarından Tuzcuoğlu Memiş Ağa, 1816 yılında Karahisar-ı Şarki'ye saldırdı ve Kale'yi ele geçirdi. Tuzcuoğlu Memiş Ağa'nın Şebinkarahisar'a saldırısının arkasında, Kale'yi ele geçirmekten çok, Trabzon Valisi olan Hazinedarzade Süleyman Ağa ile arasındaki çekişme yatıyor. Hazinedarzade Süleyman Ağa aslen Şebinkarahisar'lı Çeçenzade Hasan Paşa'nın damadı. Onun Memiş Ağa ile aynı konumda yani Şebinkarahisar Ayanı iken Trabzon'a Vali yapılması ve yine aynı tarihlerde Çeçenzade Hasan Paşa'nın da Trabzon Kaymakamı ve Vali vekili olması, Memiş Ağanın kabul edemediği durum.
            Şebinkarahisar ve de Kale, uzun yıllar Osmanlı kervan ve ordu yolu üzerinde yer aldı. Daha önce Romalılar, Bizanslılar ve Selçuklular tarafından kullanılan Anadolu yolları Osmanlılar tarafından onarılarak kullanılmaya devam edildi.
            Rumeli ve Anadolu birtakım kollara taksim edilmişti. Genellikle şehir ve kasabalardan geçerek ülkeyi baştan başa kateden uzun mesafeli güzergahlara, aynı zamanda  bir nevi coğrafi taksimatı da ifade etmekte  olan "kol" adı verilirdi. Bunlar sağ-kol, sol-kol ve orta-kol gibi tabirlerle birbirinden ayrılırdı. İstanbul-Erzurum arasında yer alan ve "sol kol" adı verilen yol,  Merzifon'a kadar orta kolun izlediği güzergahı izleyerek buradan   Ladik-Niksar-Karahisar-ı Şarki-Kelkit-Aşkale-Erzurum yoluyla Hasankale'den bir kol Kars'a diğer bir kol da Tebriz'e ulaşıyordu. Yine, Kuzey Kervan Yolu da, İstanbul‘dan Erzurum'a ve oradan da İran'a uzanırdı. Sapanca'dan itibaren Mudurnu-Bolu Amasya güzergahını takip ederek Tokat'a ve oradan da Şebinkarahisar-Kelkit-Aşkale'den Erzurum'a ve buradan İran'a devam ederdi.
            Burada şunu da belirtmek lazım, Fatih Sultan Mehmet 1473 Otlukbeli Seferine, Yavuz Sultan Selim 1514 Çaldıran Seferine, Kanuni Sultan Süleyman 1534 Irak Seferine ve 4. Murat 1635 Revan Seferine giderken, Kelkit Vadisi'nden geçmelerine karşın, Kale'ye uğramadı. Ancak, Fatih Sultan Mehmet'in 1463 Trabzon Seferi'ne giderken o sırada Uzun Hasan'ın elinde olan Şebinkarahisar'dan geçtiği ifade ediliyor.
            Kale'nin ne zaman terk edildiği tam olarak bilinmiyor. Rumların iddiasına göre Kale 1870 yılına kadar askeri ihtiyaçlar için kullanıldı. Hasan Tahsin Okutan da, Habib Rıza Efendi'den naklen Kale’nin son sakinleri olan Fazlıoğlu Süleyman, Topçuoğlu Mehmet ve Gürgür Hoca adı ile bilinen Hoca Mehmet Efendi'nin 1873 yılında şehre taşındığını ifade ediyor. Ancak  seyyah J.G. Taylor'un anlatımlarında kalede yaşayanlardan bahsedilmediğine göre, 1866 yılından önce kalenin terk edildiğini kabul etmek gerekiyor.
            1915 yılında, Ermeni İsyanında Kale terk edilmiş halde idi. İsyanın ilk gününde kaleye çekilen Ermeniler, isyan süresince de kalede kaldılar. Neşet Paşa komutasındaki destek kuvvetleri, Bayramköy sırtlarına yerleştirilen adi dağ topları ile kaleyi top atışına tuttu. Bu topların atışı yetersiz kalınca, Sivas’tan getirilen mantelli toplarla atışa devam edildi. Kale surları bu atışlarla büyük ölçüde tahrip oldu.



