25 Ocak 2022 Salı

 

Yabancı Seyahatnamelerde Şebinkarahisar III

             İSKOÇYALI SANATÇI ROBERT KER PORTER’İN GÖZÜNDEN                                                 1819’DA ŞEBİNKARAHİSAR

                 Giriş

             Bu çalışmada, İskoçyalı bir sanatçı, yazar, diplomat ve gezgin olan Sir Robert Ker Porter’in Gürcistan, İran, Ermenistan ve Antik Babil’deki Seyahatler isimli seyahatnamesinde yer alan Şebinkarahisar ile ilgili izlenimleri ve anlatımları değerlendirilmiştir.

             Sir Robert Ker Porter

            Sir Robert Ker Porter, İskoçyalı bir sanatçı, gezgin ve diplomattır. Londra’da bulunan sanat merkezi Somerset House'da İngiliz-Amerikalı sanatçı Benjamin West’in yanında resim eğitimi almıştır. Rus Çarına tarihi ressam olarak atanmış ve Rus prensesi ve Güzel Sanatlar Akademisi Başkanı Alexei Nikolaeviç Olenin'in kuzeni Mary von Scherbatoff ile evlenmiştir. İspanya'da İngiliz ordusunda görev yapmıştır.  İsveç Kralı IV. Gustav ve Naip Prens tarafından şövalye ilan edilmiştir.  Rus Güzel Sanatlar Akademisi için İran'daki Persepolis ve diğer yerleşim yerlerinde harabeleri kaydetmiş ve çizmiştir. Bu çalışması için portresini de çizdiği İran Kaçar hükümdarı Feth Ali Şah tarafından İran’ın ulusal simgelerinden biri olarak ta kabul edilen Aslan ve Güneş nişanı ile ödüllendirilmiştir. Daha sonra, Venezuela'da konsolos olarak görev yapmış, (britishmuseum.org), 1842 yılında ölmüştür.

            Ağustos 1817'de St. Petersburg'dan Kafkaslar üzerinden İran’a, önce Tahran'a ve daha sonra İsfahan üzerinden güneye, eski Persepolis'in bulunduğu yere uzun bir yolculuğa çıkmıştır. İran’ın Şiraz kentinde kaldıktan sonra İsfahan'a dönmüş, daha sonra Bağdat'a ve ardından Yunan yazar Ksenophon'un Katabasis isimli eserindeki rotayı izleyerek Üsküdar'a gitmiştir. Şiraz yakınlarındaki Pasargadae'de Pers kralı Büyük Kiros'un mozolesini bulan ilk kişidir (wikipedia).

            Bu geziyi anlattığı “1817, 1818, 1819 ve 1820 yıllarında Gürcistan, Asya, Ermenistan, Antik Babil'de Seyahatler” isimli kitabı, Londra’da yayınlanmıştır. Şebinkarahisar, bu eserin 1823 yılında basılan 3. cildinde yer almaktadır.

                                                                    


                                                   Sir Robert Ker Porter  (wikipedia)

             Sir Robert Ker Porter’in Gözünden 1819’de Şebinkarahisar

             Antik Kapadokya

            13 Kasım - (Şiran’dan sonra yollarını kaybeden Robert Ker Porter ve yanındakiler geceyi bir kulübede geçirmişlerdir.) Derin bir uyku çektikten sonra bu sabah saat beşte, ormandan çıkış yolumuzu bulabilmek için dost canlısı kulübeden ayrıldık ya da daha doğrusu tekrardan yolumuza koyulduk. Bir saatlik başıboş gezindikten sonra küçük bir mevkii olan Derbent denen noktaya geldik. Yolda olmamıza rağmen etrafımız hala ormanla kaplıydı ve yolumuz bitmek tükenmek bilmiyordu. Dört saat boyunca, kayalıklar, çalılıklar ve yüksek ormanlarda kaplı yolumuza devam ettik ama en sonunda Karaçay denilen güzel küçük bir derenin kıyılarına geldik. Burdaki yol, en son kullandığımız yolun aksine bize büyük haz veren hatırı sayılır güzel bir görünümde dere kenarı boyunca uzanıyordu. Dere kenarı boyunca çalışan bir kaç değirmen vardı ve oradan ormanın eteklerine kadar uzanan yeşil ve güzel bir şeklide ekili yamaçlarda köylüler çalışıyordu. Sağımızda yükselen yüksek dağlar zinciri, şu anda Aggia Dağları olarak adlandırılan, Strabo'ya göre eskiden Scydisses adıyla bilinen büyük dağlar Karadeniz'e ulaşımı engelleyen bir bariyer görevi görüyordu. Karaçay deresinin yönünü belirleyen Shub Khanah Dağı da diğer taraftan yükseliyordu.

             Musellim Dağı

       Şimdi eski Kapadokya'daydık ve Mithridates krallığı olarak ünlenmiş bir ülkeye hızla yaklaşıyorduk. Saat on bir buçukta, yukarıda bahsedilen dağ zincirinin güneyine doğru uzanan ve Moussalim Ovedan'ın adını taşıyan uçsuz bucaksız bir tepeye vardık. Bu yüksekliklerden üretilen şap miktarlarının bir sonucu olarak bu ilçelerden büyük bir trafik devam ediyor; ayrıca ormandaki ağaçların yakılmasından da zift üretiliyor ve Trabzon yolu ile İstanbul'a gönderiliyor

