ŞEBİNKARAHİSAR'IN VİLAYETLİKLE İMTİHANI
Şebinkarahisar'ın vilayet iken ilçe yapılmasının üzerinden tam
80 yıl geçti. 80 yıl önce ne oldu da Atatürk tarafından resmi isminin
değiştirilmesi önerilen Şebinkarahisar ilçe yapıldı, daha öncesi nasıldı? Hani
birileri gelip de gözümüzün içine bakarak "nüfusunuz az, il olamazsınız,
size hastane yaptık, siz ceviz yetiştirin"
demişti ya, Türkiye Cumhuriyeti'nde vilayetler belirlenirken hangi
ölçütler esas alındı? Vilayetlik "müktesep" bir hak mıdır?
80 yıl sonra, yerel gazete makalesi çerçevesinde bir ufuk
turu yapalım birlikte.
VİLAYETLİK
TARİHİ BİR HAK MIDIR?
Hep
"vilayetlik tarihi hakkımızdır" deriz. Ülke ve devlet yönetiminde
idari merkez olmak, yasal çerçeve içerisinde bir hak olarak
değerlendirilmeyebilir. Nitekim Devlet Planlama Teşkilatı, İlçemiz
Belediye'sine yazdığı 04.04.1988 tarih 1780 sayılı, Müsteşar Ali Tigrel imzalı
resmi yazıda, müktesep hakkın iadesi gerekçesi yeterli bir dayanak olmadığını
ifade etmişti.
Ancak
tarihe bir göz atıldığında, diğer deyim ile ülkede bu konuda hep yapıldığı gibi
yasal çerçeve dışına çıkıldığında, vilayetliğin Şebinkarahisar ve
Şebinkarahisarlılar için "müktesep" bir hak olduğunun kabulü
gerekiyor.
Yüzyıllarca
yönetim merkezi olagelmiş bir yerin, bu özelliğinin kaldırılmasında yüzyılların
deneyimlerinin, bundan kaynaklanan yaşam biçiminin gözardı edilmemesi
gerekiyor. Öyle ki, 1920 yılında Giresun'un il yapılmasına ilişkin kanun
görüşmelerinde, Karahisar-ı Şarki Milletvekili Mustafa (Serdaroğlu) Bey,
Karahisar-ı Şarki'nin 2000 yıldır sancak olduğunu ifade ederken de bunu
vurgulamıştı.
Bugün dahi bu mirasın etkileri
ve yansımalarının varlığı özellikle yöreye yabancı kamu personeli tarafından
ifade ediliyor ki, gerçekten de tüm olumsuzluklara rağmen şehir/vilayet kültürü,
yönetim merkezi olmaktan kaynaklanan toplumsal doku Şebinkarahisar'da halen
varlığını sürdürüyor. Nitekim, ilçe yapıldıktan iki yıl sonra, 1935 yılı nüfus
sayımına göre, Şebinkarahisar'ın şehir nüfusu 7965. O tarihte örneğin Gümüşhane
3160, Sinop 4872, Artvin 3513, Bolu 7835 ve Hakkari ise 1562 şehir nüfusuna
sahip.
Şebinkarahisar daha
Hititler döneminde, özellikle de MÖ 1335 yılında II. Murşil'in halkından
3000 kişi gibi büyük bir mevcudu esir ettiği, Dukkamma adı ile bilinen,
önemli bir yerleşim birimi. Gerçi o
dönemlerde "şehir-devlet" niteliği taşısa da, diğer şehir devletlerin
veya yerleşim yerlerinin yok olduğu ve Şebinkarahisar'ın hala bir yerleşim yeri
olarak varlığını koruduğu düşünüldüğünde, bunu vilayetlik talepleri
çerçevesinde olumlu puan olarak değerlendirmek gerekir.
Şebinkarahisar'ın, daha
sonra Pontus İmparatorluğunda VI. Mithridates'in hazinelerini sakladığı 75
kaleden biri ve Bizanslı tarihçi Prokopius'un eski çağlarda inşa edildiğini
bildirdiği "Sinoria" olduğu ifade ediliyor.