            KALE GÖREVLİLERİ

            1530 yılında Şebinkarahisar Kalesi'nde bulunan görevliler ve sayıları tahrir defterinden saptanabiliyor. Buna göre, o tarihte kalede 1 Dizdar, 1 Kethüda, 1 Katip, 1 Hatip ve İmam, 2 Anbari, 1 Bevvap (Kapıcı), 1 Pasbani (Bekçi), 6 Barutçu, 8 Tuti, 6 Cebei,  3 Mehteran, 1 Neccar (Marangoz), 1 Haddat, 1 Seng-i traş (taş yontucu), 191 Merdan-ı Kal'a (kale askeri), 1 Azeban Reisi, 49 Cemaat-i Azeban (Azeb askeri) görev yapıyor.
            1643 yılında Kale'de bulunan görevliler ve sayıları ise şöyle. Dizdar (2), Kethüda (4), Zaim (24), Cebelü (4), Mehteran (5), Ulufeciyan (1), Silahdaran (6), Yeniçeri/beşe (66), Merdan-ı Kal'a (148)     
            Bu rakamlar, Şebinkarahisar Kalesi'nin Osmanlının klasik döneminde, çevrenin güvenliğini sağlayan önemli bir askerî ve ticari merkez iken 17.yüzyılda  öneminin azaldığını ortaya koysa da, her alanda olduğu gibi, kalelerdeki yaşam ve görevlilerin seçimi, görevleri ile ilgili, aynı zamanda o tarihlerde Kale'deki yaşam hakkında bize bilgi de veren, kurallar vardı.
            Kanuni Sultan Süleyman dönemine ait Tımar ve Taşra Teşkilatı Kanunnâmesinde,  bu konu ile ilgili olarak, "Her kal‘anın cebehânesi ve top ve tüfengi ve yarağ ve cemî-i âlât- ı harb hıfzına dizdar ve kethüdâ ve neferâtı vardur ki, taa‘yin olundukları kal‘anın burûc u bârûsunu leyl ü nehar deverân u güzerân ederler. Dâ’im hizmetleri kal‘aların hıfz u hirâsetidür. Bu tâifeye “hisar erleri” derler. Ve Dizdar ve kethüdâ ve neferâtının icmallü tımarları vardır; gedik i‘tibar olunmuşdur, arpalık gibidir. Hizmetlerinde dâim ve kâ’im olduklarınca timar ve gedükleri bilâ- sebeb ellerinden alınub âhara verilmez. Şöyle ki, içlerinden bir gedik mahlûl olsa, tîmâr ile gedüği, müstehak oğlu var ise oğluna ve illâ yine kal‘a mülazimlerinden (ol gedüğin fennine mâhir ve) hizmetlerine kadir bir kimesmeye verilir. Ve dahi bunların azl ü nasbı ve rabtı dizdarlarına mahsûsdur. Arzlarına i‘tibâr olunur" deniliyor.      
            Dizdar kalede görev yapan komutana verilen isimdir. Dizdar, kaleyi daima korumakla yükümlü olup kale muhafızlarının başı idi. Dizdarlar gündüzleri olduğu gibi geceleri de sürekli kalede bulunmak zorundaydı. Kaledeki askerlerden ve kalenin durumundan tamamıyla dizdar sorumluydu. Merkezden dizdarlara hüküm veya emirlerin bizzat gönderilmiş olması da onların sahip oldukları önemi göstermektedir. Dizdar, şehrin ve kalenin güvenliğinden sorumlu olup sefere çağrılması halinde sefere katılmakla da vazifeli idi. Haiz olduğu makam itibariyle beylerbeyi ve sancakbeyine bağlıydı. Dizdarlar görevlerini icra ederken yaptıkları işlerin İslam hukukuna uygunluğu bakımından da kadıya karşı yükümlüydü.
            Dizdarlar iç kalede bulunan ambarların korunması ve depolanması, iç kale ve dış kale surları ile şehrin giriş ve çıkışlarını sağlayan kapıların denetlenmesi, kalede bulunan cephanenin kontrol edilmesi, tüccarlara ait değerli mal ve paraların muhafazası ve kalede bulunan mahkûmların denetlenmesi gibi işlerden sorumluydu. Ayrıca bunlar müstahfızlarla (kale erleri) birlikte beylerbeyi ve yeniçeri ağasının gerekli gördüğü hallerde kale tamiratında da görev alabilmekteydi. Kalede görev alan dizdarlar kapıkulu ocaklarının yeniçeri, cebeci, sipahi gibi bölüklerine mensup kişiler arasından seçilmekteydi. Kaleye dizdar olarak atanacak olanların yaşlı ve tecrübeli olanları tercih edilirdi. Kaledeki kethüda ve kale erlerinin dışında kale surlarındaki kapılardan sorumlu bevvablar da dizdara bağlıydı
            Kale Kethüdası, “mâl-ı mîrîye ve kal‘aya hizmet eylemekde” dizdarın yardımcısı olup, kale dizdarı ile birlikte kaledeki erlerin dirlik ve düzeninin yerine getirilmesinden sorumluydu. Kethüdanın atanmasında da dizdar atanmasındaki yöntem takip edilirdi.
            Azeb kelimesi henüz evlenmemiş bekâr erkek veya kadın anlamına gelmektedir. Fuat Köprülü, "azeb" kelimesini, şehirdeki yerli asker olarak tanımlıyor. Bu askeri sınıf ilk yıllarda Osman Bey’e bağlı olarak kurulmuş ücretli askerlerdi. Yeniçeri Ocağı kurulmadan önce devletin daimi ordusunu oluşturdu. Yeniçeri Ocağı kurulduktan sonra da varlıklarını sürdürdü ve XV. yüzyılın ortalarında sayıları 30 bini buldu. Azeblerin ataması beylerbeyinin arzı ve padişahın berâtıyla olurdu ve bunlar mahallinden temin edilirdi.
            Cebeci,  harp aletleri levazımı yapan, bunları muhafaza ve harpte mevzilere kadar sevk eden askerilere verilen isimdir. Kapıkulu askerlerinin yaya kısmına mensup olan cebecilerin hükümet merkezindeki cebehane denilen silah deposundan başka önemli hudut kalelerinde de ayrıca büyük silah depoları ve buralarda hizmet gören muhafız cebecileri bulunuyordu
            Çavuş, Osmanlı Devleti’nde katip mertebesinde bulunan ve elcilik ve muhaberat gibi işlerin yanı sıra, divanlarda da (merkez ve taşra) görev yapan kişidir.
            Yeniçeriler, eyaletlerde ve hudutlarda kale muhafızı olarak bulunup üç yılda bir değiştirilir, yerine İstanbul'dan yenileri yollanırdı. Osmanlı Devleti’nin önemli hudut kalelerinde merkezdeki yeniçeri ocağından hariç olarak gönüllü yeniçeriler mevcuttu. Kalelerin merkezden uzaklıklarına göre yerli yeniçeri efradının sayısı ve çeşitliliği değişmiş, stratejik öneme haiz kaleler iç bölgelerde dış tehdide maruz olmayan kalelerden çok daha kompleks bir yapıda teşkilatlandırılmıştı. Yeniçerinin emekli olanına da "Beşe" adı verilirdi.