            Moussalim'den iniş çok diktir ve yuvarlanan büyük taşlarla kaplı toprağın gevşek hali hem rahatsız edici hem de oldukça tehlikelidir. Yolumuz, birçok yerde bizi daha dolambaçlı bir yol bulmaya zorlayan durgun su havuzlarıyla da kesildi. Yılın ilk aylarında baharın gelmesiyle birlikte, toprak yüzeyindeki çözülme ve aşırı yağan yağmurların etkileri ile, yer o kadar bozulmuş olur ki, yüz metreyi bulan devasa toprak parçaları, doymuş kütleden kopar ve İrlanda’daki benzer şekilde vadiye doğru kayarak iner. Bu korkunç toprak ve taş kaymaları, o bölgede yaşayan insanlar ve otlayan hayvanlar için ölümcül tehlikeler oluşturmaktadır. Bu dağın adı, rivayete göre, aşırı yağışların olduğu bir mevsimde ülkenin batısını istila etmek için bu geçit boyunca ilerleyen bir Trabzon kralının ordusunun tamamının üzerine düşen toprak kayması nedeniyle türetilmiştir.  Bu nedenle, yolumuzun üzerindeki tüm arazi, en görkemli yer şekillerinin tüm özelliklerini sundu. Derin vadiler ve tek tek dağlar gibi duran muazzam yalıtımlı yükseklikler, her biri bin sarp dikliğe bölünmüş muazzam siyah kaya parçaları yolumuz üzerindeydi. Bunların ötesinde, vadiyi çevreleyen, sarmal tepelerini uçan bulutlarla karıştıran diğer dağlar yükseliyordu. Ayaklarımızın dibinde, ince ağaçların bol olduğu ve coşkulu Avutmuş çayı akıntısıyla sulanan, alışılmadık yeşilliklerden oluşan uzun bir vadi uzanıyordu. Siyah kayalıkların en göze çarpanlarından biri olan Kara Hisar kalesini gördük. Atlarımızı değiştireceğimiz küçük kasaba uzaktan görünüyordu. Yaklaştıkça karşımıza çıkan nehri, sağlam kayadan payandalarla desteklenen iki kemerden oluşan bir taş köprü ile geçtik ve oradan da kavakların ve meyve ağaçlarının oluşturduğu  tarla ve bahçelerin içinden geçtik. Buradaki manzara oldukça etkileyiciydi. İlerledikçe, vadinin geniş koynundan kuzeybatıya doğru kademeli olarak yükseldik ve burada aynı zamanda bu dağ zincirinin adı olan Tamzara köyünü geçtik ve Kara Hisar'a yaklaşırken yolu süsleyen birkaç iyi inşa edilmiş ev gördük. Saat iki buçukta, Şiran'dan on altı saat uzaklıkta, şehre ulaştık ama bu yolun 60 km’den fazla olmadığını söylemeliyim.

            Anlatımda bahsi geçen “Eski Kapadokya” Şebinkarahisar’ın da içinde bulunduğu Roma İmparatorluğu’nun Kapadokya Eyaletidir. Yine bahsi geçen “Mithridates krallığı olarak ünlenmiş bir ülke” olarak bahsedilen yer, de Pontos Krallığı ve onun kralı VI. Mithridates’dir.  Pontos Krallığı, Büyük İskender'in ölümünden sonra Anadolu'daki Pers (İran) kökenli valilerin bağımsızlıklarını ilan etmesi ile Orta ve Doğu Karadeniz bölgelerinde kurulup, M.Ö. 302 ile M.Ö. 64 yılları arasında hüküm sürmüş başkenti Amasya olan devlettir ve Fatih Sultan Mehmet tarafından 1461 yılında zaptedilen Trabzon Rum (Pontos) Devleti ile ilgisi yoktur.

            Bilindiği üzere, Şebinkarahisar tarihi yazılır iken, Romalı komutan ve devlet adamı Gnaeus Pompeius Magnus'un M.Ö. 65 yılında ilçemizin Bayramköy bölgesinde, Pontos kralı VI. Mithridates'in ordusu ile Roma İmparatorluğu ordusunun yaptığı savaşta, Mitridates'in ordusunu yendikten sonra zafer kazanma evi anlamına gelen "Nikopolis" kentini kurduğu belirtilmektedir. Sir Robert Ker Porter’in “…şimdi eski Kapadokya'daydık ve Mithridates krallığı olarak ünlenmiş bir ülkeye hızla yaklaşıyorduk…” şeklindeki anlatımın bu çerçevede değerlendirilmesi gerekir.

            Kale'nin Pontos İmparatorluğu'nun önemli kalelerinden bir olduğu dile getirilmektedir. Şebinkarahisar'ın, bölgenin oldukça önemli bir parçası olarak Pontus krallarının dikkatinden kaçmadığı ve Mithridates’in yetmiş beş hazine kalesinden birisi olmayı başardığı, Amerikalı tarihçiler Anthony Bryer ve Davıd Wınfıeld tarafından ifade edilmektedir. Amasyalı eski tarihçi Strabon'a göre, iyi sulanmış ve ormanlık alanların bulunuşu ve birçok yerin derin vadiler ve dik uçurumlar ile kaplı oluşu o dönemde Paryadros olarak adlandırılan bu bölgeyi, böyle kaleler yapmaya çok elverişli hale getirmiştir. (Strabon, 2012). Pontos Kralı  VI. Mithridates Eupator, bu bölgede aralarında ünlü Hydara, Basgoidorize ve özellikle de Sinoria (Synoria) kalelerinin de olduğu 75 kale yaptırmış ve hazinelerini bu kalelerde saklamıştır. Bryer ve Winfield, "Sinoria" kalesinin Şebinkarahisar Kalesi olabileceğini belirtmektedir (Bryer-Wınfıeld, 1985). Ancak aksi görüşler de bulunmaktadır (Mayor, 2013).

            Sir Robert Ker Porter’in bu seyahatnamesinde bahsedilen “Müsellim Dağı” ile ilgili olarak, daha önce Şebinkarahisar’dan geçen İngiliz oryantalist ve diplomat Sir William Ouseley’in seyahatnamesi ile ilgili çalışmamızda ayrıntılı bilgi verilmiş, neresi olduğu üzerinde durulmuştur. Sir Robert Ker Porter’den önce, Sir William Oueseley Karahisar’a gelirken “Valinin Tepesi” de dediği “Müsellim Dağı” isimli bir dağı geçtiğini ifade etmiştir (Ouseley, 1823). Sir Robert Ker Porter’den sonra da, İngiliz Arkeolog John George Taylor da seyahatnamesinde, Müsellim Batran Dağı olarak aynı yerden bahsetmektedir (Taylor, 1868). Yine ifade etmek gerekir ki, Müsellim Dağı, Avutmuş Karşıyaka (Eşek Gölü) semtinin ve Yıltarıç köyünün sırtını dayadığı dağdır.

