Yabancı Seyahatnamelerde Şebinkarahisar I
İNGİLİZ DİPLOMAT-YAZAR JAMES JUSTİNİAN MORİER’İN GÖZÜNDEN 1809’DA ŞEBİNKARAHİSAR
Giriş
Seyahatnameler, bir seyyahın veya
gözlemcinin çeşitli amaçlarla ziyaret ettiği belli bir coğrafi bölgeye ve
belirli bir döneme ait izlenimlerini anlattığı eserler olması bakımından önemli
bilgi kaynaklarıdır. Türk Dil Kurumu’na göre seyahatname, bir yazarın gezip
gördüğü yerlerden edindiği bilgi ve izlenimlerini anlattığı eserdir (Kaya,
2020). Bu açıdan ele alındığında, özellikle Osmanlı
şehir tarihi yazımı sırasında başvurulabilecek en önemli kaynaklardan biri de
seyahatnamelerdir. Seyahatnameler her ne kadar tarihi bir kaynak olarak kabul
edilme konusunda tartışılır olsa da zamanın ve mekânın canlı bir tasviri
olmaları, yazıldıkları dönemin kültürel yapısını yansıtmaları ve tarihe farklı
bir açıdan bakma imkânı vermeleri nedeniyle her zaman dikkat çekici olmuşlardır
(Yılmaz, 2013).
Seyahatnamelerde
Osmanlı sosyo-kültürel hayatı üzerine gerekli ve ayrıntılı bilgiler yer
almaktadır. Arşiv belgeleri, günlükler, yazışmalar ve mektuplar gibi
seyahatnameler de tarihçinin algılama gücünü arttıran, ikincil kaynaklardaki
bilgileri karşılaştırma imkânı sunan eserlerdir. Bu eserler şehirlerin
tarihinde dönüm noktası oluşturacak kadar etkili olan yangınlar, salgın
hastalıklar ve doğal afetler hakkında önemli bilgiler vermeleri nedeniyle araştırmacılar
için önemli kaynaklar arasında gösterilmektedirler (Yılmaz, 2013). Yüzyıllardan
bu yana Anadolu’ya gelen özellikle yabancı seyyahlar, yazılarını hem kendi
dillerinde hem de yaşadıkları dönemin en yaygın kullanılan dillerinde yayımlamışlardır
(Kaya, 2020).
Bu çalışmada, İngiliz diplomat-yazar James Justinian Morier’in, İran’ın İngiltere elçisi olarak atanan Mirza Ebul Hasan Han İlci ile birlikte 1809 yılında İran’dan İngiltere’ye yaptığı yolculuğunu anlattığı 1812’de basılan “A Journey through Persia, Armenia and Asia Minor, to Constantinople, in the Years 1808 and 1809” isimli seyahatnamesinin Şebinkarahisar ile ilgili kısmı incelenmiştir.
James
Justinian Morier (1780-1849)
James
Justinian Morier, 15 Ağustos 1780’de İzmir’de dünyaya gelmiştir. 1787’de eğitim
için İngiltere’ye gitmiş, 1799’dan 1806’ya kadar hem Londra hem de İzmir’deki Doğu
Akdeniz Şirketi’nde tüccar olan babası ile birlikte çalışmıştır. 1806’da İzmir’den
İstanbul’a geçmiş ve orada Doğu Akdeniz Şirketi’nin baş temsilcisi olarak
atanan babasına katılmıştır. 1807’de Doğu Hindistan Şirketi’nin eski temsilcisi
iken İngiltere’nin İran elçisi olarak atanan Harford Jones-Brydges'in sekreteri
olarak diplomasiye adım atmış ve beraberinde İran’a gitmiştir. 1809’da İran’ın
İngiltere’ye gönderdiği elçisi Mirza Ebül Hasan Han’a eşlik etmiş; 1809-1810’da
İngiltere’de onun yaverliğini üstlenmiştir (Hanilçe-Bulut, 2020).
James
Morier’in refakat etiği İran Elçisi Mirza Ebûl Hasan Han İlci
(1776-1846) Kaçar Hanedanı döneminde İran’da yetişen önemli diplomatlardan
biridir. Kendisini önemli kılan nokta; Kaçar İran’ının emperyal baskılarına maruz
kaldığı İngiltere ve Rusya’da bizzat konsolos olarak bulunarak ülkesini temsil
etmiş olmasından ve 1824’ten 1834 yılına kadar İran Dışişleri Bakanı olarak
görev yapmasından ileri gelmektedir (Türker 2020). Mirza Ebûl Hasan Han İlci de
James Morier ile yaptığı bu seyahati yazmış ve kitap olarak yayınlamıştır.