                                            Selçuklu Kapısı,  Fotoğraf Mehmet Yeles, 1993

            SEYYAHLARIN GÖZÜ İLE KALE

            1647’de Şebinkarahisar'a gelen Evliya Çelebi, kaleden “...150 kadar timarlı kale efradı vardır. Göklere baş uzatmış bir yüksek dağın ta tepesinde yedi köşeli bir kaledir. İlk bakışta direksiz ve serensiz kalyon gemi gibi görünür. Yedi tarafından da duvarlarının yüksekliği yetmiş zira’dır. Yetmiş burç, yüz bedendir. Etrafı 3 600 adımdır. Dört çevresinde cehennem kuyusu gibi dereleri olduğundan hendeği yoktur. Üç kat kavi demir kapıları vardır. Gece ve gündüz bekçileri muhafaza ederler. Çünkü Karadenize yakın köylerin ahalisi Kazak korkusundan kıymetli malalarını hep bu kaleye saklamışlardır. Kale içinde yetmiş kadar ev vardır. Ama evleri dar, susuzluktan ahali perişandır. Eşeklerle ta aşağı nehirden su getirirler. Su yolları vardır, fakat kuşatma zamanı işler. Kale içinde su sarnıcı, buğday ambarlarında yüz yıllık darı ve pirinç çeltiği bulunur. Lakin iç vilayet olduğundan cephanesi, küçük elli parça topu, kalesine göre az verilmiştir. Neferlerinin yarısı Defterzade efendimizin timarı ile Guniye’ye kaldırıldı. Bu kalede küçük Fatih Camii vardır. Diğer imaret camileri aşağı varoştadır..." şeklinde bahsediyor.
            1858’de Şebinkarahisar'a gelen, o tarihte Osmanlı Devleti'nin hizmetinde çalışmakta olan Alman Şarkiyatçı Tarihçi A. D. Mordtmann, "Anatolien, Skizzen und Reisebriefe aus Kleinasien 1850-1859" adındaki eserinde, Şebinkarahisar’dan kısaca söz ediyor. Mordtmann, daha çok kentin etnolojik yapısı ile ilgili bilgilerle birlikte,  kalenin manzarasının güzelliğini belirterek, bu kaleyi Diyarbakır’dan daha güzel bulduğunu ifade ediyor.
            1866 yılında gelen İngiliz diplomat ve seyyah J.G. Taylor ise, “Journal of a Tour in Armenia, Kurdistan and Upper Mesopotamia, With Notes of Researches in the Deyrsim Dagh in 1864” adlı gezi notlarında Kale'nin o zamanki durumu hakkında ayrıntılı bilgi veriyor.
            "17 ağustos 1866 – Bu sabah erkenden Karahisar’ın göz alıcı eski kalesini ziyaret ettim. Bazı yerleri insanlar tarafından yapay olarak bazı yerleri de doğal nedenlerle yontulan üzerine kale inşa edilmiş olan kaya, dağlık araziden 1.5 mil uzaklığında ayrı bir konumda bulunmaktadır. Buranın dağlık araziye küçük bir tepeyle bağlantısı sağlanmıştır. Kalenin bulunduğu bu tepe yaklaşık 200 metre yüksekliğindedir ve bulunduğu çevre ise yaklaşık 5 kilometre karelik bir çapa sahiptir. Bu kalenin en yüksek noktası kuzeye bakan yerde olan kalenin zirvesi düz bir yapıya sahipti ve bu zirve kalenin bulunduğu tepeden yaklaşık 30 metre daha yukarıdaydı. Eski duvarlar tarafından çevrelenen ve çevresi yaklaşık 2.5 km olan kalenin zirvesi güneye doğru  meyillidir. Kalenin ana kapısı batı yönüne açılmaktadır. Bu eski yapı sembolleri iki başlı kartal olan Selçuklular tarafından tamir ettirilmiştir ve bu iki başlı kartal figürü kalenin kapısının kemerinde bulunan bir taşta bulunmaktadır. Buradan eski kalenin yerine kadar her yer bazı eski yapıların enkazlarıyla doludur.
            "Şu anda burada yaklaşık 25 metre yüksekliğinde ve 10 metre çapında sekizgen bir kule bulunmaktadır. Bu kulenin iç kısmında yukarıya doğru çıkan bir merdiven bulunmaktadır. Duvarların içindeki kereste kalıntıları bize buranın üç kattan oluştuğunu ve duvarların bazı yerlerine pencerelerin yerleştirilmiş olduğunu göstermektedir. Bu kule kalenin kuzey ucunda yer almaktadır. Bu kulenin güney kısmında bulunan iç kalenin giriş kapısı Romalılara aittir.
            "Daha aşağıda avlunun dışında güney kısımda kutsal Bizans kilisesinin ve küçük bir tapınağın kalıntılarına rastlıyoruz; bu kalıntılar şu anda Mardin’de olduğu gibi tepenin yanında kalenin burcunun birkaç metre yakınında bulunmaktaydı.  Kalenin tümü daha önce de söylediğimiz gibi etrafı duvarlarla çevrilmiştir ve bazı zayıf noktalara burçlar ve siper yerleri inşa edilmiştir. Böyle yerlerde kaya parçaları doğal yollarla şekil almıyorsa yapay bir şekilde buralara şekil verilir ve kalenin tamamı savunmaya hazır hale getirilir. Buradaki Bizans kilisesi bir zamanlar cami olarak kullanılmıştır. Tekrar kiliseye çevrilirken yapı zarar görmüştür. Bu yapının en eski parçası çok sert kırmızı demir taşından yapılan kilise ortasındaki kubbedir. Taş levhaların birinin üzerinde Bizans dilinde yazılmış bir yazı bulunmaktadır. Bu yazı zamanla okunamaz hale gelmiştir.
            "Enkazların içinde yaptığımız araştırma neticesinde Bizans’a ait bu yazı ve giriş kapısının yanında kalenin avlusunda bulunan daire biçimindeki delikli taşın üzerindeki Romalılara ait bir parçadan başka bir şey bulamadık. Taş ocağından çıkarılan büyük genişlikte ve derinlikte olan taşlarla birçok kale duvarı sarnıçlar inşa edilmiştir. Bu taşlar büyük bir şehre yetecek kadar vardı. Bu taşlar çok farklı şekillerde kullanılmıştır. Örneğin insanların yağmur suyunu kullanarak banyo yapabilmesi için bu büyük taşlar kesilerek veya yontularak suya yol yapılmıştır. Yağmur suyunun bir yerde toplanması için yapılan bu muazzam çalışma eski kilisenin yanında bulunmaktadır. Kemerli bir girişe sahip kayaya şekil verilerek oluşturulan kubbeli binaya girdiğimizde 58 basamaktan oluşan yaklaşık 7 metre uzunluğunda ve 1 metre genişliğinde ve 6 metre yüksekliğinde bir tünel bizi karşılıyor. Kuşatmalar sırasında bölgedeki tüm kalelerde suyu bir yerde toplamak için aynı düzeneğin kullanıldığı görülmektedir. Aynı şekilde kürt şehirlerinde ve Suriye’de kalelerde aynı sistemin olduğu bilinmektedir. Bunun en göze çarpan örneğini önceki anı yazımda bahsetmiştim. Bu örnek Dicle nehrinin batı kolunun üzerinde bulunan Eğil şehrindedir.
            "Bir ya da iki yıl önce Karahisar’daki her şeyden daha ilginç olan bir tarihi kalıntı ortadan kaybolmuştur. Bu Karahisar’ın ilk kurucusu olan Pompey zamanında Latin alfabesi kullanılarak yazıldığı bilinen geniş bir granit levhaydı. Kalenin en tepesine çıktığımızda ise harika bir manzara bizleri karşılıyor. Dağlar tarafından çevrelenmiş doğu kısmından akan Karahisar nehri ve her köşesinde bulunan güzel bahçeleriyle kalenin en tepesinden mükemmel bir manzara sunuluyor.
            "Kale, çiçeklerden oluşmuş dalgalanan bir denizin ortasındaki ada gibi durmaktadır."
                1906'da bölgeye gelen Fransız tarihçiler Franz ve Eugene Cumont'un "Voyage D’Exploration Archeologique Dans le Pont et la Petit Armenia" adlı çalışmasında, kentin fiziki ve etnolojik yapısı ile kültürel varlıklarından, kaleden ve kalenin tarihinden kısaca söz ediliyor. Kalenin Jüstinien döneminde büyük ölçüde kalkınarak onarıldığı belirtiliyor. Ayrıca, kale içinde yer alan kule, sarnıç ve surlar ile birlikte Bizans Dönemi kilisesi tanıtılıyor.


                                                      Sıra Sarnıçlar  (Fotoğraf Mehmet Yeles, 1993)

