5 Nisan 2022 Salı

 

Yabancı Seyahatnamelerde Şebinkarahisar VI 

     İNGİLTERE TRABZON KONSOLOS YARDIMCISI HENRY SUTER’İN GÖZÜNDEN          

                                               ŞEBİNKARAHİSAR

               Giriş

             Bu çalışmada, İngiltere’nin Trabzon Konsolos yardımcısı olan Henry Suter’in anlatımlarına yer verilerek 1838 yılındaki Şebinkarahisar ortaya konulacaktır. Her ne kadar Henry Suter’in kimliği ile ilgili detaylı somut bilgilere ulaşılabilmiş olmasa da 1833 yılından itibaren Trabzon Konsolos yardımcısı olduğu ve 1841 yılında Kayseri Konsolosluğuna atandığı bilinmektedir (Kumaş, 2020, Erkoç-akademia.edu).

             Başlangıçta, ticaret ile ilgili faaliyetlerde bulunup görev bölgelerinin sunduğu imkanları tespit etmek gibi bir misyonu olan konsoloslar, zamanla sosyal, politik ve askeri gelişmeleri de izleyen diplomatik görevliler haline gelmiştir (Yılmaz, 2016).

            Trabzon’daki İngiliz Konsolosluğu, konsolos James Brant tarafından 1830 yılında kurulmuştur. Konsolos James Brant, Erzurum’da da İngiliz konsolosluğunun açılmasını sağlamış ve 1836’da buraya konsolos olarak tayin edilmiştir. Bu atama ile bölgedeki konsolosluk ağının merkezi Erzurum olmuş ve Trabzon konsolosluk yardımcılığı statüsüne indirilmiştir (Yılmaz, 2018). 19. yüzyılın ilk yarısında ekonomik anlamda İngiliz-Fransız rekabetinin artması ve 1838 Baltalimanı Antlaşması’yla İngiltere’nin ekonomik ve ticari üstünlüğü, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki konsolosluk ağının da güçlenerek genişlemesine sebep olmuştur (Yılmaz, 2016).

            Konsoloslar sık sık Osmanlı devletinde geziler yapmışlardır. 6 Ekim 1838’de Erzurum’dan yola çıkan Henry Suter, Karahisar, Sivas, Tokat, Amasya ve Samsun üzerinden Trabzon’a dönmüştür. Bu tarihte Şebinkarahisar, Trabzon’a bağlıdır.

            Gezi notları, “Notes on a Journey from Erz-Rûm to Trebizond, by the way of Shebh-khâneh, Karâ  Hisâr, Sivâs, Tôkât and Sâmsûn, in October 1838” ( Ekim, 1838’de Erzurum’dan Trabzon’a Karahisar, Sivas, Tokat ve Samsun üzerinden yaptığım yolculuktan notlar) başlığı ile 1840 yılında Londra’da The Journal of the Royal Geographical Society of London isimli dergide yayınlanmıştır. Yazıya bir güzergah haritası ile yolların durumunu gösterir bir çizelge de eklenmiştir.

            The Journal of the Royal Geographical Society of London isimli dergi Royal Geographical Society (Kraliyet Coğrafya Kurumu) tarafından, İngiltere’de, 1831’den 1880 yılına kadar yayınlanan bilimsel bir coğrafya dergisidir (wikipedia) ve yayınlandığı süre içinde, dünyanın farklı yerlerinin coğrafi, politika ve ekonomik yapıları, bölgelerin politikaları ve nüfus verileri hakkında bilgi edinilmesini sağlamıştır (Erkoç-akademia.edu). 

    


                             Suter'in Güzergahı       (Suter 1840)

            Kelkit’ten Karahisar’a

            “(Kelkit'te)… güzel taşlardan yapılmış yaklaşık 20 tane ve ayrıca tomruklardan ve yanmamış tuğlalardan yapılmış yaklaşık 40 tane ev vardı. Burası aralarında 600 ila 700 hanenin olduğu kırk köyün bulunduğu Trabzon paşalığına bağlı bir sancağın merkeziydi ... Erenkaya köyüne geldik. Burada yaklaşık 30 Müslüman aile yaşıyordu. Burası Erzurum Paşalığına bağlı 200 veya 250 evden oluşan bir ilçenin merkezidir (Şiran’dan bahsetmektedir) Kuzeyinde Gavur dağının yüce ve karlarla kaplı sıradağları bulunuyordu. Bu bölgede kış mevsiminin çok şiddetli olduğu söyleniyor ve çok fazla kar yağıyor ve yol bazen günlerce geçilemez oluyor. Bulunduğumuz yerden 30 saat uzaklıkta olan Trabzon’a bir yol ayrılıyor.

            Rotamız bizi dik bir yokuşla büyük çam ağaçlarıyla kaplı tepelere götürdü ve ardından yaklaşık 18 kilometre boyunca devam ettik ve ardından arka arkaya alçak çorak tepeler geçtik. Doğudan akan bir derenin geçtiği dar bir vadiye vardığımızda yaklaşık 12 kilometre yol almıştık. Bu nehri küçük bir tahta köprüden geçtik ve sonra dik ve kötü bir yoldan yüksek kayalık bir dağa çıktık. Zirvesinden, altımızda Yeşilırmak nehri veya Doğudan akan İris nehrini gördük. Vadinin karşı tarafında, dik, çorak bir kayanın üzerinde, çevredeki şap madenleriyle Kara Hisar şehri görünüyordu. Vadiye inip ahşap bir köprü ile dereyi geçerek önce dar kayalık bir patikadan sonra meyve ağaçlarının bahçelerinden geçerek … şehre ulaştık.”

            Henry Suter, muhtemelen Alucra’dan sonra Alişar Deresi’nin bir tahta köprüden geçerek, dik ve kötü bir yoldan, yine muhtemelen Turpçu’nun güneyinden geçen güzergahtan yüksek kayalık dağ olarak tarif ettiği Müsellim Dağı’na çıkmıştır. “…Vadinin karşı tarafında, dik, çorak bir kayanın üzerinde, çevredeki şap madenleriyle Karahisar şehri görünüyordu...” şeklindeki ve devamındaki anlatımı bizi bu sonuca götürmektedir. Müsellim Dağı’ndan inip, Avutmuş Deresi’ni yine ahşap bir köprüden muhtemelen Köse Köprüsü’nden geçerek, önce dar bir kayalık patikadan yani Hacıömer-Avutmuş arasındaki yoldan ve sonrasında meyve ağaçlarının bahçelerinden yani Bağlar’dan geçerek Karahisar’a varmışlardır.

            Anlatımda geçen Yeşilırmak, tarife bakıldığında, Kelkit Çayı’nın kolunu oluşturan Avutmuş Çayı’dır ve İris Nehri de Yeşilırmak’ın Bizans dönemindeki ismidir. Nitekim eski tarihli bazı tapu kayıtlarında bir arazinin sınırında bulunan Avutmuş Çayı veya Kelkit Nehri, Yeşilırmak olarak belirtilmiştir. 

            Karahisar

            Şehir, yüksek bir tepenin zirvesine yakın bir yerde inşa edilmiş ve bir kale kalıntıları ile taçlandırılmış dikey bir kayanın çevresine yerleşmişti. Kerpiçten yapılmış yaklaşık 2500 haneden oluşuyordu. 500 hanede Ermeniler, 50 tanesinde Rumlar, geri kalanında ise Müslümanlar yaşıyordu. Karahisar pazarları çok genişti ve ülke içerisinde yapılmış pamuklu kumaşlar ve bazı İngiliz ürünleri ile Halep ve Şam yünlüleriyle çok çeşitli ve zengin görünüyordu, ancak burada her türden yabancı eşyaya olan ilginin az olduğunu gördüm. Kumaş üretiminde bir miktar İngiliz pamuklu büküm kullanılır ve ağartılmamış patiska ve çivit ithal edilir, ikincisi ilkini boyamak için kullanılır; boyandığında kumaşlar ülkede satılır. Tüccarlar, önceleri İstanbul’dan tedariklerini karşılıyorlardı ancak vapurların kullanılmasından sonra genellikle Trabzon’u kullanmaya başlamışlardır.”