James
Morier, 1810’da İngiltere’nin İran elçisi olarak atanan Sir Gore Ouseley ile
birlikte Mirza Ebûl Hasan Han İlci’nin yanında tekrar İran’a dönmüştür. Bir
süre elçiliğe vekalet de eden James Morier 1817’de İran’dan Londra’ya dönmüş ve
emekli olarak yazarlığa başlamış, İran’ı anlatan seyyahlar arasında önemli bir
yer edinmiştir. Yazdığı Hacı Baba romanı Avrupa’da ve dünyada klasikler arasına
girmeyi başarmıştır (Hanilçe-Bulut, 2020). James Morier 19 Mart 1849’da
İngiltere’de yaşamını yitirmiştir.
James Morier’i diğer yabancı seyyahlardan ayıran
önemli nokta, İzmir’de yaşayan önemli
bir alenin ferdi olarak ve İzmir’de doğmuş ve İngiltere’de eğitim aldıktan
sonra İzmir’e dönerek ticaret yapmış olmasıdır. James Morier, İsviçre asıllı
bir Britanya Levant (Doğu Akdeniz) Şirketi tüccarı olan Isaac Morier
(1750-1817) ile Hollanda Başkonsolosu ve Hollanda Doğu Akdeniz Şirketi’nin
başkanı David van Lennep’in kızı Clara Elizabeth’in üçüncü çocuğudur ve hayatının bir bölümü Osmanlı’da geçmiştir (Hanilçe-Bulut,
2020). Bu özelliği ile Osmanlı’nın o dönemdeki toplumsal, ekonomik ve siyasal
ortamı hakkında diğer seyyahlardan çok daha fazlasını bilmektedir ve
anlatımları daha da önem kazanmaktadır.
Fransa’nın ve
Napolyon’un, Mısır ve Hindistan’a yönelik yayılmacı politikaları ve Rusya ile
olan savaşında görece başarılı olması, Rusya’nın Gürcistan’a yönelik himayeci politikası,
İngiltere ile İran’ın yakınlaşmasına neden olmuş ve Doğu Hint Kumpanyası’nın Bağdat’taki
temsilcisi Sir Harford Jones’ın, İngiliz ve İran hükümetleri arasında bir
ittifak oluşturma çabası sonuç vermiştir. Şubat 1809’da Tahran’a ulaşan James Morier
ve Sir Harford Jones’in girişimi ile İran, Avrupalı güçlerle önceki tüm anlaşmaları
yok saymayı ve kendi topraklarından herhangi bir Avrupa gücünün geçişine engel
olmayı kabul etmiştir. Antlaşmanın İngiltere’de imzalanması gerektiğinden, James
Morier İran’ın elçi olarak görevlendirdiği Mirza Ebül Hasan’a eşlik etmiş (Hanilçe-Bulut,
2020) ve bu yolculuk sırasında da Şebinkarahisar’dan geçmişlerdir. James
Morier’in Şebinkarahisar’da bulunmasının sebebi budur.
Seyahatname, geçtiği güzergâhlar ile yol boyunca karşılaştığı insanlar, dilleri, kültürleri, dini inanışları, sanat ve mimariye dair birçok konuyu anlatmaktadır. (Hanilçe-Bulut, 2020). James Justinian Morier’in anlatımları 1809 yılındaki Şebinkarahisar hakkında detaylı bilgileri ortaya koyması açısından anlamlıdır.
James Justinian Morier’in Seyahatnamesinden 1809 Yılındaki Şebinkarahisar
Panorama
“…(28
Haziran 1809) Batı yönündeki yol güzergahımızda uzaklığı yaklaşık sekiz saat
uzaklıkta olduğu söylenen Karahisar’a öküzlerimizin aşırı takatsizliğinden
dolayı ancak on saatte ulaşabildik. Yolun uzunluğunun 30 mil (yaklaşık 48 km)
dolaylarında olduğunu söyleyebilirim. Geçtiğimiz bütün araziler, bir ormanın
görkemiyle bir bahçenin konforunu bir arada sunarken her renkten çiçekler,
zengin otlakların yamaçlarını süslüyor ve havaya hoş bir koku veriyorlardı.