            SÖYLENCELERDE KALE

            Kale ile ilgili bilinen ve yazılı kaynaklarda da yer alan üç ayrı söylence bulunuyor. Bunların değişik anlatım şekilleri var. Bugün dahi halk arasında anlatılan/bilinen bu söylenceleri yazılı kaynaklardan aktarmak istiyoruz.
            Habip Rıza Efendi'nin aile tarihçesinde yer alan ilk söylenceye göre, "Behramşah Kale'yi kuşattığında, kaledeki halk aciz kalarak teslim sırasında iken bir koca karının telkini üzerine son tedbir olarak aldatmak ve kendilerinden bir çok zaman  mukavemete muktedir olduklarını göstermek için bir gün kalenin Avutmuş’a bakan tarafına çuvallar ile kireç dökmüşler koca karı tarafından it südünden yoğurt yaparak Behramşah’a göndermişler. Yani sen istediğin kadar bekle biz yoğurt yiyoruz ve hatta onların eskilerini döktük yerine yenilerini koyduk diye haber göndermişler.Artık Şah ümidi kesilerek yedi sene uğraştığı halde bir türlü alamamasından naşi kendine  yeis askerine usanç gelmekle artık beklemek istemeyerek gitmiş"
            Bu söylenceyi  Hasan Tahsin Okutan da, Naima Tarihi'den aktarmasına karşın, Behramşah ile ilişkilendirmediği gibi, Eskiköy deki kale ile ilgili olduğunu ve MÖ 550 yıllarında Persler zamanına dayandığını ifade ediyor.
            Bu öykünün, şu andaki kale ile ilgili olarak Tülay İşbil'in Muzaffer Başaran'ın yardımı ile hazırlandığını belirttiği yazısındaki anlatım şekli ise şöyle: "Kale uzun süre düşman tarafından sarılı kalır. Açlık ve susuzluk son dereceyi bulduğu halde kale halkı teslim olmak istemezler. Kalenin içinde ta yapımı esnasından kalma kireçler vardır. Kale kumandanın aklına bunları ezip un haline getirip kaleden aşağı atmak gelir. Bütün kireçleri ezip un haline getirdikten sonra burçlardan aşağıya dökmeye başlarlar. Düşmanın dikkatini çeker, öyle ya, yiyeceklerinin ve sularının kalmadığını bilirler, sorup öğrendiklerinde aldıkları cevap onları şaşkına çevirir. 'ambarlarında yıllanıp küflenmiş olan unları temizliyorlar' . Bunların perişan olduklarını sanırdık deyip kuşatmayı bırakarak çekip giderler"
            Kale'nin Türkler tarafından fethi ile ilgili bir söylence "Truva Atı" öyküsünün farklı bir versiyonu olarak da değerlendirilebilir. Hasan Tahsin Okutan, kalenin fetih öyküsünü "Vilayet Mektubi Kalemi Mümeyyizi" Etem Gültenay'dan temin ettiğini belirttiği eski yazı bir belgeden naklen kitabında şöyle anlatıyor.
            "(1243) Kösedağ bozgunundan sonra Selçuk ordusu uzun süre kendini toplayamamıştı.. Bu durumdan yararlanan Trabzon İmparatoru Komnenus sekiz ay sonra Keygune'yi hile ile elde etmişti. Bunu duyan İlhanlı Hanı kullarından Karaboğa kumandasında onbin kişilik ordu göndererek Keygunenin alınmasını emretti. Karaboğa, kuvveti ile Keygune Kalesi önüne gelip Hanımevliyası nam mahalde ordugah kurarak kaleyi muhasara etti. Kale esasen Türkler zamanında çok iyi bir şekilde tahkim edilmiş ve iç içe üç demir kapı ile kapatılmıştı. Kalenin hücumla ve uzun muhasara ile zaptedilemeyeceğini anlayan Karaboğa, bir anahtar ile açılır kırk sandık yaptırarak içerisine kırk yiğit koyup kale muhafızına mektup yazarak dedi ki, 'Yedi aylık bir sargı sonunda anladım ki kalenizi elde edemeyeceğim. Kış bastı nakliye hayvanımız hastalıktan ve soğuktan kamilen kırılıyor. Bu yüzden mevcut eşyamızdan bir kısmını zaruri olarak götürmeyeceğiz. Göndereceğiniz emin bir adamla birlikte mühürleyeceğimiz eşyamızı muhafaza etmek üzere kaleye aldırmanızı...sargının kaldırılacağını beyan ederim" memurlar gelir, gönderilecek eşya memurlar ile sandıklara konur ve mühürlenir. Memrulara o gece  Karaboğa yemek ikram eder. Kendilerinden geçince sandıklar boşaltılır kırk delikanlı sandıklara yerleştirilir. Tekrar mühürlenen sandıklar kaleye gönderilir. Bundan sonra Karaboğa da ikindi vakti sargıyı kaldırarak Dikmen Tepesinin arkasındaki Karaşenşe (Ekecek) Köyünün bulunduğu yere çekilir, sık ormanlar içinde saklanır. Akşam, verilen talimat gereğince elinde anahtar buluna  kol başr sandığını açar, Dikmen Tepesinde beklemekte olan gözcüye kav yakıp atmak sureti ile gereken işareti verdikten sonra sandıklardaki arkadaşlarının çıkarır... (işareti alan ordu da kaleye gelir ve kale fethedilir)"
            Hayri Akyüz, bu söylenceyi aynı şekilde anlatıyor, ama 1071 yılı ile ilişkilendiriyor ve Karaboğa'nın Anadolu'ya giren Türklerden olan ve halen Gölova'nın Karayakup Köyünde defnedilmiş bulunan Karayakup Gazi olduğunu, bugün Ekecek Köyü'nün bir mahallesi olan Karaşenşe'ye (Karaşehinşah) bu ismin de Karaboğa'ya izafeten verildiğini de  iddia ediyor. Hayri Akyüz ayrıca bu öyküye şöyle bir de ekleme yapıyor.
            "Akla yakın olmamakla beraber, (halk arasındaki inanışa göre), kaleye giren Türk ordusu tekfurun (kralın) damadını da katleder. Eli kocasının kanına bulaşan tekfurun kızı elini pencerenin taşına basar. Bugün hala el şeklinde kırmızı bir leke bu taşta bulunmaktadır".
            Ali Özdemir de bu anlatımlardan farklı olarak, Türklerin bu kaleyi fethetmek ve Giresun varmak zorunda olduklarını, Karaboğa'nın bunca kan dökülmesini istemediği için kuşatmayı kaldırdığı şeklinde tekfura haber gönderdiğini, kalede açlık ve susuzluk başladığını, tekfurun bir an evvel kuşatmadan kurtulmak istediğini, sandıklardaki her askerde de anahtar bulunduğunu ve sandıklardan çıkarak kapı bekçilerinin bağladıklarını, Karaboğa'nın kaleye karşı pususunu kurduğunu ve kapılar açılınca da kaleye daldığını belirtiyor.
            Bu fetih öyküsü, ilçemizde bir caddeye Karaboğa ismi verilerek, günümüzde de yaşatılıyor.
            Kale ile ilgili diğer bir söylence de sarnıçlarla ilgili. Yine Tülay İşbil, bu söylenceye de yazısında yer vermiş. "Kale üstünde 'Sağrak Göl' denilen bir gör varmış. Bir de güzel mi güzel bir kız yaşarmış yakınlarda. Elinde bakraç ile hep göle su almaya gidermiş. Bir gün tam su alırken düşmüş mü içine. Herkes ah zavallı vah zavallı diye ah edip dururken kız Çatalgöl'den çıkmış". Bu söylencenin halk arasındaki versiyonunda,  tekfurun çok güzel olan kızının bu göle/sarnıca düştüğü, suların kızın bu güzelliğine kıyamadığı ifade ediliyor.
            Bu üç söylence, Yurt Ansiklopedisi'nin "Giresun" maddesinde, Şebinkarahisar Kalesi'ne ilişkin söylenceler başlığı  altında yer alıyor.


            KALE MİMARİSİ

            İlçe merkezinin güneydoğusundaki kayalıklar üzerine kurulu bulunan kale, iç ve dış kale olmak üzere iki ayrı düzenleme şeklinde.
            Bugünkü giriş kapısının hemen kuzeyinde yer alan ve toprak çöküntüsü nedeniyle kısmen kapalı olup, “Bizans Kapısı” olarak tanımlanan kapı ve devamındaki kimi sur duvarları, Hellenistik, Roma ve Bizans Dönemi’nin günümüze ulaşan izleri olup, I. Justinianus Dönemi’nde yapılan kapsamlı onarımların kalıntısı olan surların bir bölümü olarak kabul ediliyor. Dönemi kesin olarak bilinmemekle birlikte, kalenin doğu yönünde ana kayalara oyularak elde edilmiş mezar izleri de, Türklerden önceye ait.         
            Ertuğrul Danık, İç Kale ve saray/kule yapısının kapısında veya duvarlarında herhangi bir kitabe yoksa da, İç Kale giriş kapısında ve saray/kule yapısının duvarlarında XIII. yüzyıl taşçı işaretlerine rastlanılmakta olduğunu ifade ediyor. Bilindiği üzere Muzafferiddin Mehmed tarafından kalenin onarılmasının yanında, kalenin en yüksek kodunda ana kayalıklar üzerine, düzensiz dikdörtgen planlı bir iç kale ile birlikte, içten ve dıştan sekizgen olan bir saray/kule yaptırılmıştı.
            Dış surlar, üzerine oturduğu kayalık alanın düzensizliği ve topoğrafik yapı nedeniyle, oldukça düzensiz bir plan gösterir.
                                   