            Henry Suter’in, Karahisar’ın hane sayısından, pazarından ve ticaretten bahsetmesi, bu gezinin asıl amacını oluşturmaktadır. Yazıda açıkça ifade edilmese de, 1838 yılında imzalanan Osmanlı-İngiliz Ticaret Anlaşması’nın sonuçlarının ve geleceğinin değerlendirilmesinin amaçlandığı anlaşılmaktadır.

            İngiltere, 1827–1828 Osmanlı-Rus savaşından sonra, Fransa’nın Cezayir’i işgali (1830), Kavalalı Mehmet Ali Paşa ayaklanması (1831–1841) gibi iç sorunlarıyla karşı karşıya gelen Osmanlı Devleti’ne yardımcı olmuş ancak bu yardımının karşılığında da Osmanlı ekonomisini savunmasız bırakacak olan 1838 Osmanlı-İngiliz Ticaret Anlaşması’nı imzalamıştır (Bayraktutan, 2010).

            Osmanlı İmparatorluğu 1826'dan sonra kendi ihtiyaç duyduğu yerli hammaddelerin yabancı tüccarlar tarafından yurt dışına çıkarılmasını önleyen yed-i vahid (tekel) sistemini uygulamaya koymuştu. Bu sistem Büyük Britanya'nın çıkarlarına uygun düşmüyordu ve İngilizler kendilerine Osmanlı topraklarında ayrıcalıklar verilmesi için Osmanlı İmparatorluğu'na baskı yapıyorlardı. Osmanlı Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa, Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın isyanını bastırmak için İngilizlerden yardım istemiş ve bu yardıma karşılık olarak, Büyük Britanya'ya ticari bakımdan büyük ayrıcalıklar veren bir ticaret anlaşmasını İstanbul Baltalimanı'nda devlete ait olan bir yalıda imzalamıştır (wikipedia).

            Anlaşmaya gereği tekel sistemi İngiliz tüccarlar için kaldırılmış ve diledikleri miktarda ham maddeyi satın alma imkânı verilmiştir. İç ticarete Osmanlı vatandaşlarının yanı sıra İngiltere’nin de katılması öngörülmüş böylece İngiliz vatandaşları Osmanlı ürünlerini Osmanlı tebâsından tâcirlerle aynı vergi koşulları altında satın alma hakkına sahip olmuşlardır. İngilizlerle olan transit ticaretten alınan resmi vergi de kaldırılmıştır. Bunun anlamı, Büyük Britanya gemileriyle gelen İngiliz malları için bir defa gümrük ödendikten sonra, mallar alıcı tarafından nereye götürülürse götürülsün bir daha gümrük ödenmeyecektir (wikipedia).

            Baltalimanı Anlaşması olarak da anılan bu anlaşma, Osmanlı’nın mali çöküşüne yol açan önemli bir anlaşma olarak nitelendirilmektedir. Henry Suter’nin gezisinin temel kaynağının bu anlaşma olduğu düşünülmektedir.

             Henry Suter’e göre, Karahisar pazarları çok geniştir ve ülke içerisinde yapılmış pamuklu kumaşlar ve bazı İngiliz ürünleri ile Halep ve Şam yünlüleriyle çok çeşitli ve zengin görünmektedir. Şiran-Karahisar arasındaki yol, dağlık ama iyi ve ancak atlara uygundur.

            1835 yılında Şebinkarahisar’a gelen İngiltere’nin Erzurum Konsolosu James Barnt da, kasabanın etrafında inşa edildiği izole dağın zirvesinde eski bir kalesi ve kasabanın yakınında, kasabanın kendine özgü “Shebb-khaneh” adını aldığı geniş kaya şap madenleri olan, 2500 haneli Karahisar’ın “…kıyı ve iç kesimlerle hatırı sayılır…” bir ticarete sahip olduğunu ifade etmektedir. (Brant 1836) 

            Karahisar’dan Suşehri’ne

            Bizim rotamız, kısmen ekili arazilerin yanında uzanırken Dumanlı deresine (sisli vadi) tepeden bakan Karahisar’dan güneybatı yönünde 4 kilometre uzaklıkta ilerliyordu. Buraya indik ve doğudan yaklaşık 30 metre genişliğinde, yatağı 50 metre genişliğinde olan sığ ama hızlı akan bir nehri geçtik. Bu akarsu, Yeşilırmaktı (Kelkit Nehri) çünkü Karahisar’a gelmeden daha önce de geçtiğimin aynısı olduğuna inanıyorum.  Bundan sonra nehrin sağ yakasından devam eden Tokat’a giden yoldan çıktık. Güneyden akan başka bir dereye denk gelene kadar sol kıyı boyunca devam ettik. Kısa bir süre sonra batıdan gelen başka bir dere ile karşılaştık ve bir süre sonra küçük bir köyün yanından geçtik ve buranın Musellim'i olan Mubbeh oğlu Muhammed Bey’e ait olan büyük ve güzel bir bina gördüm.

            Nehir burada doğudan batıya uzanan Aşkar ovasını sulayan birçok dereye dönüşüyordu. Onu çevreleyen tepeler, çok sayıda köyün bulunduğu yerde ekili bir haldedir. 8 saat veya 24 kilometre uzunluğunda olduğu ve yaklaşık 4 kilometre genişliğinde olduğu söylenen ovanın (Suşehri-Akıncılar Ovası) çok verimli olduğu söyleniyor. Burada 90 veya 100'den az köy olmadığı konusunda bilgilendirildim. Evler, kerpiçten yapılmış ve düz tabanlı kaba taştan inşa edilmiş olup, etrafı onlara güzel bir görünüm veren meyve bahçeleri ile çevrilidir. Kavun ve üzüm gibi birçok meyve bol miktarda bulunur. Bu yılki hasat iyiydi ve bu bölgede her zaman nüfusun tüketimi için yeterli olandan daha fazla tahıl yetiştiriliyor, fazla ürün için Karahisar’da bir pazar bulunuyor. Kar kayda değer bir yüksekliğe ulaşmasına rağmen kışlar genelde ılıktır. Birçok köyde 30 ila 50 aile yaşamaktadır buna rağmen bazı köylerde bu sayı 150-200’ü bulabiliyor… (Suşehri) Karahisar’dan yaklaşık olarak 6 saat uzaklıktadır…”

            Henry Suter’e göre, Suşehri-Akıncılar Ovası’nda üretilen fazla ürün Karahisar’da bulunan bir pazarda değerlendirilmektedir. 

            Kılıçkaya Barajı yapılmadan önce 1980’lerin sonlarına kadar, Şebinkarahisar, Suşehri ve özellikle de Akıncılar’da üretilen sebze ve meyvenin pazarı olmuştur. Şebinkarahisar’a bağlı Kınık-Ozanlı köyleri ile Suşehri’ne bağlı Asap-Türkmenler köylerinden geçen güzergaha sahip Şebinkarahisar-Suşehri Yolu, 1987 yılında Kılıçkaya Barajı Gölü altında kalmış ve yol bugünkü güzergahından yapılmıştır. Bu güzergah değişikliği, Suşehri ve özellikle de Akıncılar ile Şebinkarahisar’ın iletişimini sınırlamış, meyve ve sebze nakletmeyi zorlaştırmıştır. Günümüzde Şebinkarahisar bu pazar niteliğini nispeten yitirmiştir.    

             Sonuç

            Trabzon Konsolos Yardımcısı olan Henry Suter, 1838 Osmanlı-İngiltere Ticaret Anlaşması’nın imzalanmasından sonra, görevi çerçevesinde, Erzurum, Karahisar, Sivas, Tokat ve Samsun’u kapsayan bir geziye çıkmış ve tespitlerde bulunmuş, bunu da yazdığı bir makale ile İngiliz kamuoyuna duyurmuştur.

            Günümüzden 184 yıl önce, 1838 yılında, Karahisar’da 2500 hane vardır. Evler kerpiçten yapılmıştır. Karahisar pazarları çok geniştir. Pazar, ülke içerisinde yapılmış pamuklu kumaşlar ve bazı İngiliz ürünleri ile Halep ve Şam yünlüleriyle çok çeşitli ve zengin görünmektedir, ancak her türden yabancı eşyaya olan ilgi azdır. Kumaş üretiminde bir miktar İngiliz pamuklu büküm kullanılmakta ve ağartılmamış patiska ve çivit ithal edilmektedir. Tüccarlar, önceleri İstanbul’dan tedariklerini karşılarken, vapurların kullanılmasından sonra genellikle Trabzon’u kullanmaya başlamışlardır.  Suşehri-Akıncılar Ovası’nda üretilen fazla ürün Karahisar’da bulunan bir pazarda değerlendirilmektedir.           