Bahar mevsimini hiç bu bölgelerde olduğu kadar bereketli ve coşkulu
görmemiştim. Her vadinin tabanında, sürekli olarak, ilerleyişi ağaçlarla ve onu
çevreleyen verimlilikle işaretlenen ve tüm kıvrımlarında ona eşlik eden bir
dere akmaktaydı. Zemin toprağı mükemmel bir kızıl renktedir ve ara sıra sabanla
sürülerek alt üst edildiğinde araziyi kaplamış olan yeşilliğin tekdüzeliğini
bozmakta ve renk tonlarının oluşturduğu görkemli parlaklığıyla hayranlık
uyandıran bir tezat oluşturmaktadır. Yüksek yerlerdeki mısırlar yaklaşık bir
ayak (30.48 cm) yüksekliğindeyken, vadide olanların boyları daha uzundu. Tarım
alanlarının en yaygın ürün olarak arpa yer alırken bunu aslında birçok yerde
yabanî olarak ve diğer bitkilerle gelişigüzel yetişen çavdar oluşturmaktadır.
Yediğimiz ekmeğin neredeyse tamamı arpadan yapıldığından, buğday bölge
sakinlerinin ihtiyaçlarından biri gibi görünmemektedir. Yol kenarları resmedilmeye değer mükemmel
görünümlerini sergileyen çok sayıda armut ve çam ağaçlarıyla
çevrelenmiştir. Yüz sanatçı bir araya gelse
ve istedikleri kadar zaman tanınsa bile bu bölgenin sahip olduğu bu görüntüleri
tasvir edemezler. Buranın halkı da bu tasvire uyum sağlamıştır ve yeni bir
çekicilik katabilir.”
Burada dikkat çeken bir konu, buğday, o dönemde bölge halkının temel ihtiyacını oluşturmamaktadır. Morier’e göre yörede arpa ve çavdar tarımı ağırlıklıdır. Çavdardan gelişigüzel de yetişen bir ürün olarak sözedilmektedir. Yedikleri ekmekler arpadan yapılmıştır. Gerçekten de o dönemlerde Anadolu’da arpa buğdayın iki katı miktarda üretilmektedir (Quataert, 1985). Anlatımlardan, gerek yolda gelirken geçtikleri vadilerde ve gerekse de Şebinkarahisar’ın çevresinde mısır tarımının da ağırlık taşıdığı anlaşılmaktadır.
“Karahisar’ın Doruğu”
“Karahisar’ın
doruğuna varınca muhteşem bir manzara ile karşılaşılmaktadır. Kendini burada
değişik ve nadir bir sonsuzlukta çeşitli şekillerde yükselten, vahşi yapının
kucağına zorla girmiş ve doğanın mevcut düzensizliğinde dağılmış yığınlar
vardır. Kuzeye doğru büyük dağ yığınları kaba taslak ve madene işaret eden
değişik tonlar ile heybetli kaya zincirine bağlanıyor ve batıya doğru kıvrılarak
Karahisar’ın heybetli ve korunaklı yüksekliğinde son buluyorlar. Bunun en uç
noktasında, konumu onu savunulması kolay bir yer yapan küçük bir hisar olan
kale vardır. Yüzeyin geri kalanı da, aşağıdan görüldüğü gibi, ana binadan daha
eski görünen duvarlarla kaplıdır. Karahisar kasabası yamaca yayılmıştır.
Kasabadan
iki mil uzakta ve vadinin dibinde yüksek dağların uçurumlarının meydana getirdiği,
kuzeydoğudan köpürerek akan, kaya yataklarındaki taşları oynatan ve Karahisar çevresindeki
ekili araziyi sulayan taşkınca akan bir akarsu bulunmaktadır. Kemerinin ayakları
çıkıntı yapan iki kayanın üzerine taştan ve üst güvertesi ahşaptan yapılmış
olan tek kemerli bir köprüden geçtik. Köprüyü geçtikten hemen sonra bir çeşme ve yakınında ömrümde yediğim
en güzel kirazları aldığımız bir bahçe vardı. Bu noktadan Karahisar kayalığı
benzersiz şekilde göz alıcıydı.
Daha
da ilerledikçe, kasabayı çevreleyen ve kesinlikle Türkiye’de ya da başka
herhangi bir ülkede hatırlayabildiğim en güzel noktalardan birini oluşturan
muazzam tarım alanlarına ve bahçelere girdik. Binlerce derenin çağıltısıyla
canlanan, mısır tarlalarıyla iç içe giren, her türden ve bereketli çınar, kavak
ve meyve ağaçları manzaranın ilk görünen kısmını oluşturmaktaydı. Büyük bir hızla
ve gürültüyle bahçelerin içerisinden akan ve birincisine sularını katan ve
taşkınca akan bir akarsuya geldik. Yazın ağır sıcağı, mısırlara yeşil tonunu
kaybettirmiş ve olgun bir sarılık vermişti. Bu durum, önceki günden bu yana değişen
yükseltiyi de gösteriyor: Karahisar’a inişimiz kademeli olarak yaklaşık dört
saatte gerçekleşti.”