                                       İç Kale,  Fotoğraf Mehmet Yeles 1993
    
            Kalenin ilçeye bakan batı cephesinin yarım yuvarlak iki burçla desteklenen giriş kapısından kuzeydoğuya yönlenen surlar, doğuya doğru devam eder. Bu surların girişten sonra doğuya doğru olan ilk kırılma noktasında Bizans Dönemine tarihlendirilen ikinci giriş kapısı bulunur. Girişten itibaren güneybatıya doğru yönlenen surlar, Kızlar Kalesi/Kulesi olarak tanımlanan güneybatı köşeyi oluşturduktan sonra, doğuya döner.
            Sevgi Parlak'a göre, " iki kapıdan güney yöndeki, surlardan kale içine girişi sağlayan en anıtsal kapıdır. Kapı sağından ve solundan iki daire planlı yüksek cepheli burçla desteklenmektedir. Bu burçlardan kuzeydeki (soldaki) oldukça fazla tahrip olmuştur.  Günümüze ulaşmış şekliyle 8.00 m yüksekliğindedir. Yaklaşık 5.50 m. çapındadır. Burcun koçbaşları ya da güllelerle delinerek içeriye girişi engellemek amacıyla belli bir yüksekliğe kadar dolu inşa edildiği, aynı zamanda gerek giriş kapısının üzerindeki seyirdim yerindeki kazematlardan (kapatılmış iki mazgal açıklığının izleri) gerekse burçların üzerinden kapıyı korumak amacıyla, burçların üzerinde de siperlikli alanların oluşturulmuş olduğu tahmin edilmektedir  Kapının güneyinde kalan 10.50 m. yüksekliğindeki burç da belirli bir noktaya kadar dolu inşa edilmiştir. Muhtemelen bu burcun üzerinde de mazgallı siperlikler bulunmaktaydı. Bu burcun yarısından fazlası yıkıldığı için yaklaşık olarak 5-5.50 m. ölçülerinde bir çapa sahip olduğu söylenebilir. Bu burç da malzeme ve duvar örgüsü açısından daha düzgün formlara sahip taşların kullanıldığı kesme ta bir örgü gözlenmektedir. Bu burcun orijinal durumunu daha fazla muhafaza ettiği ve yenilenmediği görülmektedir. Kapıyla aynı dönemden (Mengücekli) kalmış ve yenileme görmemiş olması kuvvetle muhtemeldir. Her iki burcun gövdesinde pencere açıklıklarına rastlanmamış olması, burçların içlerinin dolu olarak inşa edilmiş olduğunun da delili olabilir.
            "Kapının dışa açılan cephesi düzgün iri kesme taşlarla örülmüştür. Dıştan kale kapısının eni 5.15 m. dir. Kapı, iç içe iki sivri kemer içine alınmıştır. Kapının arkasındaki izlerden kapatılmış bu açıklıların önünde, girişin arkasında kapıyı korumak amaçlı askerlerin bulunduğu bir seğirdimin yer aldığı anlaşılmaktadır.Kapatılmış bu iki açıklık kapı önünü gözetleyen mazgal tipi açıklıklar olabileceği gibi, inen kalkan ve vinç sistemiyle çalışan bir kapının zincirlerinin geçtiği yuvaların izleri de olabilir. Ayrıca zamanla bu yuvaların büyütülerek mazgallara dönüşmüş olabileceği düşünülebilir. Bu kısmın çok fazla tahrip olduğu ve Ortaçağ'dan sonraki tarihlerde özensiz olarak tekrar tekrar onarıldığı, mevcut izlerden yola çıkarak söylenebilir.
            "Kapının enine kesitine bakıldığında, her iki tarafta, kemer kalınlığının (70 cm.) bitiminde içeriye doğru giden kare yuvalar görülmektedir. Bu yuvalar, kapı arkasına sürülen demir ya da ahşaptan bir sürgüye ait yatak izleridir. Kapı mimari kuruluşu, taş işçiliği, kemer tipi, kaval silmeleri açısından Ortaçağ Türk Dönemi'ne ve büyük olasılıkla da bu yüzyıllarda kaleye uzun bir süre hâkim olan ve kalede onarımlar yapılan Mengücekli dönemine işaret etmektedir."
            Bryer ve Wınfıeld, Kalenin şu anki giriş kapısının altından geçen birisi güneye diğeri de kuzeye doğru giden duvar bloklar görüldüğünü ve bu kısımda bir kilisenin izlerinin bu duvarlar üzerinde bulunduğunu iddia ediyor.
            Sevgi Parlak, Bizans Kapısı ile ilgili olarak da şunları yazıyor " ufak boyutlu kapı ve kapının çevresindeki duvar örgüsü oldukça düzgün bir kesme taş işçiliğine sahiptir. İki yuvarlak kemer içine alınmış kapı özellikleri itibariyle Türk dönemi öncesine, ait olabilir. Bu kapı boyutları itibariyle sur duvarları üzerinden yoğun bir giriş-çıkış için düşünülmediğini ortaya koymaktadır. Ayrıca bulunduğu nokta ulaşım açısından pek rahat bir nokta değildir. Boyutu ve konumu sebebiyle de ilgi çekmemesi istenerek planlanmıştır. Bu kapı kuzeybatıdaki iki kapıdan güneydeki anıtsal kapının kuzeyinde yer alır. Bulunduğu duvar, sur duvarının içe doğru kırılma yaptığı bir yerdir. Bu sebeple de dikkati çekmeyecek ve görülmeyecek bir konumdadır. Tüm bu özelliklerinden dolayı kapının bir ana giriş kapısı olmadığını, bir kaçış kapısı ve ayrıca güneyindeki ana kapıya saldırı durumunda olan düşmanı yandan ve arkadan kuşatmak amaçlı planlanmış bir kapı olması gerektiği anlaşılmaktadır"
             Bizans Kapısı adı verilen bu önceki giriş kapısı Bryer ve Wınfıeld'e göre, 902 yılında tamir edildi. Giriş kapısının üzerinde Ioannides'ler tarafından yazılmış bir tarih bulunuyor. Eski kapı yeni giriş kapısının kullanılmasına başlandıktan sonra zamanla kullanılmamaya başladı.
            İlçede, Kale'nin bu iki kapısı dışında bir de gizli kapısı olduğuna inanılıyor. Habip Rıza Efendi'ye göre, "bu kalenin biri büyük biri küçük iki kapusu vadır. Büyük kapusu şehre bakan büyük kanatlı,diğeri de uğra kapu namı ile Ziberi üzerindeki gizli kapudur, kaleye tecavüz edildiği ve mukabeleye muktedir oldukları zaman gizli kapudan kaçarlar imiş ve yahut aşağıda işleri olduğu zaman düşmandan gizli bu kapudan çıkar işlerini görürlermiş."  Fransız yazar Vital Cuinet'de, Kale'nin gizli geçitleri olduğunu  yazıyor.
            Kale içinde Kule'nin güneybatısında yer alan ve “Kırk Badal” olarak isimlendirilen basamaklı tünel, çeşitli kaynaklarda farklı şekillerde işlevlendiriliyor. İlginç olan ise, kaledeki diğer sarnıçlarda yaz aylarında dahi su bulunurken, burada su izine rastlanmaması. "Kırk Badal" Kale'nin en eski yapısı olarak kabul ediliyor. Giriş kısmının iki yanında taş-tuğla duvar kalıntısı var.  Cumont bu duvarı “oldukça yeni” diye belirtmiş olmasına karşın, Bryer ve Wınfıeld'e göre, burada kullanılan taş tuğlalar ya Bizans dönemine ya da Justinian dönemine ait.
            Dış kale içinde muhtemelen askeri ve sivil işlevli mekan kalıntıları bulunur. Kızlar Kulesi'ne giden yolun güneyinde iki, kalenin kuzey doğu kısmında "Sıra Sarnıçlar" adı verilen bir dizi sarnıç var. Kaynaklarda belirtilen ve kale içinde bulunan Bizans Dönemi kilisesi, diğer bir  kilise ve şapeller, Fatih Camii ve darphane gibi yapılar ile diğer benzer yapıların yeri bilinmiyor.
            Ancak, H. Hüsamettin Özgan’ın babasından naklen anlatımına göre, "kalın döğme demirli ve yumruk gibi çivi başları olan" kale kapısından girince "Kapıaltı" semti bulunuyordu. İki tarafında toprak damlı evlerin arasından uzanan dar yol sağa kıvrılıyor ve "Camiyanı" semtine çıkılıyordu. Semtin ortasında Kale Camisi bulunuyordu. Caminin yanında cücül darısı ve şap ambarları vardı.
            Ana kayalığın ve dış surların yaklaşık merkezi olarak en üst noktada bulunan İç Kale, kuzey-güney doğrultusunda düzensiz dikdörtgen planlıdır.