            Henry Suter’in, ticaret olanaklarını araştırırken şap üretiminden ve diğer madenlerden bahsetmemesi ilginçtir. Şap madeninin devlet denetiminde olmasının bunda etkisi olduğu düşünülmektedir.

    


                                                 Suter'in Gezi Güzergahı, (Suter 1840)

 Kaynaklar

1.         Henry Suter, Notes on a Journey from Erz-Rûm to Trebizond, by the way of Shebh-khâneh, Karâ Hisâr, Sivâs, Tôkât and Sâmsûn, in October 1838, The Journal of the Royal Geographical Society of London , 1840, Vol. 10 (1840), pp. 434-444 (Çeviren: Ersen Erdem)

2.         Yüksel Kumaş, 19.Yüzyıl İlk Yarısı İngiliz Konsolosluk Raporlarına Göre Trabzon Ticareti,

        Dokuz Eylül Üniversitesi  Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Lisans Bitirme Tezi, İzmir, 2020.

3.         Batıkan Erkoç, İngiltere’nin Trabzon Konsolos Yardımcısının Gözünden 1830'ların Samsun'u ve Anglo-Osmanlı Kapütülasyonları, (https://www.academia.edu/27347293 - erişim  29.01.2022)

4.         https://en.wikipedia.org/wiki/Journal_of_the_Royal_Geographical_Society_of_London,

       (erişim  29.01.2022)

5.         Özgür Yılmaz, Türk Deniz Ticaret Tarihinin Kaynağı Olarak Konsolos Raporları, Marmara Üniversitesi VIII. Deniz Ticareti Sempozyumu, İstanbul, 2016.

6.         Özgür Yılmaz, Tarihi, Coğrafi ve Arkeolojik Bilgi Kaynağı Olarak Konsolos Gezileri, Türk Tarih Kurumu, XVII. Türk Tarih Kongresi 15-17 Eylül 2014, Bildiri Kitabı Ankara, 2018.

7.         https://tr.wikipedia.org/wiki/Baltaliman%C4%B1_Antla%C5%9Fmas%C4%B1 (Erişim 12.03.2022).

8.         Mübahat S. Kütükoğlu, Baltalimanı Muahedesi, İslam Ansiklopedisi, 5. Cilt, İstanbul 1992                           https://islamansiklopedisi.org.tr/baltalimani-muahedesi (Erişim 12.03.2022)

9.         James Brant, Journey Through a Part of Armenia and Asia Minor, in the Year 1835, The Journal of the Royal Geographical Society of London 1836

 

30 Mart 2022 Çarşamba

 

Yabancı Seyahatnamelerde Şebinkarahisar V 

          FRANSIZ DOĞA BİLİMCİ-DİPLOMAT VİCTOR FONTANİER’İN GÖZÜNDEN                                                            ŞEBİNKARAHİSAR

                Giriş                                                                                                                             

             Bu çalışmada, Fransa’nın Trabzon konsolosluğu görevinde de bulunan, Fransız doğa bilimci, yazar, seyyah ve diplomat Victor Fontanier’in anlatımlarına yer verilecektir. 

            Victor Fontanier

            Victor Fontanier 1796’da doğmuştur. Eczacılık okumuş ve 1819'da Paris'teki Ulusal Doğa Tarihi Müzesi'nde doğa bilimci yardımcısı olarak çalışmaya başlamıştır. 1821'de Fransız Büyükelçiliğine bağlı bir doğa bilimci olarak İstanbul’a gönderilmiştir. Osmanlı'ya gönderildiğinde coğrafya ve doğa bilimlerinden çok politikayla ilgilenmeye başlamıştır. (wikipedia) 1822 ve 1829 yılları arasında Fransız hükümetinin emriyle Doğu’da ilk seyahatini gerçekleştirmiş, 1830 Yılında Fransa’nın Trabzon Konsolosluğunu tekrar hayata geçirmek için görevlendirilmiştir.  Kendi beyanı ile “tarihin yazabileceği en büyük darbe, yeniçerilerin yıkılması sırasında Türkiye'nin ortasındadır”.  (Fontanier 1829) Yeniçeri Ocağı 21 Haziran 1826 tarihinde kaldırılmıştır. Victor Fontanier ise 12 Haziran 1826’da Gürcistan’dan Trabzon’a gelmiş, 6 Temmuz’da Erzurum’a hareket etmiştir. Trabzon konsolosluğu görevinde doğuya yeni seyahatler yapmıştır. (Yılmaz 2014). Daha sonra değişik yerlerde konsolos veya konsolos yardımcısı olarak görev yapmış ve geziler gerçekleştirmiştir. 1857’de son görev yeri olan İtalya’da ölmüştür. (Saylan 2015)

            Victor Fontanier, gezilerini kaleme almış ve yayınlamıştır. Sadece doğa bilimi değil coğrafya ve jeoloji bilgilerinin de yer aldığı ilk seyahat notları, 1829 yılında “Voyages en Orient, entrepris par ordre du gouvernement français de l'année 1821 à l'année 1829” adı ile Paris’te yayınlanmıştır.

            Victor Fontanier, ilk seyahatinde Trabzon’daki veba hastalığı nedeniyle Sinop’a ve oradan Erzurum’a gitmek istemiş, istediği şartlarda kayıkçı bulamayınca da  bir kervana katılarak karayolu ile Erzurum’a geçmiştir. (Fontanier 1829, Yılmaz 2014) Erzurum’da bir ay kalan Victor Fontanier, veba hastalığı ve bölgedeki gerginlikler nedeniyle, (wikipedia) az kullanılan bir yol olan Sivas üzerinden İstanbul’a gitmek için yola çıkmış ve 1826 yılı Ağustos ayı sonunda Şebinkarahisar’dan geçmiştir. (Fontanier 1829)

            Victor Fontanier, yola çıkarken Ali Ağa isimli bir kervancı ile anlaşmış, “…birlikte yolculuk yaptığı kervan reisinin doğrudan bağımlılığına kapılmamak…” ve uygun gördüğünde durabilmek için, biri kendisine, diğeri ise hizmetinde olan bir Ermeni hizmetçiye iki de at satın almıştır. Kendilerine ayrıca bir Gürcü grup katılmıştır. (Fontanier 1829) 

            Kelkit’ten Karahisar’a          

            Erzurum-Bayburt-Kelkit-Şiran-Karahisar güzergahını izleyen Victor Fontanier, yol boyunca coğrafyaya yönelik ve jeolojik gözlemler yapmış, notlar almış ve numuneler toplamıştır. Örneğin Çiftlik (Kelkit)’ten çıktıktan sonra diyorit, mikalı şist; ve çok sayıda volkanik ürün bulmuştur.

            “…Çiftlik ovasının ardından, kalkerin diyorit ile dönüşümlü olarak değiştiği çok daha küçük bir başka ova gelir. Çiftlik'ten iki saat uzaklıkta bulunan bu vadi, yazın kuruyan bir dereyle kesişir; oradan ayrılırken zirvesi çalılar ve çamlarla kaplı kireçtaşı bir dağa tırmanıyorsunuz. O zaman artık diyorit görmüyoruz, ancak kalker sarımsı, orta taneli. Sağda ve solda, çevresi iyi işlenmiş ve konumu çok hoş olan köyler görülüyor; onlardan birine gittiğimde, kireçtaşının üzerine midye konmuş kabuklu kumtaşı buldum. Yerin durumu, suyun bolluğu, orada oldukça önemli kalıntılar bulma ümidimi verdi; ” (Fontanier 1826)

            Kitabında Bayburt-Karahisar, Karahisar-Sivas ve Karahisar-İstanbul arası jeolojik kesitleri içeren çizimlere de yer vermiştir. Bu çizimlerde bulunan işaret tablosu (lejant) kireçtaşı mermer, granit, pektinit (deniz kabuğu fosili), kireçtaşı, alçıtaşı, porfir ve silisli kumtaşı gibi mineralleri göstermektedir. (Bienal 2021).