Roma
döneminde, her ne kadar kurulduğu yer kaynaklarda hala tartışmalı ise de, daha
önce de yazdığımız gibi bize göre Bayramköy'de kurulan ve 499 yılında 8.7
şiddetindeki deprem ile yıkılana kadar varlığını koruyan Nikopolis,
nam-ı diğer Şebinkarahisar, MS 1. yy'da Roma'nın
Armenia Minor eyaletinin başkenti idi ve bu bölgenin tek önemli kenti
olarak oldukça önemli bir konuma sahipti.
Şebinkarahisar, Koloneia
ismi ile Bizans zamanında da Anadolu'da önemli bir yerleşim merkeziydi. Koloneia'nın
bugünkü Şebinkarahisar olduğu kaynaklarda tartışmasız kabul ediliyor
artık. Bizans İmparatorluğu'nda ülke
"thema" adı verilen ve 10. yüzyılda 38 adet olan "askeri valilik"lere
bölünmüştü. Thema
hem bir çeşit askeri bölgeleri tanımlamakta diğer taraftan da sivil yöresel
idari birimleri nitelemekte ve aynı zamanda askerlere tarım yapmaları için
verilmiş arazi parsellerinin organizayonu idi. Teknik olarak ise valisinin
komutanlığı altında savaşmak için kurulmuş askeri birlikti. Şebinkarahisar, Chaldia (Trabzon) Theması'na
bağlı iken, 863 yılında ayrı bir "thema/askeri
valilik" haline getirildi. Askeri
valiye "strategus" adı veriliyordu ve doğrudan imparatora bağlıydı.
Bu dönemde yöneticilere themasının önem sırasına göre aylık veriliyordu ve Koloneia Strategus'u 20 libre altın maaş
alıyordu. Koloneia şehri, zamanla imparatorluğun kuzey kısmındaki kalelerin en
önemlisi ve Koloneia Theması’nın en önemli şehri niteliğini kazandı. Koloneia theması Niksar, Kelkit ve
Divriği başta olmak üzere bugün Tokat, Sivas, Gümüşhane'nin birçok ilçesini kapsıyordu.
Selçuklular
Bizans İmparatorluğunun idari bölünüşünü ve yapısını korudular. Selçuklu
ülkesindeki 42 idari birimden birisi de “Karahisar-ı Kögoniye” idi ve vilayet
olarak örgütlenmişti. Vilayetin üzerinde ise “Subaşılık” örgütlenmesi vardı.
Vilayet, subaşılığın alt birimi olarak varlığını ve etkisini Osmanlılarda 15.
yy sonlarına kadar devam ettirdi. Anadolu Selçukluları 13. yy’da birlik
kurduklarında Anadolu’yu 30 eyalete ayırdı. Bu eyaletlerin birisi de Keygune
(Şebinkarahisar) idi.
Anadolu Selçuklularının
dağılmasından sonra ise Şebinkarahisar’da bulunan beyler egemenliklerini ilan ettilerse
de etkili olamadılar ve Şebinkarahisar sürekli olarak diğer beylikler/devletler
arasında el değiştirdi.
Osmanlı İmparatorluğu
döneminde ise, Şebinkarahisar Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katıldığı 1473
yılından 1515 yılına kadar Amasya vilayetine bağlı kaldı. Yavuz Sultan Selim’in
1514 yılında çıkardığı kanun ile Karahisar-ı Şarki sancağı resmen kuruldu ve 1515
yılında yeni kurulan Erzincan eyaletine bağlandı. 1520-1523 yıllarında
Karahisar-ı Şarki, “idarî-askerî
şehir”di. Zaman içerisinde, bugün Tokat, Sivas, Gümüşhane, Ordu ve Giresun'a
bağlı birçok ilçeyi, Ordu'nun ve bir zaman da Giresun'un merkez ilçelerini de
kapsayan büyük bir sancak halini aldı.
Öyle
ki, 1547 ve 1643 yıllarında, Koyulhisar,
Bayramlu (Ordu), Pazarsuyu ve İskefser (Reşadiye) kaza olarak, Şiryan (Şiran),
Mindaval (Çamoluk), Elige, Alucara ve Kovana ve Kevasa, Melense, Gevezid,
Emlak, Ak-şehir-abad, Su-şehri, Hasan-gerişi, Yemişlü, Firuz, Nayiblü,
Sis-orta, Şahna-çemeni, Kebsil,(Bulancak) Şemseddin, abulhayr, Bozat, Elmalu,
Kırık ili (Yavuzkemal), Bolaman, Çamaş, İhtiyar, Bucak, Satılmış, Ulubeğ,
Alibeğce, Fermude, Şayiblü, Bedirlü, Milas (Mesudiye), Habsamana (Gölköy)
nahiye olarak Karahisar-ı Şarki’ye bağlı idi.