(Hanilçe-Bulut,
2020).
James
Morier ve beraberindeki heyet, muhteşem bir manzaraya açılan “Karahisar’ın
Doruğu”ndan kasabaya gelinceye kadar, dört saatlik yolculuk boyunca iki ayrı
dereden ve bir köprüden geçmişlerdir. Üstelik bu yolculuk zaman zaman aşırı
takatsiz kalan öküzlerin çektiği arabalar ve atlarla yapılmaktadır. “Kemerin
ayakları çıkıntı yapan iki kayanın üzerine taştan ve üst güvertesi ahşaptan
yapılmış” “tek kemerli” ilk köprünün, Hacıömer yakınlarındaki Köse Köprüsü, ilk
derenin Alucra Çayı ve “büyük bir hızla ve gürültüyle bahçelerin içerisinden
akan ve birincisine sularını katan ikinci bir taşkınca akan” suyun da Tamzara
Deresi olması kuvvetle muhtemeldir.
Heyetin
Erzurum-Şebinkarahisar Yolu’nun Turpçu üzerinden geçerek Hacıömer köyünde iken
günümüzde yok edilmiş olan Köse Köprüsüne inmekte olan güzergahı kullandıkları
anlaşılmaktadır. “Karahisar’ın Doruğu”
da, bu güzergah üzerinde, büyük olasılıkla Şebinkarahisar’ın ilk görüldüğü
noktadır.
"Karahisar'ın Doruğu"ndan (muhtemel) Manzara - 02 Temmuz 2021
“Evler teraslıdır ve kerpiç, tuğla, taş ve ahşap
gibi her tür malzemeden yapılanı vardır. Şehir Erzurum’un idari bölgesi altında
bir müsellim tarafından yönetilmektedir ve bir gümrük işlemlerinin
gerçekleştirildiği bir bina vardır. Burada iki cami ve iki hamam vardır.
Hamamlardan eski olanı kubbesi kurşunla kaplı güzel bir yapıdır. Civarda pek çok
köy vardır: Güneydeki diğerleri arasında “Gezliche, Yaiche, Sayit ve Soucher” köyleri
bulunmaktadır.”
James
Morier’in bu anlatımlarına göre, 1809’da Şebinkarahisar kasabası yamaca
yayılmıştır, evler teraslıdır ve her tür malzemeden yapılmıştır. Kale, konumu
onu savunulması kolay bir yer yapan küçük bir hisardır. Tepede de zigzag şeklinde
bir yolun çıktığı evler vardır. Yüzeyin geri kalanı da aşağıdan görüldüğü gibi
ana binadan daha eski görünen duvarlarla kaplanmıştır. James Morier’in Türkiye’de
ya da başka herhangi bir ülkede hatırlayabildiği en güzel noktalardan birini
oluşturan muazzam tarım alanları ve bahçeler bulunmaktadır.
Şebinkarahisar
o tarihte Erzurum’a bağlıdır. İki camisi vardır. İki de hamamı bulunmaktadır. Hamamlardan
eski olanı kurşunla kaplı bir kubbesi olan güzel bir yapıdır. İşin ilginç yanı,
1640’larda Şebinkarahisar’a gelen Evliya Çelebi de yine iki hamam olduğunu
söylemektedir (Dağlı-Kahraman, 1999).
James
Morier’e göre Şebinkarahisar’da bir de gümrük teşkilatı vardır. O dönemde Osmanlı
gümrükleri, sahil ve kara gümrükleriyle sınır gümrükleri olmak üzere
ayrılmıştır. Kara yoluyla yapılan ticarette gümrük resmi alınması kara
gümrüklerinin kurulmasını gerektirmiştir. Büyük şehirlerden başka daha küçük
yerlerde de, yakındaki büyük bir gümrüğe bağlanan kara gümrükleri bulunmaktadır.
(Kütükoğlu, 1996) Şebinkarahisar’daki gümrüğün Erzurum gümrüğüne bağlı bir kara
gümrüğü olduğu anlaşılmaktadır.