                                                Jeolojik Kesit 1 (Fontanier 1829)
 

            Hasat Zamanı

            “…Karahisar'a varmadan yaklaşık dört fersah (Fersah, 12.000 adıma veya 1 saatlik yola denk geldiği kabul edilen eski ölçü birimidir. Denizcilikte kullanılan, eski Türk gemicilerinin kullandığı fakat günümüzde kullanılmayan 3 deniz miline eşit uzaklık birimi. Yaklaşık olarak 5.556 metreye eşittir.- wikipedia) önce, birkaç köyle dolu büyüleyici bir vadiden geçilir; sağda ve solda, bir zeminin dalgalanmalarıyla ani biçimleriyle en yüksek kontrastla kesilmiş devasa kayalar. Küçük höyükler ve en güzel bitki örtüsü ile kaplı. Ağustos ayının sonunda ve hasat zamanındaydık; bütün köylüler buğdayı biçmek için dışarı çıkmıştı ve sıradan zamanlarda yalnızlık ve korkunun hüküm sürdüğü bir ülkenin yüzeyine yayılan bu hareket ve bu aktiviteyi görmek hoş bir manzaraydı. Kadınlar erkekler gibi çalışıyordu. Hepsi, bu ülkelerde çok olağan bir süsleme olan ve başka yerlerde fazla lüks görünecek olan ipek elbiseler giyiyorlardı. Türk fabrikalarının ipekleri çok ucuza temin edebildiği doğrudur; bir elbisenin satın alınması için gerekli miktar yirmi frankı pek geçmez. Pamuklu ipek dokuma geleneği kumaşın direncine katkıda bulunur mu bilmiyorum; Yine de çoğu sakin, kıyafetlerini en az bir yıl boyunca her gün değiştirmeden giyer. Ana fabrikalar Halep ve Bursa'da kurulu; aynı zamanda imparatorluğun diğer birçok yerinde de yapılırlar…” (Fontanier 1826)

            Victor Fontanier’e göre, “sıradan zamanlarda” ülkede yalnızlık ve korku hakimdir. Hasat zamanında ise kadınlar dahi, üstelik ipek elbiseleri ile tarlada çalışmaktadır. Ülke sakinleri elbiselerini bir yıl boyunca ve her gün değiştirmeden giymektedirler. 1822 yılından itibaren Türkiye’de inceleme gezileri yapan Victor Fontanier’in 1826 yılında Karahisar yolundaki bu tespitleri ilginçtir. 

            Bağlar

            “…Karahisar'dan iki saat önce, bu şehrin bahçelerinin üzerinde yükselen bir dağa tırmanmak gerekiyor. Bahçelere inişten daha dik ve uzun bir tırmanış nadiren gördüm; … Karahisar nehri, tahta bir köprü ile geçilmektedir; sonra orada yaşayanlara ait güzel çeşmeler, bahçeler ve kır evleri bulunur. Bu bahçelerin çoğunda asma yetiştirilir; onlar ayrıca Avrupa'nın meyvelerini de sunuyorlar ve biz orada olgunlaşmış şeftalileri satın alabildik, dağlarda ise hala sadece hasat yapıyorlardı. Ancak şehre ulaşmak için, tepesinde kurulmuş olan başka bir dağa tırmanmak gerekiyordu; Hatta uzun bir yarıştan yorulan atlarımızı biraz dinlendirmek için birkaç kez durmak zorunda kaldık…”

            Seyyahın tırmandığı dağ, iniş ve dik ve uzun tırmanış yaptığı güzergah, Erzurum - Karahisar Yolu’nun Turpçu-Hacıömer köyleri arasındaki kısmı ifade etmektedir. Anlatımda geçen “tahta bir köprü”nün, bu güzergah üzerinde bulunan ve İngiliz diplomat-yazar James Justian Morier’in de 1809 yılındaki seyahatinin anlatımında yer alan  ve “kemerin ayakları çıkıntı yapan iki kayanın üzerine taştan ve üst güvertesi ahşaptan yapılmış tek kemerli ilk köprü” şeklinde tarif ettiği Köse Köprüsü olması kuvvetle muhtemeldir. Victor Fontanier’e göre bahçelerde asma ve meyve yetiştirilmektedir. 

            Bir Kemirgen

            Victor Fontanier, Fransız hükümeti tarafından Paris’teki Doğa Tarihi Müzesi’nde 1819’da kurulan École des Naturalistes Voyageurs’ün (Gezgin Doğabilimciler Okulu) ilk altı mezunundan birisidir. Gezgin Doğabilimciler Okulu, kolonyal mallarla daha üretken bir bağ kurmak ve yabancı doğal kaynakları keşfetmenin yanı sıra bitkiler, hayvanlar ve mineraller gibi yerel örnekleri toplamak, hazırlamak, korumak ve nakletmek için genç “natüralist yolcular” yetiştirmeyi hedeflemiştir. Victor Fontanier, bu çerçevede Doğu’ya ilk başta uzman bir seyyah olarak yerel kaynakları incelemesi için gönderilmiş (Bienal 2021) ve sadece coğrafik ve jeolojik tespitler yapmamış, gördüğü hayvanlardan da bahsetmiştir.

            “…Karahisar şehrine hakim olan dağlarda birkaç kez, ancak büyük güçlükle yakalamayı başardığım bir kemirgen gördüm. Deriyi almak istedim; ama Magripliler buna karşı çıktılar ve ben de onu anlatmakla yetinmek zorunda kaldım. Yer sincabı (gelengi, çayır köpeği, kitapta souslik olarak isimlendirilmiştir.) büyüklüğündeydi; ama derisi gri olmak yerine güzel bir kırmızıydı, üzerine beyaz benekler serpiştirilmişti; kuyruğu yer sincabından daha uzun ve dolgun, kulakları yuvarlak ve kıllı, karnı beyazdı; üstte beş dişi, altta dört dişi var, alt kesici dişleri sivri, kafası yassı; bu yüzden dağ sıçanı cinsine ait olması gerektiğini düşünüyorum. Ancak ayakları aynı cinsin diğer türlerinin ayakları kadar orantılı değildir. Yere kazdığı çukurlarda onlar gibi yaşar; tehlikede olduğunu düşündüğünde kendini bir kenara bırakır ve olağanüstü bir hızla oraya yerleşir; yürüyüşleri canlıdır ve büyük bir çeviklik gösterir…” (Fontanier 1826)

            Bu kemirgen, üzerinde beyaz benekleri olan kırmızı bir deriye veya renge sahip, karnı beyaz, uzun ve dolgun kuyruklu, yuvarlak ve kıllı kulaklı, alt kesici dişleri sivri, yassı kafalı ve çevik bir hayvandır. Bugün böyle bir hayvanın varlığı bilinmemektedir. 

            Karahisar

            “…Karahisar şehrinin yirmi bin kişi içerdiği söylenir. Küçük boyutundan bu kadar çok şey içerebileceğine inanmazdım; belki komşu köyler de dahildir. Muhammed'in soyundan gelenlerin daha fazla olduğu bir ülke görmedim; her yerde sadece yeşil sarıklı erkeklerle tanıştım. Ancak bu akrabalık onları ortalığı kasıp kavurmaya başlayan vebaya karşı korumadı; gerekli alımları yaptıktan sonra kasabadan belli bir mesafeye yerleşmeyi ve şehirle tüm iletişimi kesmeyi ihtiyatlı bulduk ... Şehir Trabzon Paşası'na bağlı bir Müsellim tarafından yönetilmektedir; oradaki evler oldukça kötü durumda; Ancak vali, yolcuların rahatı için çok zarif bir han yaptırmış. Civarda, Trabzon yolu üzerinde, fabrikalarda tüketilen her şeyi çıkardıkları şap madenleri vardır … Ayrıca işletilmeyen kurşun madenleri de vardır…”

            Karahisar’ın nüfusu söylendiğine göre yirmi bindir. Ancak Victor Fontanier buna inanmamakta ve bu rakamın köyler ile birlikte olabileceğini ifade etmektedir. Oysa ki, Fransız seyyah Ange de Gerdane 1807 yılında Şebinkarahisar’da 2200 ev olduğunu söylemektedir (Gerdane, 1809). İngiliz diplomat-oryantalist Sir William Ouseley’e göre ise 1812’de Şebinkarahisar büyük bir kasabadır (Ouseley, 1823).