            Seyyah ve yanındakiler, Müsellim Dağı’nın indikten sonra karşılarına çıkan nehri, “…sağlam kayadan payandalarla desteklenen iki kemerden oluşan bir taş köprü ile…” geçmişler, kavakların ve meyve ağaçlarının bahçelerinin içinden ilerleyerek “Tamzara’yı geçerek” şehre ulaşmışlardır. Anlatımda bahsi geçen köprünün hangi köprü olduğu anlaşılamamakta ise de köprüden sonra başlayan bahçelerin varlığı Biroğlu Köprüsünün kullanıldığı, kuzeybatıya doğru kademeli yükseldiğine göre Kızılyokuş’tan tırmanıldığı ve Kavaklar’dan Karahisar’a ulaşıldığı düşünülmektedir. Bu güzergaha göre Tamzara kuzeyde kalmaktadır. Ancak Heinrich Kiepert’in çizdiği haritada yol Tamzara’dan geçmekte ise de (Kiepert-Karte von Georgien) bugün böyle bir yol bulunmamaktadır.

       Vadinin ve Karahisar’ın konumu ve çevresi, kısacası manzara, kendinden önce Şebinkarahisar’dan geçen İngiliz diplomat-seyyahlar James Morier ve Sir William Ouseley gibi Sir Robert Ker Porter’i de oldukça etkilemiştir.

                                                                             


                                        Müsellm Dağı    (Ocak 2022)

             Karahisar

            Kalenin konumu erişilemez görünüyor, üzerinde bulunduğu kaya, Edinburgh kalesine benziyor ve neredeyse iki kat daha yüksek. Kale tamamen zirveye yayılan bir vaziyette yapılmış ve en çok sayıda kulesi kuzey noktasından görünüyordu. Batı kısmının altında ve hemen kayanın yamacında, eğimin diğer taraflara göre daha az olduğu yerde, şehrin en büyük kısmı inşa edilmiştir. Evler çoğunlukla iki katlıdır ve birbiri üzerine sıralanmıştır. Evlerin aralarında yükselen iki cami ve bir minare, duvarlarının içinde pek de doğrulanamayacak bir rahatlık sunmaktadır. 50'si Hıristiyan olmak üzere dört yüz aile buranın nüfusunu oluşturmaktadır. Dinlenme yeri güzeldi ve burada insanlar medeniydi ve Bağdalı'da durduğumuz geceden beri küçük bir porsiyon ekmek dışında hiçbir şey yemeden sadece küçük bir buğday ezmesi suyu içtim. Neyse ki, hemen ilerlemeye hazır atlar bulduk. Beni olağanüstü güzel manzaralardan mahrum bırakacak olsa da, yalnızca bu amaç için sabaha kadar ertelemeyi ihtiyatlı bulmazdım. Bu nedenle saat dört buçukta yeniden ata bindik ve ismi kelimenin tam anlamıyla ‘Kara Kale’ anlamına gelen Kara Hisarı geride bıraktık.    

1819 Şebinkarahisar’ında, “evler çoğunlukla iki katlıdır ve birbiri üzerine sıralanmıştır”. Biri minareli, iki cami vardır. İngiliz diplomat-yazar James Morier de 1809’da Şebinkarahisar’da iki cami bulunduğundan bahsetmiştir (Morier, 1816). Şehrin en büyük kısmı, kalenin batı kısmının altında ve hemen kayanın yamacında, eğimin diğer taraflara göre daha az olduğu yerde inşa edilmiştir. Evler çoğunlukla iki katlıdır ve birbirinin üzerine sıralanmıştır. Geliş yolu üzerinde, Karahisar’a yaklaştıkça, iyi inşa edilmiş güzel evler de vardır.

            Sir Robert Ker Porter’e göre, 1819’da Karahisar’ın nüfusu 400 aileden oluşmaktadır ve bunlardan 50 aile Hristiyandır. İngiliz diplomat-oryantalist Sir William Ouseley’e göre ise 1812’de Şebinkarahisar büyük bir kasabadır ve dörtte biri Ermeni mezhebine mensup Hristiyanlardır (Ouseley, 1823).   Fransız seyyah Ange de Gerdane ise 1807 yılında Şebinkarahisar’da 2200 ev olduğunu söylemektedir (Gerdane, 1809).

            Sir Robert Ker Porter, Şiran’dan Karahisar’a gelirken, yediği küçük bir ekmek dışında yol boyunca hiçbir şey yememiş, sadece küçük bir “buğday ezmesi suyu” içmiştir. Seyyahımız ve yanındakiler, Karahisar’da durmaksızın tekrar yola koyulmuşlardır. Karahisar’ın büyüklüğü konusunda belkide acelesi olduğu için derinlemesine bir değerlendirme yapamamıştır.

                                                                 


                  İskoçya Edinburgh Kalesi 1868   (instagram/insanlıktarihindenkareler)