Şebinkarahisar’daki gümrüğün şap madeni üretim ve ticareti ile de ilgili
olması kuvvetle muhtemeldir. Çünkü, eski çağlardan itibaren işletilen Şebinkarahisar
şap madenlerinin Osmanlı döneminde de oldukça önem gördüğü ve yoğun şekilde
işletilmiş olduğu bilinmektedir. Osmanlıda, Şebinkarahisar şap madenleri Fatih
Sultan Mehmet zamanından itibaren, devlete ait bir arazi veya gelirin bir bedel
karşılığında kiraya verilmesi veya geçici olarak devredilmesi anlamına gelen mukataa
sistemi içerisine dâhil edilerek doğrudan devlet mülkiyetine alınmış ve
gelirleri devlet hazinesine aktarılmıştır. Üretilen şapların satışından elde
edilen meblağın diğer şap sahalarına göre çok daha büyük miktarlara olduğu da bilinmektedir
(Kansız, 2018).
James
Morier’in anlatımında yer alan bu olay ve bunun yabancı bir diplomat tarafından
dile getirilmesi büyük önem arzetmektedir.
James
Morier’in Şebinkarahisar’a geldiği dönem, 3. Selim’in tahttan indirilmesinden
sonra 1808 Temmuz’unda Alemdar Mustafa Paşa’nın müdahalesi ile II. Mahmut’un
tahta geçtiği döneme denk gelmektedir. 29 Eylül 1808’de Sened-i İttifak
imzalanmış ancak 15-16 Kasım 1808’da meydana gelen Yeniçeri Ayaklanması’nda
Alemdar Mustafa Paşa hayatını kaybetmiştir. 28 Şubat 1807’de başlayan
İngiltere-Osmanlı savaşı sona ermiş ve 5 Ocak 1809 tarihinde Kal'a-i Sultaniyye
(Çanakkale) Antlaşması imzalanmıştır. Bu dönemde, 1806 yılında başlayan
Osmanlı-Rus Savaşı da devam etmektedir (wikipedia).
Anlatımda
bahsi geçen Yusuf Paşa, o tarihte sadrazam olan Yusuf Ziya Paşa veya diğer
ismi ile Kör Yusuf Ziyaeddin Paşa’dır. Daha önce de sadrazamlık yapan Yusuf
Ziya Paşa, 1805 yılında Canikli Tayyar Mahmut Paşa’nın isyan çıkarması üzerine
Trabzon ve Erzurum Valisi olarak görevlendirilmiş ve isyan bastırıldıktan sonra
Erzurum Valiliğine atanmıştır (wikipedia; Kasap, 2009; Serbestoğlu, 2006).
Yeniçeri
ayaklanmasından ve Alemdar Mustafa Paşa’nın ölümünden sonra, İstanbul’da meydana
çıkan yönetim boşluğu dolayısıyla yeniçeriler
ile II Mahmut yönetimi arasında bir güvensizlik ortamı oluşmuştur. Herşey
gitgide durma noktasına gelirken, her paşanın kendi keyfine göre yönettiği ve
halkı baskı altında tuttuğu eyaletlerde, benzer düzensizlikler artmıştır. Nihayet,
yeniçerilerin de kabul etmesi üzerine Yusuf Ziya Paşa 23 Nisan' da İstanbul'a
gelmiş ve yeniçeriler tarafından sevinç gösterileriyle karşılanarak, 29 Nisan
tarihli hatt-ı hümayun ile resmen sadrazamlık makamına oturtulmuştur. Ancak makamına
gelir gelmez, sadrazam ve yeniçeriler arasında endişe verici sürtüşmeler baş
göstermiş ve yeniçeriler hoşnutsuzluklarını aşırı hareketlerle dışa vurmuşlardır
(Zinkeisen, 2011).
Şebinkarahisar’daki
olayların bu çerçevede değerlendirilmesi gerekir. Osmanlı’da doğmuş ve yaşamış,
Osmanlı’yı tanıyan ve bilen James Morier’in bu anlatımı, yeniçerilerin sadece
İstanbul’da değil, Anadolu’da da ayaklandıklarını, yeniçerilerin sadece
merkezdeki yönetime ve yöneticilere değil valilere de muhalif olduklarını
ortaya koymaktadır. James Morier, Şebinkarahisar’a varışından iki hafta önce
olduğunu belirttiğine göre, bu olayın Haziran başlarında meydana geldiği
anlaşılmaktadır.
1808-1809
yıllarında yapıldığı anlaşılan ve yeniçeri ayaklanması ile yok edilen binanın
ne amaçla yapılmış olduğu ve ne şekilde kullanıldığı anlatımdan
anlaşılmamaktadır.
“…Nihayet
Karahisar’dan ayrıldık ve dağlık ve taşlık bir yolda 18 mil batıya yol aldık.