            Victor Fontanier’e göre, 1826 yılında “şehir Trabzon Paşası'na bağlı bir müsellim tarafından” yönetilmektedir. Gerçekten de, arşiv kayıtlarına ve salnamelere göre, Karahisar 1805 yılında Trabzon Eyaleti’ne, 1836 yılında ise Erzurum eyaletine bağlanmıştır. Karahisar 1846-1865 yılları arasında yine Trabzon Eyaleti’ne bağlı kalmıştır. (Sezen 2017)

            Victor Fontanier ve yanındakiler, şehirde bulunan ve yolcuların rahatı için yapılan zarif handa kalmamışlar, veba hastalığı nedeniyle kasabadan belli bir mesafeye yerleşmiş ve şehirle tüm iletişimlerini kesmişlerdir.

                Tarihte milyonlarca insanın ölümüne neden olan veba hastalığı, bölgemizde 1805 yılında Erzurum ve Bayezid’de görülmüş, 1807 ve 1809 yıllarında tekrar Erzurum ve Bayburt’ta ortaya çıkmıştır. Veba, Fransız Konsolosu Dupré’nin 26 Temmuz 1811 tarihli raporuna göre Trabzon’da günde 40 kişinin ölümüne sebep olmuştur ve Trabzon nüfusun % 10-12’si veba sebebiyle hayatını kaybettiği gibi eyaletin diğer yerlerine de sirayet etmiştir. 1814-1815’te de etkisini devam ettiren veba, 1824 ve 1827’de Gümüşhane’de, 1828’de Erzurum’da görülmüştür. Zaman içinde Trabzon’da sorun olmaya devam eden veba 1830 yılında salgına dönüşmüş ve Karadeniz kıyılarını kırıp geçirmiştir. (Aktaş 2015, Yılmaz 2017) 1828-1829 Osmanlı Rus Savaşı esnasında veba salgın halini almıştır. Hatta, 1829 tarihli bir arşiv belgesine göre, Anadolu’da ortaya çıkan hayvan hastalıklarından bahsedilmekte ve Karahisar’da 300’den fazla devenin bir anda hastalanarak telef olduğu bilgisine yer verilmektedir( BOA, HAT: 43240-D, Özcan 2010). Yine, İngiliz asker ve seyyah James Edward Alexander, 1826 yılında Amasya ve çevresinde var olan veba salgınının etkilerini yakından görmüş ve anılarında ayrıntılı şekilde kaydetmiştir. Victor Fontanier ve beraberindekiler, Sivas’tan sonra gittikleri Amasya’ya girişlerinde veba salgınından dolayı bekletilmişler, bir süre Amasya’da konaklamışlardır (Genç 2020)

            Karahisar’ın çevresinde zaman zaman salgın şeklinde ve ancak sürekli var olan vebanın, İstanbul-Erzurum Yolu üstünde ve menzil noktası olan Karahisar’da görülmemesi mümkün değildir. Trabzon’dan ve Erzurum’dan veba nedeniyle ayrılan Victor Fontanier’in anlatımından, Karahisar’da da o tarihte veba olabileceği sonucuna ulaşılmaktadır.

            Victor Fontanier, üretim yapılan şap madeni yanında işletilmeyen kurşun madenlerinin varlığından bahsetmiştir. Oysa ki, Karahisar’ın şap madeninden sonra en önemli madeni olan Licese Simli Kurşun Madeni ile ilgili ilk arşiv kaydı 1838 tarihini taşımaktadır. (Saylan 2014). Seyahatinde jeolojik ve coğrafik tespitler de yapan Victor Fontanir’in kurşun madeni ile ilgili 1826 yılındaki bu tespiti önem arzetmektedir. 


                 (nypl.digitalcollections.95d1a99c-80e2-c2f1-e040-e00a18064f41.001.g) 

            Karahisar’dan Sivas’a

            Karahisar’da, Erzurum’dan kendisini Sivas’a götürmesi için anlaştığı Ali Ağa ismindeki kervancı acil olarak Tokat’a devam edeceğini söyleyip, Victor Fontanier’i “…dünyadaki tüm mülkü beş katırı olan Ermeni bir katırcıya...” emanet etmiştir.

            “…Bu Ermeni, beyaz sarık takmış, Müslüman zannedilmek ve güven içinde seyahat edebilmek için Türkçeden başka bir şey konuşmamıştır. Mokdossi olan adını İbrahim olarak değiştirmişti; ama kollarında hacından beri kazınmış olan Etchmiazin kilisesinin (Eçmiyazin Kilisesi, Ermenistan'ın Eçmiyazin kentinde bulunan Ermeni Apostolik Kilisesi'nin ana kilisesidir -wikiedia) damgasının görülmesinden korktuğu için kollarını dikkatle ilikledi. Hıristiyanların Türklere dönüşmelerine yollarda sıkça rastlanmaktadır. İtiraf etmek gerekir ki, ikinciler hileyi algıladıklarında asla kızmazlar, çünkü onda sadece vergi kaçırmak için bir yol görürler; Hıristiyanlar ise sadece iki dinde ortak olan isimleri almaya özen gösterirler…

            “…Ben Sivas yolunu tutarken Ali-Aga, Persler ve kervanımızın diğer üyeleri doğrudan Tokat’a doğru yola çıktılar. (Birlikte yolculuk yaptıkları) Gürcüler ve onların köleleri bizimle aynı taraftan geldiler ve yolumuzda işlenen bir soygun meselesi olduğu için, daha çok sayıda ve daha kompakt bir kütle oluşturmak için tamamen bizimle karıştılar…

            “…Sağ yakasını üç saat boyunca takip ettiğimiz nehre yaklaşmak için direkt yoldan hemen ayrıldık. Bol miktarda karpuz ve salatalık yetiştirilen, iyi işlenmiş bahçelerde yürüdük; sonra çok yüksek iki kaya arasına atılmış tahta bir köprünün üzerinden büyük sularla dolup taşan nehri geçtik. Yassı ve son derece zarif olan bu köprüye tırmandım; bir tarafında büyük demir zincirler vardır, bunlar kaldıraçlar vasıtasıyla bir kısmını kaldırabilir ve böylece karşı kıyı ile iletişimi kesebilir.; kayalar sarımsı mermerdendi…

            “…Birkaç saat boyunca tekrar nehrin yanından geçtik ve sonunda güneye dönüp … güzel bir ovada yer alan Andras (Endires- Suşehri) adlı bir köye ulaştık. Andras, Karahisar’dan on iki saat uzaklıktadır; arazi serpantin ile dönüşümlü Pirene kalkeridir; Ayrıca grunstein, graisen ve gri granit gördüm. Kireçtaşı kütlelerinin üzerinde, çapı dört inç olan pektinitler içeren daha geç yaştaki bazılarını fark ettim…

            “…Rotamız çamlarla kaplı kayaların arasından geçiyordu; bazen Kürtler tarafından sömürülen otlaklar bulduk. Genelde toprak seyrek işlenir ve nüfus çok seyrektir; aksine köy çok iyi durumdaydı ve Trabzon'a bağımlı bir bey tarafından yönetiliyordu…Her zamanki gibi kendimizi köyün dışına yerleştirmek zorunda kaldık…

            “…Sivas'a gitmemiz beş gün sürmüştü: işte güzergah: Karahisar'dan nehre üç saat; oradan Suşehri’ne, dokuz saat; Tchistlik'te  (Kiepert 1915 haritasında Suşehri ile Gemin Beli arasında bu isimde bir köy bulunmaktadır) altı saat; kampta, sekiz saat; Soliman-Aga köyünde sekiz saat; Sivas'ta dört saat; toplam kırk saat. Bu mesafeyi yaklaşık elli sekiz lieues (eski bir ölçü birimi, fersah, 1 lieues yaklaşık 4 km’dir) olarak tahmin ediyorum…”(Fontanier 1826)

            Victor Fontanier’e göre, Karahisar-Sivas yolunda soyulma tehlikesi vardır. Her ne kadar isim vermese de, sağ yakasını takip ettikleri nehrin Kelkit Çayı olması kuvvetle muhtemeldir, çünkü büyük sularla dolup taşan bir nehirdir. Kelkit Çayını, yassı ve son derece zarif olan, bir tarafında büyük demir zincirler ve kaldıraçlar bulunan, yüksek iki kaya arasına atılmış tahta bir köprünün üzerinden geçmişlerdir. Victor Fontanier ve yanındakiler köprüye ulaşana kadar da bol miktarda karpuz ve salatalık yetiştirilen, iyi işlenmiş bahçelerde yürümüşlerdir.