            Karahisar’dan Koyulhisar’a

            Vahşi bir karaktere sahip bu bölgede hafif bir inişle yönümüz 45 derece güney batı yönündeydi; karanlık, muazzam dağların sonsuz sıralarından oluşan bütün, kaotik kontrastların en sert biçimlerinde bir araya getirildiği bu coğrafyada yolumuza devam ediyorduk. Bu ağustos ayı doğanın en güzel malzemelerini bir araya getirerek daha yüksek bir bölgeye yaklaştıkça manzaramızı zenginleştiriyordu. Dağların doğal karanlığına eklenen gecenin karanlığının ve kasvetinin nesnelerin ana hatlarını karıştırarak ve gölgeleri gerçeklikle karıştırarak korkunç görünümü abartması ilerlerken gözümüzü korkuttu. Yaklaşık bir buçuk saat sonra yol bizi dağlarla çevrili çok geniş bir vadinin ovasına getirdi. Yaklaştıkça, solumuzdan piramit şeklinde yükselen devasa bir çıplak kaya kütlesini geçtik. Duman kaya bulutla kaplı tepe olarak adlandırılır ve onun ismi, rakımı hakkında bir fikir verecektir. Avutmuş nehrinin bir kolu olan Kelkit çayı buradaki tamzara vadisini sulamaktadır. Koyulhisar vadisinde dolambaçlı bir yolun ardından birçok küçük akarsu tarafından büyütülür ve Karadeniz'e dökülene kadar batıda ve kuzeyde akar en sonunda terme ırmağına karışır. Bulutla kaplı tepenin yakınında düz bir zemine ulaştığımızda, bir zamanlar meşhur olan bu ırmağı, mevcut akıntısının genişliği kırk metreyi geçmediği bir noktada geçtik; ama belirli mevsimlerde daha büyük bir sele tanıklık eden derin taşlı yatak izlerini görebiliyorduk. Çok uzak olmayan bir yerde birkaç kemerden oluşan bir köprü gözlemledim. Buradan, nehri daha yakından çevreleyen kıvrımlı kayaların derinliğini ve türbülansını artırdığı vadiye hızla girdik; ve suyun acelesini ve dalgalanmasını dinlerken, batıya doğru sarp sınırlarından birine tırmanmaya başladık. Böyle bir yolun tüm zorlukları kısa sürede bizi kuşatmıştı. Artık hava tamamen karanlıktı, bu nedenle sadece yolumuzu hayal edebiliyor ve hissedebiliyorduk ya da yıldızların zayıf bir parıltısından yararlanarak yolumuzu görebiliyorduk. Gökyüzünde ay yoktu; yani öylesine zayıftı ki, tekrar gözden kaybolmadan önce belirsizliğin üzerinde neredeyse çok az parıldayan bir ışıkla önümüzü görmeye çalışıyorduk. Atlarımızın ayaklarının taşlı yolda çıkardıkları sesler ve aşağıdaki uçurumdan aşağı akan suların sesi dışında her tarafta sessiz bir durgunluk hakimdi; bu ikisinin sesleri birbirine karışarak bizi çevreleyen dağlarda yankılanıyordu. Kısacası, attığım her adımda, karanlığın içinden anlayabildiğim kadarıyla, gecenin karanlığında böyle bir manzarayı seyretmek zorunda olduğum için daha çok heyecanlanıyordum; ve çoğu zaman hayranlık ve pişmanlık ünlemlerine dalmaktan kaçınamıyordum. Gerçekten de, o zamanlar tüm doğu turum sırasında görebileceğim en görkemli ve en yüce ülke olduğuna beni ikna olmuştum. Görme durumunun yanı sıra içinde bulunduğum diğer koşullar da kesinlikle bu fikrimi etkiledi ve izlediğimiz dar dağ yolları beni sık sık ürpertiyordu çünkü bindiğim hayvanın ayağının en ufak bir kayması bizi uçurumdan aşağı atacaktı. Burada itiraf etmeliyim ki, sık sık kendi içimde ne kadar korkunç şekilde büyük diye haykırırken sinirlerimin titrediğini hissettim. Ama daha sonra diklere çıktığımızda ve kayalık çıkıntılar boyunca, o kadar yüksek uçurumların eteklerinde yolların tek bir atın bile geçeceği kadar geniş olmadığından eminim ki, gün ışığında oralardan geçmeye cesaret edemezdim. Hayvanlarımızın sırtlarında Babilden getirdiğim ağır çantalarla birlikte bu tür yolları geçmeyi nasıl başardıkları benim için bir mucizeydi. Ağır yüklerle en tehlikeli noktaların üzerinden geçtiler, hava o kadar karanlıktı ki, bazı doğaüstü içgüdülerden başka hiçbir şeyin onlara rehberlik etmediğinden eminim; ve aynı şekilde, en dar sırtlar boyunca değişmeyen bir hızda hareket ettiler. Yük atları sırayla yürür ve ilerlemelerini daha sıra dışı kılan şey ise, hepsinin kuyruk ve yularla birbirine bağlanmasıdır. Kendimi tamamen sürdüğüm küçük bir canlıya adamıştım, o ilerlerken bir kez olsun bile dizginine dokunmadım, çünkü ancak böylesi bir güvenin benim tek güvenlik yolum olduğunu biliyordum. Hayvan başını tamamen özgür bulduğu için kendine güven duyuyor; dizginle birlikte yapılacak yanlış bir hareket hayvanın yere düşmesine neden olabilirdi. Bu şekilde, bazen dağlara tırmanarak, bazen de dolambaçlı vadilere inerek ve nehrin kenarı boyunca rotamızı takip ederek bütün gece yolculuğumuza devam ettik. Birçok derin ve dar vadiler kayalık kanallarını vadiye açtı ve daha sonra da bizi Terme nehrine ulaştırdı.

            14 kasım saat iki civarı nehrin kıyılarından ayrıldık ama uzun bir süre nehrin sesini işittik ve amaçladığımız mola yerimize doğru yükselmeye başladık. Yolumuz, şimdiye kadar geçtiğimiz yollarla tehlike anlamında eşit sayılırdı, en korkutucu yer bir zikzaktı ve o kadar muazzam bir yüksekliğe ulaştık ki, gün doğduğunda önceden çıktığımız tüm yüksek yerler altımızda göründü. Bu kadar yüksekteyken ortaya çıkan güneş ışığının görüntüsü olağanüstü derecede güzeldi. Gerçekten de dağların gölgeleri ve biçimsiz görüntüleri dağların dibine doğru uçup gitti…”

            Sir William Ouseley gibi Sir Robert Ker Porter’in yolu da Duman Kayası’nın yanından geçmiştir. Karahisar’dan ayrıldıktan 1.5 saatlik yolculuktan sonra yolun sol yanında rastlanan “…piramit şeklinde yükselen devasa bir çıplak kaya kütlesi…” olan Duman Kayası, “…bulutla kaplı tepe olarak adlandırılır…” ve seyyahımıza göre ismi de yüksekliğini ortaya koymaktadır. Bu anlatım ile daha önce Şebinkarahisar’dan geçen İngiliz oryantalist-diplomat Sir William Ouseley’in anlatımı birlikte değerlendirildiğinde, Karahisar-Koyulhisar Yolu’nun Duman Kayası yanından devam ettiği ve “…mevcut akıntısının genişliği kırk metreyi geçmediği bir noktada..” karşı kıyısına geçilebilen Kelkit Çayı güzergahını izlediği sonucuna varılır ki, Heinrich Kiepert’in çizdiği haritada, Kelkit Çayının kuzey kıyısını izleyen  farklı bir güzergah yer almaktadır (Kiepert-Karte von Georgien). Seyyahımızın, Kelkit Çayını geçtikleri noktanın yakınlarında birkaç kemerden oluşan bir köprü bulunmaktadır. Bu köprünün Kurbağa Köprüsü olması muhtemeldir.