Son durağımızdan üç mil ötede güney batı yönünde Diyarbakır ve Bağdat’a giden
yolu gördük. Batıya doğru kendi güzergahımıza devam ettik ve (Fırat’ın başlangıç
kısmı gibi) Karasu denen ve iki kaya silsilesi arasından doğudan batıya akan büyük
bir nehrin kıyısına geldik. Akarsuyun ilerlediği kısımlarda Fırat nehri gibi bir
isim almakta ancak Niksar’da Kelkit Irmağı denilmektedir. Bana, onu gördüğümüz
noktadan 15 güne denk gelen bir yolculuk mesafesinde Karadeniz’e döküldüğü söylendi.
Dağların
arasından nehrin kıvrımlarını takip ederek, arada bir dar ve sarp geçitlerle
tehlikeli hale gelen kötü bir yolu takip ederek kıyılarda kamp kurararak
konakladık. Mola yerimizin, sağ tarafında bir köy vardı. Suyun karşı tarafındaki
tepede, bana gavurlar veya kafirler tarafından yaptırılmış bir kilise olduğundan
emin olduğum bir bir harabe vardı. Roma kemerli sütunlu girişi görebiliyordum
fakat nehrin karşısına geçip daha yakından bakamadığım için bu sınırlı bilgiyle
yetinmek zorunda kaldım. Öğle saatlerinde, güneybatıdan, muazzam yoğun bulutları
bir araya getiren kuvvetli bir rüzgâr çıktı; akşamın sonunda şiddetli sağanak
yağmur yağdı. Burada yine, iki ağacın yapraklarının ve meyilli bir kayanın kısmî
örtüsünün verebileceğinden başka bir sığınak olmaksızın, gece boyunca fırtınaya
maruz kaldık....” (Hanilçe-Bulut, 2020).
Anlatımlarda
dikkat çeken diğer bir konu, Haziran ayında havanın yağışlı ve fırtınalı
olmasıdır. James Morier ve beraberindeki İran elçilik heyeti, 27 Haziran
1809’da Karaca’dan hareket edip Şebinkarahisar’a doğru yol aldıklarında
şiddetli yağmur ve fırtına nedeniyle bir değirmende ve kayalıklarda gecelemek
zorunda kalmışlardır. Şebinkarahisar’dan ayrıldıktan sonra da öğle saatlerinde,
kuvvetli bir rüzgâr meydana gelmiş ve akşamın sonunda şiddetli sağanak yağmur
yağmış ve bir sığınak olmaksızın, gece fırtınaya maruz kalmışlardır
(Hanilçe-Bulut 2020).
James
Morier ve beraberindekiler, Erzurum’dan Şebinkarahisar’a gelirken yolda
Erzurum’a giden, Emin Ağa’ya Paşa olduğunun haberini taşıyan üç Tatar’a ve
Paris’ten İran’a dönen İran elçisi Asker Han’ın bir adamına rastlamışlardır. James
Morier ve Elçi ile maiyeti Şebinkarahisar’da sadece bir gün “…dış görünüşü ve
serveti sebebiyle kasabada saygınlığı olan…” birinin evinde kalmışlardır.
İngiliz
diplomat ve beraberindeki İran elçisi ve maiyeti, Londra’ya giderken
Erzurum-Ilıca-Mamahatun-Karakulak-Kelkit(Çiftlik)-Şiran-Karaca güzergahını
izleyerek 30 Haziran 1809’da Şebinkarahisar’a gelmiş bir gün kaldıktan sonra ayrılarak
Koyulhisar-Reşadiye-Niksar-Tokat-Turhal-Amasya yolunu izlemişlerdir.
James
Morier’in izlediği bu güzergah, Anadolu sol kolu olarak adlandırılan Osmanlı’nın
menzil yoludur. Menzil, Osmanlı Devleti’nde, hareket hâlindeki bir ordunun konakladığı,
bir kervanın durup geceyi geçirdiği, resmî evrak taşımakla görevli olan bir
memurun belirli mesafelerde at değiştirmek, dinlenmek veya geceyi geçirmek için
mola verdiği yer ya da bina için kullanılan bir terimdir (Sak-Çetin, 2004).
Osmanlı’da ordunun savaşa giderken kullandığı askeri yol ile bazı kervan
yolları bahsi geçen menzil yolu güzergahından farklı güzergah izlemektedir.