            Karahisar’dan Sivas’a yolculuk 5 gün sürmüştür. Viktor Fontanier, Karahisar-Sivas arasını 232 km (58 lieues-fersah) olarak tahmin etmektedir. 

            Sonuç

            Fransız doğa bilimci Victor Fontanier, uzun yıllar Türkiye’de seyahatler gerçekleştirmiş, gözlemler ve tespitler yapmış, bu gezilerinde 196 yıl önce Şebinkarahisar’dan da geçmiştir.

            Victor Fontanier’in 1826 yılında geldiği ve veba hastalığı nedeniyle şehir dışında kurduğu kampında bir gece kaldığı Şebinkarahisar’ın nüfusu 20.000’dir. Evler oldukça kötü durumdadır ama bağlarda güzel çeşmeler, bahçeler ve kır evleri bulunmaktadır. Üretim yapılan şap madeni yanında işletilmeyen kurşun madenleri vardır. Ağustos ayının sonu ve hasat zamanı olduğundan kadınlar dahi tarlada çalışmaktadır. Hasat zamanı dışında ise ülkede yalnızlık ve korku hakimdir.

            Victor Fontanier, yolculuk esnasında muhtemelen Müsellim Dağı’nda, bugün varlığı bilinmeyen ve üzerinde beyaz benekleri olan kırmızı bir deriye veya renge sahip, karnı beyaz, uzun ve dolgun kuyruklu, yuvarlak ve kıllı kulaklı, alt kesici dişleri sivri, yassı kafalı ve çevik bir kemirgen tespit etmiş ve kitabında ayrıntılı şekilde de anlatmıştır.

            Victor Fontanier, Karahisar’dan Sivas’a 5 gün süren yolculuğunda, Kelkit Nehri’ni, yüksek iki kaya arasına atılmış yassı ve son derece zarif ve bir tarafında büyük demir zincirler bulunan bir tahta köprüden geçmiştir.

           

                                                      Jeolojik Kesit2  (Fontanier1829)

Kaynaklar

1- Victor  Fontanier, Voyages en Orient, entrepris par ordre du gouvernement français de l'année 1821

       à l'année 1829, Librairie Universelle, Paris 1829.

2- Özgür Yılmaz, Victor Fontanier’nin Trabzon Konsolosluğu (1830-1832), OTAM, 35/Bahar 2014,

2- https://fr.wikipedia.org/wiki/Victor_Fontanier

3- https://tr.wikipedia.org/wiki/Victor_Fontanier

4- Kemal Saylan, Seyyahların Gözüyle Gümüşhane (Osmanlı Dönemi), Gümüşhane Üniv. Yayını,

     Trabzon 015

5- 17. Uluslararası Mimarlık Sergisi Venedik Bienali Türkiye Pavyonu, Jeolojik Merak Üzerine,2021,

     ( https://pavilionofturkey21.iksv.org/tr/paperwork/on-geological-curiosity)

6- https://tr.wikipedia.org/wiki/Fersah

7- James Morier, A Journey Through Persia, Armenia, And Asia Mınor, To Constantinople, In

     The Years 1808 and 1809, Boston 1816.

8- https://tr.wikipedia.org/wiki/Yer_sincab%C4%B1

9- https://tr.wikipedia.org/wiki/Marmota_monax

10- Ange de Gerdane, Journal D’un Voyage Dans La Turquıe - D'asıee et La Perse, Fait 1807 et 1808.

     Paris 1809

11- Sir William Ouseley,Travels in Various Countries of the East: More Particularly Persia,

      Vol III, Londra 1823

12- Tahir Sezen, Osmanlı Yer Adları, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayını, Ankara 2017

13- Esat Aktaş, Erzurum ve Trabzon Vilayetlerinde Salgın Hastalıklar (1838-1914), Doktora Tezi        

      Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum 2015

14- Özgür Yılmaz, Trabzon’da Halk Sağlığı ve Sağlık Kurumları (1804-1895), Mavi Atlas,

       5(1)/2017

15- Tuğrul Özcan, Sosyal ve Ekonomik Etkiler Açısından 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı,

       Doktora Tezi, 19 Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Samsun 2010

16- Sabit Genç Amasya Sancağında Karantina Teşkilatının Kurulması, Ortaya Çıkan Salgınlar

        (1812-1918), Amasya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi (ASOBİD), Sayı 8, Aralık 2020

17- Kemal Saylan, Licese Maden Ocağı ve Asıa Mınor Mınıng Companyꞌnin Liceseꞌdeki Faaliyetleri,

        Tarih İncelemeleri Dergisi XXIX / 2, 2014

18- Richard Kiepert, Karte von Kleinasien, 1915

    


 (https://www.coinstree.com/listing/victor-fontanier-voyages-en-orient-entrepris-par-ordre-du-gouvernement-francais-turquie-dasie-1829/18093)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

8 Şubat 2022 Salı

 

Yabancı Seyahatnamelerde Şebinkarahisar IV

İNGİLİZ SEYYAH T. B. ARMSTRONG’UN GÖZÜNDEN 1829’DA ŞEBİNKARAHİSAR

               Giriş

             Bu çalışmada, İngiliz Seyyah T.B. Armstrong’un anlatımlarına yer verilecek ve 1829 yılındaki Şebinkarahisar ortaya konulacaktır.

             T. B. Armstrong

             T.B. Armstrong’un kimliği ile ilgili somut bir veriye ulaşılabilmiş değildir. Ancak, İngiliz parlamenter Thomas Alcock ile birlikte bu geziye çıktığı bilinmektedir. (Özsoy 2014).

            Parlamenter Thomas Alcock,1828-1829'da, o zamanlar nadiren ziyaret edilen ülkeler olan Rusya, İran, Türkiye ve Yunanistan'da seyahat etmiş ve bu seyahati anlattığı Travels In Russıa, Persıa, Turkey And Greece, In 1828-9 isimli kitabı 1831'de basılmıştır. (Wikipedia). Nitekim, T.B. Armstrong da kitabının girişinde iki “beyefendi” ile bu geziye çıktığını ifade etmektedir.

             Şebinkarahisar, T. B. Armstrong’un 1831 yılında basılan Journal Of Travels In The Seat Of War , Durıng The Last Two Campaıgns Of Russıa And Turkey (Rusya İle Türkiye Arasındaki Savaş Sırasındaki Seyahatleri İçeren Günlük) isimli kitabında yer almaktadır. 18 Ağustos 1828’de Viyana’dan yolculuğuna başlayan T. B. Armstrong ve beraberindekiler, 13 Mayıs 1829’da günü Şebinkarahisar’a gelmiştir.

                  1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı

            1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı, Navarin Deniz Savaşı'nı takiben Rusya’nın Yunanların bağımsızlığını desteklemeleri yüzünden çıkmış bir savaştır. (wikipedi). Bu savaştan bir önce Yeniçeri Ocağı kaldırılmış ve Asakir-i Mansure-i Muhammediye Ordusu kurulmuştur.

            Mora isyanını bastırmak için bir araya gelen Osmanlı ve Mısır donanmaları 20 Ekim 1827’de, bugün Yunanistan’ın Mora yarımadasında bir kasaba olan Navarin’de İngiltere, Fransa ve Rusya ortak donanması tarafından yok edilmiştir. Osmanlı hükûmeti ortada savaş durumu olmadığı halde donanmasını batıran devletlerden tazminat istemiştir. Tazminat isteğine olumlu bir cevap alınamaması üzerine söz konusu devletlerle Osmanlı Devleti arasında siyasî ve diplomatik ilişkiler kesilmiş, (Özcan 2010) Çanakkale Boğazı Rus gemilerine kapatılmıştır.