            Sir Robert Ker Porter’in yolculukta kullandıkları atlar ile ilgili düşünceleri, onlara saygı duyduğunu göstermektedir. Yolculukta atlar birbirine bağlanmakta ve dizginleri serbest bırakılmaktadır. Bu da atların bu yola alışık olduklarını, yolu bildiklerini ortaya koymaktadır. 

           

            Sonuç

            Bu çalışma ile, İskoçyalı sanatçı, yazar, diplomat ve gezgin olan Sir Robert Ker Porter’in anlatımına dayanılarak, günümüzden 203 yıl öncesi Şebinkarahisar’ının durumu ortaya konulmaya çalışılmıştır.

            Şebinkarahisar, tarihte Mithridates (Pontos) Krallığının bir birimidir. Kale, Edinburg Kalesine benzemektedir ancak ondan yüksektir. Vadi, “…en görkemli yer şekillerinin tüm özelliklerini…” sunmaktadır. 1819 yılında da Erzurum Yolu oldukça yoğundur. Ormanlardan zift üretilerek, Trabzon üzerinden İstanbul’a gönderilmekte ve şap ticareti ağırlığını korumaktadır.

            Hepsinden önemlisi, Karahisar’da yaşayan insanlar medeni olarak değerlendirilmiştir.

 Kaynaklar

1- Sir Robert Ker Porter, Travels in Georgia, Persia, Armenia, Ancient Babylonia, &c. &c, During

     the Years 1817, 1818, 1819, and 1820, Londra  (Bu çalışma için çeviren Ersen Erdem)

2- https://www.britishmuseum.org/collection/term/BIOG62776 (erişim 13.01.2022)

3- https://en.wikipedia.org/wiki/Robert_Ker_Porter (erişim 09.01.2022)

4- J. G. Taylor, Journal of a Tour in Armenia, Kurdistan, and Upper Mesopotamia, with Notes of

    Researches in the Deyrsim Dagh, in 1866,  in: Journal of the Royal Geographical Society of London,

    vol.38 (1868),

5- Sir William Ouseley,Travels in Various Countries of the East: More Particularly Persia,

      Vol III, Londra 1823

6- James Morier, A Journey Through Persia, Armenia, And Asia Mınor, To Constantinople, In

     The Years 1808 and 1809, Boston 1816.

7- Ange de Gerdane, Journal D’un Voyage Dans La Turquıe - D'asıee et La Perse, Fait 1807 et 1808.

     Paris 1809.

8- Heinrich Kiepert, Karte von Georgien, Armenien und Kurdistan aus Heft IV des Atlas von Asien zu

     C. Ritter's  Erdkunde  https://maps.princeton.edu/catalog/princeton-5999n593 (erişim 04.01.2022)

9- Richard Kiepert, Karte von Kleinasien. G7430 S400 .K5 BV,

      https://maps.princeton.edu/catalog/stanford-pb311wk3338 (erişim 04.01.2022)

10- Anthony Bryer-Davıd Wınfıeld, The Byzantıne Monuments And Topography of The Pontos, 

      Washington 1985

11- Strabon, Antik Anadolu Coğrafyası, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul 2012.

12- Adrienne Mayor, Mithradates, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2013.

14 Ocak 2022 Cuma

 

Yabancı Seyahatnamelerde Şebinkarahisar II 

            İNGİLİZ DOĞU BİLİMCİSİ SİR WİLLİAM OUSELEY’İN  GÖZÜNDEN                                                                      1812’DE ŞEBİNKARAHİSAR

                Giriş

             Seyyahların anlatımları Osmanlı dönemi Anadolu’nun tarihi ve coğrafyasının aydınlatılması bakımından önemlidir. İran’da iki yıl elçilik sekreteri olarak görev yaptıktan sonra 1812 yılında Tebriz’den İstanbul’a gitmek üzere Kuzey Anadolu’yu doğudan batıya kat eden Sir William Ouseley, seyahati esnasında gördüklerini, şahit olduğu olayları ayrıntılı şekilde kaydetmiştir (Genç, 2020). Bu çalışmada, İngiliz Doğu Bilimci (Şarkiyatçı, Oryantalist) ve diplomat Sir William Ouseley’in seyahatnamesinde yer alan Şebinkarahisar ile ilgili izlenimleri ve anlatımları değerlendirilmiştir. 

                Sir William Ouseley

            Tanınmış diplomat ve misyonerler yetiştirmiş bir ailenin üyesi olarak 1767 yılında Galler‘de dünyaya gelen William Ouseley, bir dilbilimci ve şarkiyatçıdır (Belge, 2020). 1787 yılında Galler’den ayrılmış ve Paris’e giderek Fars dili ve edebiyatıyla ilgilenmeye başlamıştır. 1788-1794 yılları arasında  Hindistan’da İngiliz ordusunda subay olarak çalışmıştır. 1796’da İngiltere’ye dönen Ouseley, ertesi yıl Dublin Üniversitesi’nde akademik doktor ünvanı almış ve 1800’de, şarkiyat çalışmalarına katkılarından dolayı 1786-1793 yıllarında İngilizler’in Hindistan genel valisi olan Charles Lord Cornwallis tarafından “Sir” unvanıyla ödüllendirilmiştir. Diplomat olan kardeşi Sir Gore Ouseley’un 1810 yılında Tahran’a elçi tayin edilmesi üzerine ona refakat ederek 1810-1812 yılları arasında sekreterliğini yapmıştır. 1842 yılının Eylül ayında Fransa’nın Boulogne şehrinde ölmüştür (Kurtuluş, 1988).