                 Kaynak: The Fortress of Şebinkarahisar (Koloneia), Robert William Edwards, 
                                                                                            (Temin eden Doğacan Aydın) 

            Güneydoğu yönde, her iki yanında yer alan içten ve dıştan yarım yuvarlak burç/kule ile desteklenen, basık kemerli giriş kapısının devamında; doğuda, giriş kapısını destekleyen kuleden sonra kuzeye yönlenerek doğu cepheyi oluşturan sur duvarları, batıda yine girişi destekleyen kuleden sonra kırılmadan batıya yönlenerek, güney batıdaki içten ve dıştan yarım yuvarlak kule ile buluşarak, güney cepheyi oluşturur. J.G. Taylor, gezi notlarında iç kalenin kapısının Roma yapımı olduğunu ifade ediyor.
                Sevgi Parlak doktora tezinde ,ise bu kapıyla ilgili olarak "Kapıda bir kitabeye rastlanmaz. Yalnızca kesme taş örgüde taşçı işaretlerine ve büyük olasılıkla çini yerleştirilmek amacıyla açılmış yuvalara (üçgen, yıldız şekilli yuvalar) rastlanmaktadır. Fakat bu yuvaların devamları izlenemediğinden başka bir yapı için kesilmiş fazla taşların burada kullanılmış olma olasılığı da yüksektir. Kapının enine kesitine bakıldığında, başka bir yapıdan silmeli parçaların da bu kapıda kullanıldığı görülmektedir" ifadelerine yer veriyor.
            İç Kale içine girildiğinde, batı surların iç kesiminde Ertuğrul Danık'ın Osmanlı Dönemi’nde oluşturulduğunu düşündüğü ve işlevi bilinmeyen mekan izleri ile birlikte, merkezde yer alan bir sarnıç niteliği taşıyan ancak zindan da olması muhtemel bir yapısı görülür. Ana kayalıklara oyularak elde edilmiş ancak, çeşitli noktalarda duvarlarla desteklenerek yükseltilmiş olan yapının üst örtüsü yıkıktır.
                İç Kale’nin kuzey duvarında sekizgen planlı saray/kule yapısının üst örtüsü yıkılmış olup girişi batı cephede yer alır. Basık kemerli alçak seviyeli girişten hemen sonra kuzeyde, üst katlara çıkışı sağlayan taş merdivenler görülürken; doğu yönde, giriş kodundan aşağıda ana kayaya oyulmuş bodrum kat izleri görülür. Ertuğrul Danık, yapının üzerinde çeşitli cephelerde yer alan, çeşitli şekillerdeki XIII. yüzyıl taşçı işaretlerinin, yapının Mengücek yapısı olduğunun doğruladığını ifade ederken, Cumont, kulenin, kalenin en eski yapısı olduğunu iddia ediyor.
            H. Hüsamettin Özgan, ifadesine göre, önceleri üstü mahruti şekilde kapalı ve ahşap olan Kule, yıldırım düşmesi nedeniyle yandı. Rumca kaynaklara göre, Kule Türkler tarafından 1870 yılına kadar askeri amaçlarla kullanıldı. H.Hüsamettin Özgan’ın bahsettiği yangından sonra terkedilmiş olsa gerekir. Diğer deyim ile Kule 1870 yılında yanmış olmalı.
            Bryer ve Wınfıeld'e göre, "Kalenin içindeki iç kaleye giden yol ve kalenin şu andaki girişini oluşturan yol aynı şekilde inşa edilmiştir. Bu yollar Türkmenler yada Osmanlı devletine aittir. Taylor’a göre kalenin girişi Selçuklulara, iç kalenin girişi ise Romalılara aittir. Duvardaki taşlar 11. Yüzyıl sonu ile 15. Yüzyıl arasında bu bölgede Türklerin var olduğunu göstermektedir. İç kalenin kuzeybatısında 27 metre yüksekliğinde 1.5 metre kalınlığında sekizgen bir kule bulunmaktadır. Taş işçiliği, pencereler, kalenin, içindeki merdiven ve kulenin ve iç kalenin genel görüntüsü büyük çoğunlukla bize Osmanlı mimarisini göstermektedir"
            Kule yakın zaman kadar, kuzey doğu kısmında yarılmış ve yıkılmak üzere iken, standartlara uymasa da yapılan bir onarım ile şimdilik kurtarıldı. Ancak merdivenler son zamanlarda tamamen yok olmaya başladı.
         Gerek iç ve gerekse dış kale ile kale içi yapılarda, ağırlıklı olarak düzgün kesme taş, kaba yonu taş, moloz taş ve kısmen tuğla malzeme kullanımı görülüyor.
            Kırk Badal olarak tanımlanan basamaklı tünel giriş kapısında kullanılan tuğlaya karşın, İç ve dış kale ile saray/kule giriş kapılarında bütün, sur duvarlarında köşe ve duvarlarda yer yer, saray/kule yapısında yoğunlukla düzgün kesme taş kullanılmış. Kesme taş dışında kalan diğer sur duvarlarında ve saray/kule yapısında dış yüzeyde kısmen, iç yüzeyde yoğunluklu olarak kaba yonu taş kullanılırken; moloz taş kullanımını sadece dolgu malzeme olarak görülüyor.
            Mevcut surlarda özel bir uygulama olarak süsleme uygulamasına rastlanılmıyor. Kapılarda yapılan silmeler, saray/kule yapısındaki taşçı işaretleri ya da en önemlisi bugün yerinde olmayan giriş kapısı kitabesindeki kimi kaynaklara göre kartal kimine göre de akbaba en önemli süsleme olarak kabul ediliyor.
            H. Hüsamettin Özgan, kale kapısının kitabe taşının Mutasarrıf tarafından bir yabancıya hediye edildiğini babasından dinlediğini de naklediyor. Rumca kaynaklara göre de, kitabe Turpçu köyünden Yorgi Haralambo Struptopulas adında bir kişi tarafından 1900’de sökülerek İstanbul’a götürüldü. Hasan Tahsin Okutan da, kitabenin 1896 yılında Rumlar tarafından söküldüğünü yapılan aramada Yani isimli birinin evindeki sedirinin altında bulunduğunu, Sivas Valiliği'ne gönderildiğini yazıyor.
            Ertuğrul Danık'a göre, ana girişten Kızlar Kulesi’ne yönelen sur duvarlarının bir bölümünde görülen, Bizans Dönemi süsleme örneği ise, duvarda devşirme olarak kullanılmış. Danık, kale içinde varlığı belirtilen Bizans kilisesinden devşirildiğini düşündüğü bu malzemenin, Mengücekli ya da daha geç dönemlerde duvarın yapımında kullanılmış olduğunu ifade ediyor.