            1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı, Rus Donanması’nın Osmanlı toprağı olan Kafkasya’da bulunan Anapa’ya saldırısı ile başlamıştır. Batıda Eflâk ve Boğdan’ı kısa sürede ellerine geçiren Ruslar, daha sonra Tuna Nehri’ni aşarak Rumeli’deki birçok kale, kaza ve kasabayı işgal etmiştir. (Özcan 2010). Kafkas cephesinde ise Ahıska, Ardahan, Posof, Erivan, Kars’ı işgal eden İvan Paskeviç komutasındaki Rus Ordusu, 27 Haziran 1829'da Erzurum'u (savaşmadan) ele geçirmiştir. Rumeli’de 28 Ağustos'ta Edirne'ye kadar ilerleyen Rus ordusu İstanbul'un sadece 68 kilometre uzağına dek ulaşmış, Padişah II. Mahmut 14 Eylül 1829'de Rusların bu ilerlemesini durdurmak için koşulları çok ağır olan Edirne Antlaşmasını imzalamak zorunda kalmıştır. (wikipedi)

            1828-1829 Osmanlı-Rus Savası sonunda imzalanan Edirne Antlaşması’yla Rumların (Yunanların) bağımsızlık elde etmeleri birçok ulusu bünyesinde barındıran Osmanlı Devleti’ni derinden etkilemiştir. Diğer taraftan gerek Kafkas cephesinde gerekse Balkan cephesinde çok sayıda reayanın yerlerini yurtlarını bırakarak Rusya’ya göç etmesi, askerî, siyasî, sosyal, ekonomik, demografik bazı değişikliklere ve gelişmelere yol açmıştır. Ayrıca bu savaşta salgınlar yüzünden binlerce insan hayatını kaybetmiştir. Veba gibi salgın hastalıklar, göçlerle birlikte savaşın etkili olduğu bölgelerde demografik yapıda büyük değişiklikler meydana getirmiştir. (Özcan 2010).

            Bu savaşta Rus ordusu Kelkit ve Şiran’ı dahi ve üstelik savaşmadan ele geçirmiştir. Rus Ordu komutanı General İvan Paskeviç, Gümüşhane’nin işgalinden sonra Karahisar’a kadar bir keşif harekâtı yapmış ve akabinde Şiran ve Kelkit’teki askerini çekmiştir. (Akbulut, 2000, Tosun 2021).

            Seyyahımız ve yanındakiler bu savaş ortamında Rusya’yı ve İran’ı dolaşmışlar ve Osmanlı topraklarına girmişler ve Şebinkarahisar’dan geçmişlerdir. Bu seyahat esnasında, yol boyunca düzensiz askeri birliklere rastlamışlar ve hatta Thomas Alcock ve yanındakiler Erzurum’da bulunan Serasker tarafından Rus Ordusunun durumu hakkında sorgulanmışlar, yolculuğun devamında casuslukla suçlanmamak için göze batmamaya çalışmışlardır. (Alcock, 1831).

             1829’da Şebinkarahisar

             Şiran’dan Karahisar’a

            “…Dinlendikten sonra atlara bindik ve daha önce bize bahsedilen dereyi geçtik ve yarım saat sonra bir dağın yamacındaki bir ormana girdik, zirveye çıktığımızda ise göz alabildiğince muhteşem bir dağ ormanı manzarası gördük. İki saat sonra İstanbul’dan Van'a giden yaklaşık üç yüz Ermeni ile karşılaştık, erzak kıtlığı nedeniyle Sultan'ın emriyle Van’a gönderildiklerini söylediler. Üç saat sonra İsviçre köyleri gibi güzel verimli bir vadiye sahip Şiran’a geldik. Burada çok iyi muamele gördüğümüz valinin evinde konakladık ve sabahın ilk ışıklarına kadar orda kaldık.

            (13.gün) Sabah altıda tekrar yola çıktık ve ilk dört saat boyunca bir ormanın içerisinden geçerek bir tepeye çıktık manzaramız sürekli olarak görkemli ve ilginçti. Yolumuza devam ettikçe ekili topraklar ve önümüzde sıralanmış çok geniş köyler vardı. Bu güzel ormanlık manzarayı geride bıraktıktan sonra, ince bir derenin kıyısı boyunca vadide dört saat yolumuza devam ettik. Yağmurlar son zamanlarda o kadar çok yağmıştı ki sonuç olarak yollar geçilmez bir durumdaydı…”

            Seyyahımıza ve beraberindekiler, Şiran’a gelirken yolda, İstanbul’dan Van’a giden Ermenilerden oluşan yaklaşık 300 kişilik bir kafileye rastlamışlardır. Bu kişiler erzak kıtlığı nedeniyle İstanbul’dan uzaklaştırıldıklarını söylemişlerdir.

            Gerçekten de bu dönemde İstanbul’da, ordu içerisinde ve ülkede iaşe temininde zorluklarla karşılaşılmıştır. Boğazlar ve ülkedeki iskeleler abluka altında olduğu için İstanbul’a iaşe temini zora girmiştir. Örneğin İstanbul’da yoğun bir un ve ekmek kıtlığı çekilmiştir. Savaşa giden askerlerin İstanbul’da toplanması da nüfus artışına neden olmuş, bu da iaşe sıkıntısını artırmıştır. Karaborsacılık, yolsuzluklar, doğal afetler, Rus Ordusu’nun iaşe yollarını kesmesi, Osmanlı ordusuna ait iaşe depolarına el koyması, yolların kalitesizliği, salgın hastalıklar ve savaş alanlarındaki göçler ve kargaşa iaşe sıkıntısı daha da artırmıştır. (Özcan 2010).

            İstanbul’un iaşe meselesi, şehrin gerek başkent olması gerekse çok sayıda nüfusu barındırması yönüyle son derece önemlidir. Zira hükûmet merkezinin bulunduğu bu metropolde bir huzursuzluk çıkmasının tüm ülkeyi etkileyebilme ihtimali vardır. Bu nedenle devlet, İstanbul için ayrı bir iaşe politikası takip etmeye çalışmıştır. (Özcan 2010).

            Seyyahımızın anlatımında geçen, kişilerin grup halinde Van’a gönderilmesini, iaşe temini ve erzak kıtlığını giderme önlemleri çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Buna göre, bazı grupların İstanbul dışına göndermek de iaşe sıkıntısına önlem olarak düşünülmüş olmalıdır.

          Karahisar

            “…Bu vadiyi geçtikten sonra, olağanüstü bir görünüme sahip dağlarda iki saat kaldık. Bu bölgedeki dağlardan çıkarılan çok miktardaki şap madeninin taşınmasından dolayı bu yerlerde yoğun bir trafik meydana gelmektedir. Ayrıca bu bölgede ormandaki ağaçların yakılmasından da zift yapılır ve bu da Trabzon yolu üzerinden İstanbul'a gönderilir. Daha sonra büyük bir nehri taş köprüden geçerek yola devam ettik. Yazlık evlerle kaplı görmüş olduğum en bereketli ve en canlı vadinin içerisinden geçtik. Sağımızda devasa yükseklikteki dağlar, önümüzde yüksek bir tepede bulunan Kara Hisar şehri, ve şehrin zirvesinde güçlü ve sağlam görüntüsüyle Karahisar kalesi görünüyordu.  Nehrin kenarındaki kavak ve ceviz ağaçları rüzgarla birlikte titriyor ve az önce geride bıraktığımız görkemli dağlara sanki saygıyla eğiliyorlardı. Burada kış aniden bitmiş bahar başlamış gibiydi. Baharın gelişi on iki saatten fazladır yaptığımız uzun ve yorucu bir yolculuğun ardından gerçekten bize ilham verdi ve bizi rahatlattı. 45 dakika boyunca çok dik bir yokuştan şehre girmeye başladık ve yerleştik…”

            Seyyahımız ve beraberindekiler, büyük bir nehir dediği Avutmuş Çayını muhtemelen Biroğul Köprüsünden geçmişler, yazlık evlerin, kavak ve ceviz ağaçlarının arasından 45 dakikalık bir yokuş çıkarak Karahisar’a varmışlardır. Karahisar’a geldiklerinde kış aniden bitmiş bahar başlamıştır. Bu arada, Erzurum Yolu, şap ve zift ticareti nedeniyle oldukça hareketlidir. Seyyahımız belirtmemiş ise de, bu trafiğe, savaş sevkiyatlarını da eklemek gerekir.