            Sir William Ouseley çoğu Fars (İran ) kültürü ile ilgili olmak üzere doğu ile ilgi çok sayıda eser bırakmıştır. 1810, 1811 ve 1812 yıllarında İngiltere’den Hindistan’a, Hindistan’dan İran’a ve İran’dan da İngiltere’ye giderken geçtiği Anadolu’da yolculuğu süresince gözlemlerinden oluşan “Travels in Various Countries of the East: More Particularly Persia” isimli eseri ise 1819-1823 yılları arasında üç cilt halinde Londra’da yayınlanmıştır (Genç, 2020).

            Şebinkarahisar, bu eserin 1823 yılında basılan 3. cildinde yer almaktadır. 1 Temmuz 1812’de İngiltere’ye dönmek üzere Tebriz’den yola çıkan seyyah, 5 Ağustos 1912 günü Şebinkarahisar’a gelmiştir.                                                          


                           Sir William Ouseley (https://en.wikipedia.org/wiki/William_Ouseley)

            Sir William Ouseley’in Gözünden 1812’de Şebinkarahisar 

            Şiran’dan Karahisar’a

            “…Şiran'dan saat dokuzda yola çıktık ve bütün gece, yıldızların ışığından algılayabildiğim kadarıyla, birçok yerde çok güzel ve resimlik manzaralar sunan bir ormanın içinden geçtik;  nehirler, vadiler, şelaleler, çıplak kayalar ve keskin ağaçlıklı dağlar vardı.  Dördüncü günün sabahı, yaklaşık sekiz millik bir yoldan sonra, birkaç ağacın altında, Karabekçayır denilen zengin ovayı veya çayırı sulayarak vadinin içerisinde yoluna devam eden nefis bir derenin yanında saat altıda durduk.  Bizim menzilimiz olan 3-4 mil ötedeki karaca köyüne ulaşmamız gerektiğini öne sürmemize rağmen, atlarımız bereketli otlarından faydalanabilsin diye burada kalmaya ikna edildik.  Bu ülkenin ormanları büyük ölçüde soylu çamlardan oluşuyor gibi görünüyordu, ama bu ağaçların içinde oldukça büyük başka ağaçlar da vardı;  ve nadir görülen bazı yabani çalılar ve çiçekler de aynı şekilde buranın bitki örtüsünü oluşturuyordu.  Durduğumuz yerden görünen tepelerin birçoğu, zirvelere kadar hafifçe ağaçlıktı ve birçoğu, onları, omurgadan farklı olmayan veya mazgallı duvarlara benzeyen tırtıklı çizgilerle ayıran olağanüstü keskin, engebeli kaya sırtlara sahipti; ve ağaçların arasına gizlenmiş bir kısmının kenarlarında, uzaktan kalelerin veya diğer yapıların kalıntılarıyla karıştırılabilecek muazzam doğal taş kütleleri vardı. İndiğimiz vadiyi çevreleyen bir tepenin en yüksek kısmında, Türklerin “tepeh” dediği o tümülüs çıkıntılardan ikisi vardı…”

            Anlatımlarda geçen “Karabekçayır”ın Alucra Karabörk köyü, tümülüslerin de yine Alucra’daki İkizler Tepesi adı verilen tepedeki tümülüsler olması kuvvetle muhtemeldir. 

            Müsellim Dağı

            “…Biz bu yerde dinlenirken, yaklaşık kırk adam ve yüzden fazla katırdan oluşan bir kervan Tokat'a giderken yanımızdan geçti.  Gün batımına doğru ilerlerken dereyi geçtik ve bu ülkedeki tarihi veya kökeni belirsiz diğer çoğu kalıntı gibi Cenevizlilere ait duvar parçalarıyla taçlandırılmış yüksek bir kayanın yanından geçtik. … Bu noktanın etrafında kırk kilometre boyunca ülke son derece güzel ve verimliydi; ama yolumuz bizi bazen korkunç uçurumların kenarlarına götürdü.  Duyduğumuza göre, burada depremler sıkça yaşanıyordu;  ve 14. mil (22,53km) civarında hala Musellim dağı veya "valinin tepesi" olarak adlandırılan bir dağı geçtik; burası böyle adlandırılıyordu  çünkü iki veya üç eşi, birkaç çocuğu ve hizmetçisiyle birlikte seyahat eden yüksek rütbeli bir Türk yargıç, ayaklarının altındaki toprağın yarılması ve aniden suyla dolması sebebiyle burada ölmüştür.  Gece yarısından kısa bir süre sonra yolumuzu kaybettik ve bir saatten fazla kalın yeşillik alan arasında dolaştık, bu da öyle yoğun bir karanlığa neden oldu ki atımın kulaklarını bile göremedim…”

            Sir William Oueseley, Karahisar’a gelirken “Valinin Tepesi” de dediği “Müsellim Dağı” isimli bir dağı geçtiğini ifade etmektedir.  Seyyahın izlediği yol, Erzurum-Karahisar yolu olup, Alişar-Turpçu-Biroğul Köprüsü güzergahını izlediği düşünülmektedir (Karte von Georgien, Wikipedia).

            İskoçyalı sanatçı, yazar, diplomat ve gezgin Robert Ker Porter, 1817-1820 yıllarında yaptığı gezilerini anlattığı seyahatnamesinde Karahisar’a gelirken “Moussalim Ovedan'ın adını taşıyan uçsuz bucaksız bir tepeye vardık… Moussalim'den iniş çok diktir ve büyük yuvarlanan taşlarla kaplı toprağın gevşek hali hem rahatsız edici hem de oldukça tehlikelidir…Bu dağın adı, rivayete göre, aşırı yağışların olduğu bir mevsimde ülkenin batısını istila etmek için bu geçit boyunca yürüyen bir Trabzon kralının ordusunun tamamının üzerine düşen toprak kayması nedeniyle türetilmiştir” demektedir (Porter, 1822).