            SONUÇ
               
                Ertuğrul Danık'ın da  belirttiği gibi, tarihçesi Pontus Krallığı Dönemi’ne kadar indirilebilen kale, Doğu Karadeniz’e açılan yolları ve Kelkit Vadisi gibi önemli alanları kontrol ettiğinden dolayı, hemen her dönemde her egemenliğin saldırısına uğradı. Osmanlı 'ya kadar da sürekli olarak el değiştirdi. Kale saldırılara karşın yapılan sağlam tahkimatı ve dönemi içindeki önemli esirlerin tutulduğu zindanlarıyla ve de hazinelerin saklandığı bir yer olarak ünlenmişti.
            Kalenin ilk dönem Pontus kurgusu ve devamındaki olası Roma eklemeleri ya da onarımları net olarak bilinmiyor. Giriş kapısında yeri belli olan ancak çalınmış olan kitabesi ile birlikte, tarihi kayıtlarda geçen ve Mengücekli Muzafferiddin Mehmed tarafından yaptırılan iç kale ve saray/kule yapısı gibi veriler, kalenin Mengücekli Dönemi’nde büyük ölçüde yeniden şekillendiğini gösteriyor. Ancak, yapılan bu şekillenmenin, büyük ölçüde Bizans Dönemi ve özellikle I. Justinianus Dönemi’nde ki kurgunun üzerine oturduğu, ana giriş kapısının hemen kuzeyinde yer alan ve Bizans Dönemi’ne bağlanan kapı ile devamında yer alan sur duvarlarından anlaşılıyor.
            Kale Osmanlı döneminde  de birkaç kez tahrip edildiği ve zaman içerisinde onarıldığı biliniyor. Ancak son 1915 Ermeni Ayaklanması'nda top atışları ile iyice tahrip olan Kale, o tarihten sonra tamamen kaderine terkedildi. Kale, 1970'li yıllarda tarihi eser olarak korumaya alınmış olsa da bugün hayvan yaylım alanı olarak kullanılıyor.
            Öncelikle Kale'de arkeolojik kazı çalışması başlatılıp, Taşhan, Fatih Camii ve çevresi, Hristiyanlar için çok önemli bir merkez olan Nikopolis (Bayramköy) ve Meryemana Manastırı ile birlikte bir bütün olarak ele alınıp turizm alanında pazarlanmalı. Bu ilçe ekonomisi için de ek bir gelir kaynağı anlamına geliyor.
            Bunun için de yerel yönetime büyük görev düşüyor. Ülkede birçok belediye, çevresindeki tarihi alanları tanıtıp turizme katmak için çaba ve para harcıyor. Örneğin Marmaris Belediyesi, geçtiğimiz yıllarda var olan turizm potansiyeline tarihi boyut katmak için arkeolojik kazı başlatmıştı. Yine Selçuk Belediyesi, Efes Antik Kenti sayesinde turizmde önemli bir yer tutmasına karşın bununla yetinmeyip yeni bir tarihi alanı pazarlamayı planlıyor. Şebinkarahisar Belediyesi ise ne yazık ki, Kaymakamlık tarafından önceki yıllarda yaptırılan giriş yolunda yıkılan merdiven basamaklarını dahi onarmaktan aciz.
            Yerel yönetim ve halk olarak, Kale ile sadece gurur duymakla yetinmeyip, ona sahip çıkmalıyız.

                       Güneyde yer alan  surlardan kalan bölümler    (fotoğraf Ünsal Çalık 2011)