 

            Tatar

            “…Tatarımız yolun sonuna gelmeden önce atın çok yorulduğunu ve yüklerle yola devam edemeyeceğini anladı ve oradan geçen insanlardan bize bir at vermelerini istedi. Hiç kimse tatarımızın bu talebini yerine getirme eğiliminde değildi ve kaçmaya çalıştılar, ancak tatarımız onlardan birini zorla durdurdu ve boğazından yakaladı ve kulağına bir tabanca dayadı, yüklerimizi hemen çıkarıp kendi atına koymazsa onu vuracağına dair yemin etti. Zavallı adam, mecburen kabul etti ve tatarımızın dediklerini yaptı, daha sonra da yorgun atımızla birlikte dinlenme yerine geldik. Hemen dinlenme yerine yerleştik. Kısa süre sonra taşralı adam da arkamızdan geldi ve tek ödülü, emirlerine itiraz etmeye cesaret ettiği için Tatarımızın sopasıyla şiddetli bir şekilde dövülmekti ve buna da homurdanırsa onu daha ağır cezalandıracak olan beyine rapor edeceği tehdidiydi...”

                Tatar, ulak olarak da isimlendirilmekte olup, aslında Osmanlılarda devletin resmî haberlerini ulaştıran görevlilere verilen addır. Ancak burada rehber veya mihmandar yerine kullanıldığı anlaşılmaktadır.

            “Osmanlılarda önceleri padişahın ve mensuplarının ulak hizmetini yapanlar ellerindeki ulak hükmüyle halktan istedikleri beygiri alabilirlerdi, ayrıca her türlü ihtiyaçlarının giderilmesini istemek gibi bir imtiyaza sahipti. Daha sonra vezirler, defterdarlar, ağalar da ulak hükmü vermeye başlamış, onları taşrada beylerbeyiler, sancak beyleri, kadılar ve subaşılar takip etmiştir.” (Halaçoğlu, 2012)  

            Nitekim, Serasker Erzurum’da , Thomas Alcock’u sorguladıktan sonra kendilerine bir tatar ve seyahat belgesi vermiştir.

            “Elinde ulak hükmü bulunan kimse kendisi, hizmetkârları ve kılavuzları için beygir almakta, eşyalarını taşıtmak için de beygir istemekteydi. Ulaklar bu hayvanları gittikleri yerlerde bırakır, dönüşte yorgun olmayan dayanıklı beygirlere el koyarlardı. Yolda hayvanlarının zayıf düşmesi durumunda rastladıkları bir kimsenin beygirini alabilirlerdi. Ellerinde hüküm bulunan ulaklara menzillerde gerekli beygirler sağlanır, beratları olmayanlara ise beygir verilmezdi. Kimlere ne kadar beygir tahsis edileceği fermanlarla Anadolu ve Rumeli menzillerine bildirilirdi. Ulakların dürüst ve namuslu, hayvana binmeye, yol meşakkatine tahammüllü olması yanında uzun müddet sadrazam veya diğer vezirlerin dairelerinde tecrübe edilmiş, terbiye görmüş kimseler arasından seçilmesine dikkat edilmiştir. Ulaklara tanınan bu imkânlara rağmen zaman zaman vazifelerinde suistimalleri görülmüştür. 1839’da posta teşkilâtının kurulmasıyla birlikte ulak sistemi ortadan kalkmıştır.” (Halaçoğlu, 2012)

            Seyyahımızın rehberi olan tatarın davranışının kendilerine verilen yetki ve haklar çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.

             Karahisar’dan Koyulhisar’a

            “…(14. gün)  Bu sabah, bir  insanın görebileceği en romantik ve en güzel manzaralardan bazılarına veda ettik ve dün karşısına geçtiğimiz nehrin sağ yakası boyunca bütün öğleden sonra yolumuza devam ettik. Bu nehir çok geniş ve hızlıydı nehrin çevresindeki kayalık ve ağaçlıklı manzara Passau ile Lintz arasındaki Tuna Nehri'ne çok benziyordu. Gün boyunca sık sık atlarımızın yanında yürümek zorunda kalıyorduk. Geçitlerin çoğu hızlı akıntının etkisiyle çok dardı. Manzara sürekli olarak değişiyordu ve kısa bir mesafe boyunca nehir bizim görüş alanımızdan uzaklaşıyordu ve daha sonra beklenmedik bir şekilde suyun kıyısından taşıp bir göl oluşturup önümüze çıkıyordu. Sonra kayalıkları geçtik geniş düzlükte dört nala yolumuza devam ettik. Koyulhisar’a varmadan bir saat önce, iki maden suyu kaynağını geçtik; nehrin karşında ise büyük bir bina gözümüze çarptı. Burada yol aniden sağa döndü ve çok dik bir geçitle karşılaştığımız için dinlenme yerine geri dönmek zorunda kaldık. Köyün yukarısında kayalık bir tepenin zirvesinde eski bir kale vardı; zirveye vardığımızda, doğanın en güzel yerinde, büyük dağların arasında gürültülü dünyadan uzakta asma yapraklarıyla ve ceviz ağaçlarıyla çevrili bir yerde Asya’da yetişen nerdeyse tüm meyvelerin tadını çıkarırken doğanın belki de bize sunmuş olduğu en güzel manzaraya bakıyordum...”    

      Sonuç

            Bu çalışma ile, İngiliz seyyah T. B. Arsmtrong’un anlatımına dayanılarak, günümüzden 193 yıl öncesi Şebinkarahisar’ının durumu ortaya konulmuştur.

            İngiliz seyyah T. B. Arsmtrong ve beraberindeki İngiliz parlamenter Thomas Alcock, 1828-1829 Rus-Osmanlı Savaşı devam ederken bu seyahati gerçekleştirmişlerdir. Şebinkarahisar doğrudan savaş alanı olmasa da, bir süre sonra savaşa sınır olmuştur. Savaşın yaklaşmasından önce Şebinkarahisar’da geceleyen seyyahımızın ayrıntılı bilgi vermediği görülmekle birlikte olumsuz yargısı da bulunmamaktadır.

            Karahisar-Erzurum Yolu’nun hareketliliği bu seyyahımızın da dikkatini çekmiştir, ancak yol, aşırı yağmurlar nedeniyle geçilmez durumdadır. Osmanlı’dan bugüne Şebinkarahisar’ın en büyük handikapı, yollarıdır.

           Kaynaklar

  1- T. B. Armstrong, Journal Of Travels In The Seat Of War, Durıng The Last Two Campaıgns Of

     Russıa And Turkey. Londra 1831 (çeviren Ersen Erdem)

  2- Nejat Özsoy, Tarihte Düzce’den Geçen Seyyahlar ve Kaynak Eserleri, 1. Uluslararası Düzce Tarih

    Ve Kültür Sempozyumu 21-22 Kasım 2014 Düzce “Düzce’de Tarih ve Kültür”, Düzce Belediyesi

     Ky, İstanbul 2014

  3- Thomas Alcock, Esq, The Gentleman's Magazine. 331: 547–8. 1866. (Erişim 09.01.2022)

  4- https://en.wikipedia.org/wiki/Thomas_Alcock_(MP) (Erişim 09.01.2022)

  5- Thomas Alcock, Travels In Russıa, Persıa, Turkey And Greece, In 1828-9, Londra 1831

  9- https://tr.wikipedia.org/wiki/Richard_Kiepert (erişim 04.01.2022)

10- Richard Kiepert, Karte von Kleinasien. G7430 S400 .K5 BV,

      https://maps.princeton.edu/catalog/stanford-pb311wk3338 (erişim 04.01.2022)

11- https://tr.wikipedia.org/wiki/1828-1829_Osmanl%C4%B1-Rus_Sava%C5%9F%C4%B1

      (erişim 22.01.2022)

12- https://tr.wikipedia-on-ipfs.org/wiki/1826-1828_%C4%B0ran-Rus_Sava%C5%9F%C4%B1

       (erişim 22.01.2022)

13-Tuğrul Özcan, Sosyal ve Ekonomik Etkiler Açısından 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı,

       Doktora Tezi, 19Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Samsun 2010

14- Murat Dursun Tosun, Osmanlı-Rus Savaşları, İstanbul 2021

15- Uğur Akbulut, 1828-1829 Osmanlı Rus Savaşında Bayburt ve Çevresi, Atatürk Üniversitesi Sosyal

     Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Erzurum 2000

16- Yusuf Halaçoğlu, Ulak, TDV İslam Ansiklopedisi 42. Cilt, İstanbul 2012,

       https://islamansiklopedisi.org.tr/ulak