Şebinkarahisar,
Anadolu’daki sol kol üzerinde yer almaktadır. Sol kol, Merzifon’da itibaren
Lâdik- Niksar-Karahisar-ı Şarkî- Kelkit- Aşkale- Erzurum yoluyla Hasankale
üzerinden bir kolu Kars’a, diğer bir kolu da Tebriz’e ulaşmaktadır. Bu yol,
Yavuz Sultan Selim tarafından da 1514
yılında Çaldıran Savaşı dönüşünde de kullanılmıştır. XVI. yüzyılın sonu ve
XVII. yüzyılın başlarından itibaren Niksar- Şarkikarahisar (Şebinkarahisar)
-Kelkit -Karakulak (Otlukbeli) -Aşkale yolu, yani James Morier’in izlediği bu
yol, önem kazanmıştır. (Akpınar 2015)
Tanzimat
öncesinde devletin ulaşım politikası, geleneksel yöntemlerin dışına çıkılmadan,
olanın korunmasından ibarettir. Mevcut yollar ulaşıma elverişli değildir ve
yılın belirli dönemleri dışında birçok bölgenin ve hükümet merkezi ile taşranın
ilişkisi kesilmektedir ve bu da yaşamı her yönü ile etkilemektedir. 1864
vilayet düzenlemesi ile birlikte yol yapımı daha bilinçli ve düzenli olarak ele
alınmıştır (Çadırcı, 1997).
Sözlü
kaynaklardan edinilen bilgiye göre, Erzurum-Şebinkarahisar yolu, Alucra Aktepe
Köyü’nden Şebinkarahisar’a devam ederek Güneygören Köyü yakınlarındaki Karahasan
Gediği’nden geçmekte ve Alişar’da iki kola ayrılmaktadır. Turpçu, Alişar ve
Güneygören köylerindeki yol kenarındaki bazı arazilere ait eski tapu
kayıtlarında da taşınmaz sınırında yer alan bu yol, “Erzurum Yolu”, “Alucra
Yolu” veya “Cadde” olarak isimlendirilmektedir.
Erzurum
Yolu’nun bir kolu Turpçu üzerinden “Batmı” adı verilen mevkiden geçerek Hacıömer
köyünde Köse Köprüsüne inmektedir. Köse Köprüsü 1316 tarihli, Mengücek Beyliği
zamanından kalma bir vakfiyede (VD, 582/1: 105/72, Fatsa 2010) ismi geçen bir
köprüdür ve ne yazık ki günümüzde bu tarihi köprü yıkılarak yerine HES
yapılmıştır. Diğer kol da yine Sipahi üzerinden “Zevüllük” adı verilen mevkiden
geçerek Yıltarıç’a ve Biroğul Köprüsüne ulaşmaktadır. Seyyahın anlatımından, heyetin
Turpçu’dan geçen güzergahı kullanarak Şebinkarahisar’a ulaştıkları
anlaşılmaktadır.
Şebinkarahisar’dan
batıya doğru olan güzergah ise tam bilinmemekle birlikte, Yumurcaktaş köyü
yakınlarındaki ve bugün Kılıçkaya Baraj Gölü altına kalan Kurbağa Köprüsünden
geçtiği kesin olarak ifade edilebilir. (Taeschner, 2010). Morier’in anlatımlarına
göre de batıya giden yol “dağlık ve taşlık bir yol” dur.
Bu çalışma ile, İngiliz diplomat
yazar James Morier’in anlatımına dayanılarak, günümüzden 212 yıl öncesi
Şebinkarahisar’ının durumu ortaya konulmuştur.
Buna
göre, sadece ekonomik açıdan değil tarihsel olarak da “…muhteşem bir
manzara…” ortaya koyan “…kasabayı çevreleyen ve
kesinlikle Türkiye’de ya da başka herhangi bir ülkede … en güzel noktalardan
birini oluşturan muazzam tarım alanları ve bahçeler...”den oluşan
Avutmuş, Biroğul, İkioğul, Kütküt, Kıkgöz, Kavaklar ve Tamzara’ya, kısacası
Bağlar’a ve de Şebinkarahisar’a sahip çıkmak, yok olmasına izin vermemek, daha
da gelişmesi için çaba harcamak gerektiği ortaya çıkmaktadır. Bunda da herkese
önemli görevler düşmektedir.
(A Journey through Persia, Armenia and Asia Minor, to Constantinople, in the Years 1808 and 1809)
Kaynaklar
1- Murat Hanilçe ve Yücel Bulut, James Morier’le 1809 Yazında Erzurum’dan Amasya’ya Seyahat, Türk Dünyası Araştırmaları, Kasım - Aralık 2020, Cilt: 126 Sayı: 249 Sayfa: 409-448.
2- James Morier, A Journey Through Persia, Armenia, And Asia Mınor, To Constantinople, In The Years 1808 and 1809, Boston 1816.