            KAYNAKLAR

1- Koray Özcan, Anadolu-Türk Kent Tarihinden Bir Kesit: Selçuklu Döneminde Anadolu-Türk Kent     
     Model(ler)i, Bilig Dergisi, sayı 38, 2006
2- Ana Britannica Ansk. "Kale" Maddesi, C. 12, İst. 2000.
3- Ali Boran, Türk Sanatında Kale Mimarisi, Türkler Ansk. C 7, sf. 878-892   
4- Tuncer Baykara, Anadolu'nun İlk İskanında Kaleler, XII. Türk Tarih Kongresi, TTK, 1994
5- Procopius, De Aedificiis, 3. Kitap 4. Bölüm (Bu makale için İngilizceden çeviren Ersen Erdem)
6- Besim Darkot, Karahisar, İslam Ansk. C. 6, sf. 280, İst. 1955
7- Haşim Karpuz, Şebinkarahisar'daki Türk Devri Yapıları, 1.Tarih Boyunca Karadeniz Kongresi'nde 
    sunulan bildiri özeti.1986
8- Ahmet Ali Bayhan, Anadolu Kültür Mirasında Şebinkarahisar, Erzurum 2003,
9- Franz Cumont-Eugene Cumont, Voyage d'exploration Archéologique Dans le Pont, Brüksel 1906.
10- Habip Rıza Efendi (Gökçen) Aile Tarihçesi "Karahisar'a Ait" bölümü, 1933
11- Şebinkarahisar Tarihi, Yeni Şebinkarahisar, 4 Mart 1975, "Koloneia Dini Bölgesi İle Nikopolis’in     
      Tarihi ve Folkloru, Atina 1964"dan çeviren  İ. Hakkı  Uluğ
12- http://baydin2.blogspot.com.tr/2013/02/yerel-tarih_1101.html (Dukkamma)
13- Anthony Bryer-Davıd Wınfıeld, The Byzantıne Monuments And Topography of The Pontos, 
      Washington 1985 (Bu makale için İngilizceden çeviren Ersen Erdem)
14- Hasan Tahsin Okutan, Şebinkarahisar, Giresun 1944
15- Strabon, Antik Anadolu Coğrafyası, Arkeoloji ve Sanat Yay.İstanbul 2012
16- Adem Işık, Antik Kaynaklarda Karadeniz Bölgesi, Ankara 2001
17- Adrienne Mayor, Mithradates, Türkiye İş Bankası Yay. İstanbul 2013
18- http://baydin2.blogspot.com.tr/2013/02/yerel-tarih_23.html (Bayramköy ve Nikopolis)
19- http://www.deprem.gov.tr/sarbis/Veritabani/Tarihsel.aspx
20- W.M  Ramsay, Anadolu'nun Tarihi Coğrafyası, çev. Mihri Pektaş, İstanbul 1961
21- Ertuğrul Danık, Şebinkarahisar Kalesi, (Ege Üniv.) Sanat Tarihi Dergisi, Ekim 2004
22- Koray Özcan, Erken Dönem Anadolu–Türk Kenti Anadolu Selçuklu Kenti ve Mekânsal Öğeleri,
       Bilig Dergisi, Sayı 55,  2010,
23- Koray Özcan, Anadolu’da Selçuklu Dönemi Yerleşme Tipolojileri II: Karahisarlar,
      Milli Folklor Dergisi, Sayı  77, 2008
24- Türkan Kejanlı, Anadolu'da İlk Yerleşmeler ve Şehirleşme Eğilimleri, (Fırat Üniv.) Doğu Anadolu
      Araştırmaları Dergisi, 2005
25- Eren Yürüdür-İhsan Bulut, Tarihte ve Günümüzde Şebinkarahisar Şehri, I. Şebinkarahisar Tarih
       ve Kültür Sempozyumu Bildirisi, 2000
26- Mükrimin Halil Yinanç, Türkiye Tarihi Selçuklular Devri, İstanbul 1944.
27- İbrahim Tellioğlu, Osmanlı Hakimiyetine Kadar Doğu Karadeniz'de Türkler, Serander Yay.
       Trabzon 2004
28- Necdet Sakaoğlu, Türk Anadolu'da Mengücekoğulları, YKY, İstanbul 2005
29- Pars Tuğlacı, Osmanlı Şehirleri, Milliyet yay. İstanbul 1985
30- Sevgi Parlak, Osmanlı Öncesi Anadolu Kalelerinde Kapılar, Doktora Tezi, İstanbul 2010
31- İbni Bibi, Selçukname, (Aktaran Erdoğan Danık)
32- http://baydin2.blogspot.com.tr/2013/03/andronikos.html
33- http://baydin2.blogspot.com.tr/2013/02/yerel-tarih.html (Şebinkarahisar Beyliği) 
34- Mehmet Bilgin, Giresun Bölgesinde Türkmen Beylikleri ve İskan Hareketleri, Giresun Tarihi
       Sempozyumu,   Mayıs 1996
35- Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, Ötüken Yay. İstanbul 2011
36- Nejat Kaymaz, Anadolu Selçuklularının İnhitatında İdare Mekanizmasının Rolü,
       TTK yay. Ankara 2011
37- Ebu Bekr-i Tihrani, Kitabı-ı Diyarbekriyye, Çev. Mürsel Öztürk, Kültür Bak. Yay.2001
38- Mehmet Neşri, Aşiretten İmparatorluğa Osmanlı Tarihi, sadeleştiren Necdet Öztürk,
      Timaş yay. İstanbul 2011
39- Baron Joseph Von Hammer Purtgstall, Büyük Osmanlı Tarihi, C. 3, Sabah Gazetesi yayını,
40- Tursun Bey, Fetih Babası Fatih'in Tarihi, hazırlayan Mertol Tulum, Kapı yay.İstanbul 2013
41- http://www.baydin2.blogspot.com.tr/2013/02/yerel-tarih_2101.html (Fatih ve Şebinkarahisar)
42- Fatma Acun, Osmanlı Döneminde Anadolu Şehirlerinin Gelişmesinde Devletin Rolü: Karahisar
       Örneği, TTK Belleten Dergisi'nin Nisan 2001, sayı 242'den ayrı basım
43- Selahattin Tansel Sultan II. Bayezit’ın Siyasi Hayatı, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1966      
44- Çağatay Uluçay, Yavuz Sultan Selim Nasıl Padişah Oldu, İstanbul Üniv. Tarih Dergisi
       Sayı 11-12, 1956.
45- Feridun M. Emecen, Yavuz Sultan Selim, Yitik Hazine Yay. İstanbul 2010
46- Franz Taeschner, Osmanlı Kaynaklarına Göre Anadolu Yol Ağı, Bilge Kültür Sanat Yay.
       İstanbul 2010
47- BOA.3 Numaralı Mühimme Defteri s. 262 (Belgeyi temin eden Ünsal Çalık)
48- Mehmet Fatsa, XV ve XVI Yüzyıllarda Giresun, İl Özel İdaresi Yay.
49- M. Hüdai Şentürk, Tanzimat Devrine Kadar Osmanlı Devleti'nin Ulaşım Teşkilâtı ve Yol
       Sistemine Genel Bir Bakış, Türkler Ansk. c. 10
50- Sema Altunan,  Osmanlı Devleti'nde Haberleşme Ağı: Menzilhâneler, Türkler Ansk. c. 10
51- M. Münir Aktepe, Tuzcuoğulları İsyanı, İÜ Tarih Dergisi, C. 3, 1953,
52- Uğur Demlikoğlu,  XVII. Yüzyılda Osmanlı Taşrasında Yerli Yeniçeriler: Hasan Kale Örneği
       Asia Minor Studies Dergisi, Sayı 2, Kilis 2011
53- Orhan Kılıç,Teşkilat ve İşleyiş Bakımından Doğu Hududundaki Osmanlı Kaleleri ve
       Mevacib Defterleri,  Ankara Üniv. OTAM Dergisi, Sayı 31, 2012
54- Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası,Bilgi yay. İstanbul 1975
55- Sam Whıte, Osmanlı'da İsyan İklimi, Alfa yay. İstanbul 2013
56- İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi, TTK yayını 3.cilt.
57- http://www.baydin2.blogspot.com.tr/2013/03/kale-mahallesi.html
58- J. G. Taylor, Journal of a Tour in Armenia, Kurdistan, and Upper Mesopotamia, with Notes of
       Researches in the Deyrsim Dagh, in 1866 (Bu makale için İngilizceden çeviren Ersen Erdem)
59- Tülay İşbil, Şebinkarahisar Kalesi, Pirelli  Dergisi, sayı 72,  İstanbul, 1970,
60- Hayri Akyüz, Şebinkarahisar Kalesi, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, İstanbul 1954,
61- Ali Özdemir, Korunmaya Alınan Yapıtlarımız (7): Şebinkarahisar Kalesi,
      Yeni Şebinkarahisar, 22 Nisan 1980
62- http://en.wikipedia.org/wiki/Katakalon_Kekaumenos
63- Edip Akyol, Anadolu’da Müslümanlara karşı İlk Haçlı Yapılanması (Bizans-Seyfüddevle el-
       Hamdânî Mücadelesi), Mukaddime Dergisi sayı 2, 2010
64- Yurt Ansk. Giresun Maddesi, C. 5, İstanbul 1982
65- Vital Cuinet, Turquıe d'Asie, Paris 1892
66- H. Hüsamettin Özgan, Şebinkarahisar Kalesi Hakkında, Yeni Şebinkarahisar, 4.10.1983
67- Rahmeti Arat, Fatih Sultan Mehmet'in Yarlığı, İÜ Türkiyat Dergisi, C 6