EYALETTEN
VİLAYETE GEÇİŞ
Osmanlı'da idari bölünmede devlet esas
olarak beylerbeyliği adı da verilen eyaletlere,
eyaletler sancaklara, sancaklar kazalara, kazalar da nahiye ve köylere ayrılıyordu.
1520’lerde 6 olan eyalet sayısı, Kanuni Sultan Süleyman’ın öldüğü tarihte
16’ya, 1610 tarihinde 32’ye yükseldi. Ancak Osmanlı Devletinin temel idari
yapılanması sürekli sancak düzeyinde oldu. Sancakların sayısı 1574-1595
döneminde kesin olmamakla beraber toplam 491 idi.
Beylerbeyliği, taşra
teşkilatında en büyük idare birimi olarak günümüz illerinden daha büyük mülkî
idari birim olarak kurulmuştu. 1590 yılında yapılan bir düzenleme ile beylerbeyliklerin
alanları daraltıldı ve adları da eyalet
yapıldı. Eyaletlere Tanzimat'tan önce “beylerbeylik” veya “eyalet” denirken,
Tanzimat'tan sonra bu birimlere “vilâyet” denilmeye başlandı. Beylerbeyiler
sorumlu oldukları bölgenin mülki, mali ve askeri yöneticileriydiler. Bunlar
tayin edildikleri eyaleti, paşa sancağı denilen merkez sancaktan yönetirlerdi.
Eyalete bağlı sancaklar ise merkezden atanan sancak beyleri tarafından idare
edilirdi. Beylerbeyileri sancak beylerinin özellikle askeri amirleri
pozisyonundaydı. Mali ve mülki açıdan bu iki amir arasında hiyerarşik olarak
sıkı bir bağ mevcut değildi
Eyaletlerin altındaki ana
idari birim sancaktı. Bugün ”il” dediğimiz birimlerin adı o dönemde “sancak”tı.
Başlangıçta sancak, çeşitli bahadırlık ve kahramanlıklarla emsalleri arasında
öne çıkmış bey veya komutanlara verilen bir takdir ve iftihar ölçüsü oldu,
sancak sahibi beyler sınıfını meydana getirdi, sonra belli düzeydeki bir
teşkilâtın adı oldu. Tanzimat’tan sonra sancaklara "liva" denilmeye
başlandı. Osmanlı vergi kanunnameleri de tamamıyla sancakları esas almış ve
bütün idare çatısını birinci derecede kadının ve ikinci derecede sancakbeyinin
üzerine kurmuştu.
Her
sancak, kazalara tekabül eden subaşılıklara ayrılmıştı. Her kazaya kadı ve
subaşı tayin edilmiş, subaşılara mali ve güvenlikle ilgili görevler verilmişti.
Mülki taksimatın temelini
oluşturan tımar uygulamasının bozulması, iltizam usulünün yaygınlaşması,
yöneticiler arasında yaygınlaşan usulsüzlükler, Celali Ayaklanmaları ile
başlayan ve uzun süre devam eden toplumsal ve ekonomik istikrasızlıklar ve
taşrada ayanların ortaya çıkmasıyla eyalet sisteminde de çözülme başladı. II.
Mahmud’un saltanatında girişilen ıslahat sürecinde eyalet sisteminde de
değişikliklere gidildi. 1826’dan sonra eyaletler, geniş askerî ve mali
yetkileri bulunan "müşir"lerin idaresi altına verildi. 1840 yılında
da "muhassıllık" adı altında idare edildiler.
Osmanlı Devletinde klasik
eyalet uygulaması dışında ilk taşra örgütlenmesi 1861’de Lübnan’da
gerçekleştirildi. Lübnan’da çıkan karışıklıklar ve yaşanan olaylar neticesinde,
dış devletlerin de müdahalesiyle hükümet bölgenin idari örgütlenmesinde
değişikliğe gitti. Otorite ve asayişin tesis için Lübnan’a farkı bir özerk
statü verilmek zorunda kalındı.