3- https://en.wikipedia.org/wiki/James_Justinian_Morier
(erişim 15.11.2021)
4- https://www.britannica.com/biography/James-Justinian-Morier
(erişim 15.11.2021)
5- Özgür Türker, Mirza Ebûl Hasan Han İlci’nin Rusya Sefareti (1815-1816), Atlas Internatıonal Congress On Socıal Scıences 7. 23-25 September 2020, Budapest, Hungary.
6- Özgür Yılmaz, Osmanlı Şehir Tarihleri Açısından Yabancı Seyahatnamelerin Kaynak Değeri, Tarih İncelemeleri Dergisi , XVIII / 2, 2013, 587-614.
7- Aysel Kaya, Almanca Seyahatnameler (1850-1912) Temelinde Türkiye’ye Dair Bir Kültür Rotası Önerisi , Doktora Tezi, Eskişehir, 2020.
8- İzzet Sak ve Cemal Çetin, XVII. ve XVIII. Yüzyıllarda Osmanlı Devleti’nde Menziller Ve Fonksiyonları : Akşehir Menzilleri Örneği, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Yıl 2004, Sayı 16, 179 – 22.
9- https://tr.wikipedia.org/wiki/Osmanl%C4%B1_%C4%B0mparatorlu%C4%9Fu_kronolojisi#1800- 1899 (Erişim 16.11.2021)
10-https://tr.wikipedia.org/wiki/K%C3%B6r_Yusuf_Ziya%C3%BCddin_Pa%C5%9Fa (Erişim 21.02.2021)
11- Murat Kasap, Yusuf Ziya Paşa,
https://web.archive.org/web/20171201040019/http://www.gdd.org.tr/tarihtendetay.asp?id=91 (Erişim 16.11.2021)
12- İbrahim Serbestoğlu, Trabzon Valisi Canikli Tayyar Mahmud Paşa İsyanı Ve Caniklizadelerin Sonu (1805-1808), Uluslararası Karadeniz İncelemeleri Dergisi, Yıl: 1, Sayı: 1, Güz 2006, Trabzon.
13- Mübahat Kütükoğlu, “Osmanlılar’da Gümrük”. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. Cilt 14, 263-268. https://islamansiklopedisi.org.tr/gumruk#2-osmanlilarda-gumruk (erişim 16.11.2021)
14- Musa Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentlerin Sosyal ve Ekonomik Yapısı, TTK Yayını, Ankara 1997.
15- Mehmet Fatsa, Şebinkarahisar'da Mengücüklü Devri Vakıfları (Sûfî Kolonizasyon), Vakıflar Dergisi Sayı 33, Haziran 2010.
16- Hayati Beşirli, Yabancı Seyyahların Gözünden Farklı Yüzyıllarda Türk Yemek Kültürü, Türklük Bilimi Araştırmaları Derisi, XL, 2016.
17- https://tr.wikipedia.org/wiki/Kale-i_Sultaniye_Antla%C5%9Fmas%C4%B1
(erişim 30.11.2021)
18- Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi, 2.Cilt, 2. Kitap, Hazırlayanlar Yücel Dağlı ve Seyit Ali Kahraman, YKY, İstanbul 2008
19- Franz Taeschner, Osmanlı Kaynaklarına Göre Anadolu Yol Ağı, Çeviren Nilüfer Epçeli, Bilge Kültür Sanat yayını, İstanbul 2010.
20- Donald Quataert, Osmanlı İmparatorluğunda Tarımsal Gelişme, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, 6. Cilt sf 1556-1562, İletişim Yayınları, İstanbul 1985.
21- Aslan Kansız, Osmanlı Devleti’nde Bir Maden Mukataası: XVIII. Yüzyılda Karahisar-I Şarkî Şaphanesi, Yüksek Lisans Tezi, Trabzon 2018.
22- https://tr.wikipedia.org/wiki/Mukataa
23- Johann Wilhelm Zinkeisen, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi (Zinkeisen, Geschichte des Osmanischen Reiches in Europa, VII, Gotha 1863.) çeviren Nilüfer Epçeli, Cilt 7 sf 449-452, Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2011.
24- Erdal Akpınar, Seyahatnamelere Göre Erzincan’da Ekonomik, Sosyal Ve Kültürel Hayat, Akra Kültür Sanat Ve Edebiyat Dergisi , Sayı: 7 - Eylül 2015
25-Sözlü Kaynaklar; Ahmet Öztürk (Alişar
ky), Sabri Bayraktar (Sipahi ky)
15.12.2021