            İngiliz Arkeolog John George Taylor da, Karahisar’a da geldiği ve Doğu Anadolu’yu kapsayan gezisini anlattığı seyahatnamesinde, “…Bize yakın olan Mutsellim Batran (Müsellim Batıran) Dağı bir Mutsellim (Müsellim-Yönetici) ve ekibinin oradan geçerken bir toprak kayması tarafından yok edilmesinden geliyordu. Tabanının etrafındaki arazi, yeraltı kaynaklarının sürekli filtrelenmesinden dolayı hala tehlikeli bir bataklıktır..” demektedir (Taylor,1868).

            Her iki seyyah da Erzurum-Kelkit-Şiran-Karahisar yolunu izlemiş, anlatımlarına ve haritalara göre de, Alucra-Alişar-Turpçu-Karahisar güzergahında yol almışlardır (Karte von Georgien, Wikipedia). Alman kartograf Richard Kiepert’in, coğrafyacılar için önemli bir kaynak olan, 1902-1906 tarihleri arasında hazırlanan Karte von Kleinasien adlı  Anadolu haritasının Sivas paftasında, “Musellim Batran Dağı” isimli bir yer vardır ve Şebinkarahisar Biroğul Köprüsü, Turpçu, Sipahi, Alişar ve Meryemana arasında gösterilmiştir (Karte von Kleinasien, Wikipedi).


                      Richard Kiepert'in Haritasında (Karte von Kleinasien) Müsellim Batıran Dağı 

           Müsellim Dağı’nın adının, bir yöneticinin maiyeti ile birlikte buradan geçerken aniden meydana gelen toprak kaymasına kapılarak ölmesinden kaynaklandığı açık olmasına karşın, yöneticinin milliyeti ve kimliği tartışmalıdır. Robert Ker Porter, Ovedan adında bir Trabzon kralından ve onun ordusundan bahsederken, Sir William Oueseley bir yargıç ve ailesinden bahsetmekte, John George Taylor da bir Türk yönetici ve maiyetinin bu akıbete uğradığından söz etmektedir. Hatta, John George Taylor, Ermeni tarihçi ve coğrafyacı Gugas İnciciyan’a atfen “…1784 yılında yöneticiliği sırasında Hıristiyanları acımasızca eziyet eden zamanın Erzincan Valisi Çavuşbaşı Süleyman Paşa ve tayfasının Erzincan'dan İstanbul'a giderken bu felakete uğrayan mütesellim olduğunu …” ifade etmektedir (Taylor,1868). Avcak, anlatımlardaki bu olay ile ilgili tarihi somut bir bilgiye ulaşılamamıştır.

            Erzurum-Karahisar Yolu üzerinde bulunan ve haritada da gösterilen Müsellim Dağı (Müsellim Batıran Dağı), Yıltarıç, Hacıömer, Turpçu, Alişar, Sipahi ve Sarıyer köyleri arasındaki, Batmı ve Zevüllük gibi mevkileri ve Meryemana Manastırı’nın bulunduğu tepeyi de kapsayan, bugün dahi bu yoğun bir toprak kayması gözlemlenen dağın kendisidir.

            Günümüz haritalarında Müsellim Dağı olarak bir isme rastlanmamakta ve halk arasında da bilinmemektedir.

 


                                                               Müsellim Dağı (Ocak 2022)

            Karahisar

            “…26 millik (41,84 km) bir yolculuktan sonra, beşinci gün erken saatlerde Karahisar'a vardık.  Yaklaşırken bu yerin bir görüntüsünü çizdim. Şehire yaklaştığımızda, devasa bir kayanın eteğinde yer alan kalenin görünüşte zaptedilemez olduğu ve kasabanın bir kısmı görünür durumdaydı; oldukça büyük bir kasaba bulduk; dörtte biri Ermeni mezhebine mensup Hristiyanlar tarafından oluşuyordu; kayanın dik kenarlarına inşa edilmiş kötü döşenmiş sokaklarda birçok iyi ev bulunuyordu. Artık dört gece boyunca arka arkaya yolda olduğumuz için, posta atlarıyla ilgili bazı güçlüklerin ortaya çıkmasından ve ertesi sabaha kadar Karahisar'da kalmamızı zorunlu kılan pek çok şeyden dolayı hoşnutsuzluk duymadım. Karahisar ismi kara kale anlamına gelir, Hamdullah’a göre güçlendirilmiş birkaç yer vardır. O, ayrıca Karahisarın Akshehr ve Erzincan bölgelerine sınır olduğunu söyledi. Konaklayacağımız handa, uyuyan yemek yiyip tiksindirici türden belirli haşereleri toplayan, sigara içen, farklı sınıflardan yolcular ve kuryelerin oluşturduğu kalabalığın arasında oturmak için kendime zorlukla yer bulabildim; fakat Paşa'nın benimle birlikte Erzurum’dan gönderdiği Tatar Musa, efendisinin mektubunu Musellim'e veya valiye götürdü, bunun sonucunda kaldığımız handa en iyi şekilde konaklamam için derhal düzenlemeler yapıldı…”                 


(
Sir William Ouseley,Travels in Various Countries of the East: More Particularly Persia, Vol III, Londra 1823)            


            Karahisar’dan Koyulhisar’a

            “…6. Gün.  Sabah erken saatlerde, on bir gün önce İstanbul’dan ayrılan bir Tatar kuryesi İran'a giderken buraya geldi; ondan İngiliz Büyükelçisi olarak Bay Liston'ın, bir Rus ve bir Fransız bakanın Türk başkentine geldiğini öğrendim.  Özenle ekilmiş, özellikle mısır açısından zengin toprakların ve yontma taştan süslü kemerli birçok çeşmelerin bulunduğu bir bölgede yolculuğumuza devam ettik; ama kayalar ve dağlar üzerindeki dar yolumuz batıya doğru akan büyük bir nehrin sağ tarafı boyunca çok geçmeden son derece tehlikeli hale geldi; buna rağmen zaman zaman, doğanın sıra dışı güzelliğinin ve ihtişamının tadını çıkardık.  Yaklaşık sekiz mil (12,87 km) sonunda, bir zamanlar üzerinde Kara hisar adında bir kalenin bulunduğu, izole halde büyük bir kayayı geçtik; bu yer çoktan terk edilmişti;  sakinleri bu sabah geldiğimiz yere (aynı adı taşıyan ve aslında çok benzer olan) yere yeniden yerleşmişlerdi.  Yaklaşık 20 millik (32,18 km) yürüyüşümüz küçük Arpacık köyünde sona erdi, burada bir dere kenarında bir ağacın altında durduk; iki gün içinde solumuzdan akan ırmağın adının Kelkit ırmağı olduğunu, bu ırmağın Canik yakınlarındaki Çarşamba’ya ve oradan da Karadeniz'e döküldüğünü öğrendik.

            7.Gün.  Yürüyüşümüze beş gibi başladık.  İki buçuk mil (4 km) ötede, kayalık bir dağın eteğinde iki kapılı (bir kaplıca ve hamam içeren) çifte bir yapı gördük; bu yapı nehrin karşı tarafındaydı; biz, sağ kıyıda, tehlikeli derecede aşınmış ve o kadar dar bir patikayla uçurumlar arasında yürüdük ki, iki zayıf insan, yaya olarak bile, bazı yerlerde yan yana geçmeyi başaramazlardı.  Neyse ki, güvenli bir şekilde, Arpacık'tan yaklaşık dört mil (6,43 km) uzakta olan Koyulhisar’a ulaştık..”

            Sir William Oueseley ve yanındakiler, Karahisar’dan ayıldıktan yaklaşık 13 km sonra, bir zamanlar üzerinde Karahisar adında bir kalenin bulunduğu, çoktan terkedilmiş olan, sakinlerinin aynı adı taşıyan ve benzer olan, ayrıldıkları Karahisar’a yerleştiği, izole halde büyük bir kayayı geçmişlerdir.

Sir William Oueseley’in tarif etiği bu yerin Duman Kayası olması kuvvetle muhtemeldir. İzole bir haldedir, üzerinde yerleşim kalıntıları vardır, Kale’ye benzemektedir. Heinrich Kiepert’in haritasında da Ouseley’in yolu Duman Kayası’nın yanından geçmektedir (Karte von Georgien, Wikipedia).

            Duman Kayası’nın “Eski Karahisar” olduğu iddiası, bugüne kadar dile getirilmemiş, araştırılmamış, değerlendirilmemiş ve bir iddia olarak kalmıştır. Sadece Duman Kayası’nın değil, Şebinkarahisar’ın tarihi yeterince ve etraflıca araştırılmamış, sınırlı bilgiler tekrarlanmakla yetinilmiştir.                      


                                                               Duman Kayası (Ocak 2022)

            Sonuç

            Bu çalışma ile, İngiliz oryantalist diplomat Sir William Oueseley’in anlatımına dayanılarak, günümüzden 210 yıl öncesi Şebinkarahisar’ının durumu ortaya konulmuştur. Kısaca ifade etmek gerekirse, 1812 yılında kalenin ihtişamı ve zaptedilmezliği yanında, Karahisar oldukça büyük bir şehirdir. Şehirdeki yollar kötü döşenmiş olmasına rağmen güzel evler de vardır. Hanlar kalabalık ve bazen korkunç uçurumların kenarından geçen yollar ise kötüdür. Erzurum-Karahisar Yolu ise oldukça hareketlidir. Mısır ekimi yapılmaktadır ve yontma taştan süslü kemerli birçok çeşme vardır. Karahisar’ın doğası sıra dışı bir güzelliktedir. İçine gece girildiğinde binicinin atının kulaklarını bile göremediği yoğun yeşillikte bahçeler vardır.

            Yollarımız bugün de kötüdür ve atık süslü kemerli çeşmelerimiz kalmamıştır. 


          Heinrich Kiepert'in Haritasında  (Karte von Georgien) Sir William Ouseley'in İzlediği Yol 

                                           

Kaynaklar

1- Sir William Ouseley,Travels in Various Countries of the East: More Particularly Persia,

      Vol III, Londra 1823, (Bu makale için çeviren Ersen Erdem)

2- Sabit Genç, 1812 Yılında Batılı Bir Diplomat Sir William Ouseley’in İzinde Kars’tan İstanbul’a    

    Seyahat, 19 Mayıs Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 2 Sayı: 1, 2020

3- Hadi Belge, Seyyah William Ouseley’in Gezi Notlarında Amasya (1812), Anadolu Kongreleri

    5. Uluslararası Sosyal Bilimler Kongresi 26-27 Aralık 2020, Diyarbakır, Tam Metin Kitabı, sf 777

4- Rıza Kurtuluş, Ouseley, Sir William, https://islamansiklopedisi.org.tr/ouseley-sir-william 

    Erişim 08.12.2021 (TDV İslam Ansk. İstanbul 1988, 34.cilt sf. 12)

5- https://en.wikipedia.org/wiki/William_Ouseley (erişim 02.01.2022)

6- Heinrich Kiepert, Karte von Georgien, Armenien und Kurdistan aus Heft IV des Atlas von Asien zu

     C. Ritter's  Erdkunde  https://maps.princeton.edu/catalog/princeton-5999n593 (erişim 04.01.2022)

7- Robert Ker Porter, Travels in Georgia, Persia, Armenia, ancient Babylonia, &c. &c. : during the years

     1817, 1818, 1819, and 1820, Vol II, London 1822, (Bu makale için çeviren Ersen Erdem)

8- J.G.Taylor, Journal of a Tour in Armenia, Kurdistan, and Upper Mesopotamia, with Notes of

    Researches in the Deyrsim Dagh, in 1866,  in: Journal of the Royal Geographical Society of London,

    vol.38 (1868) (Bu makale için çeviren Ersen Erdem)

9- https://tr.wikipedia.org/wiki/Richard_Kiepert (erişim 04.01.2022)

10- Richard Kiepert, Karte von Kleinasien. G7430 S400 .K5 BV,

      https://maps.princeton.edu/catalog/stanford-pb311wk3338 (erişim 04.01.2022) 


                                                            Müsellim Dağı (Ocak 2022)