1864’de bir Vilayet
Nizamnâmesi çıkarıldı. Ancak nizamname ilk safhada imparatorluğun her tarafında
aynı anda uygulanmadı. Rusçuk, Vidin ve
Niş eyaletleri birleştirilerek “Tuna Vilayeti” adı altında bir vilayet teşkil
edilerek Mithat Paşa, Vali tayin edildi.
Bu uygulama 1867’de çıkarılan yeni bir
vilayetler nizamnamesi ile genişletildi ve eyalet sistemi tamamen kaldırılarak
Fransa’dan örnek alınan vilayet usulüne geçildi. Yeni düzenleme ile eyaletlerin
yerine sancak(liva), kaza ve nahiyelerden oluşan vilayetler kuruldu. 1869 yılı itibariyle
Osmanlı ülkesi toplam 26 vilayet 123 livaya bölünmüştü
1871
yılında yeni bir vilayet Nizamnâmesi çıkarıldı. Bu nizamnamede en önemli
düzenleme, “Nahiye” adı altında yeni birimler kurularak, taşra örgütü vilayet,
sancak (liva), kaza, nahiye ve karye (köy) biçiminde kademelendirildi.
Prof Dr. Kemal H.
Karpat'ın verilerine göre, 1877 yılında, Karahisar-ı Şarki, Alucra, Suşehri,
Koyulhisar, Giresun ve Mesudiye kazalarına sahip Karahisar-ı Şarki' Sancağı'nın
nüfusu, 93.435 idi. 1881 yılında ise Karahisar-ı
Şarki, Alucra, Suşehri, Koyulhisar ve Mesudiye kazaları ile 102.675 nüfusa
sahipti. 1906 yılında nüfusu 128.437 olmuştu ve kadınların sayısı erkeklerden
fazla idi.
II. Abdülhamid dönemiyle
vilayetler üzerinde yeni bir düzenlemeye gidildi. Vilayetler, merkeze
bağlı vilayetler, merkeze bağlı müstakil sancaklar ve imtiyazlı eyaletler
olarak üç kısma ayrıldı
1908 yılında ilan edilen II.
Meşrutiyet’le birlikte vilayetlerin yönetimi tekrar ele alındıysa da, Balkan
Savaşı nedeniyle hayata geçirilemedi. Savaştan sonra 15 Mart 1913’de yayınlanan
"İdare-i Umumiye-i Vilayet Kanunu Muvakkatı" adındaki geçici yasa ile yeni bir düzenleme getirildi. Bu
yasanın ardından bazı yönetsel birimlerin isimleri ve bağlantıları
değiştirildi, teşkilatları yeniden düzenlendi. Bu dönemde müstakil liva olarak adlandırılan
bazı livalar idari bakımdan doğrudan merkeze bağlandı. Eyalet/vilayetlere bağlı
livalar ise mülhak olarak anılmaktaydı.
Müstakil livalarda mutasarrıf, valinin yetkilerine sahip idi. Bu düzenlemeden önce, 1912 tarihli
devlet salnamesinde 29 vilayet, 6 mümtaz eyalet, 12 müstakil sancak yer almakta
idi.
1912
yılında Karahisar-ı Şarki Livası'nın merkezinin değiştirilmesi için girişimde
bulunuldu. Murat Dursun Tosun'un
yayınladığı Osmanlıca bir belgede, Sivas Vilayeti Genel Meclisi'nin, liva
merkezinin Suşehri Kazasının Andiryas(Endires) Köyüne nakli yönünde aldığı
karara karşı çıkan Türk, Ermeni ve Rum kökenli Karahisar-ı Şarki eşrafının ve
Belediye Başkanı'nın birlikte, böyle bir değişikliğin yerinde olamayacağını
ayrıntılı gerekçelerle ortaya koyduğu görülüyor. Sözkonusu belgede, 3500 haneye
sahip Karahisar-ı Şarki şehrinin, livanın merkezinde yer aldığı, Giresun
İskelesine yakın olduğu, 500 hanelik Endiryas'ın ekonomik ve fiziki açıdan
hiçbir şekilde liva merkezi olamayacağı ve değişikliğin Fatih Sultan Mehmet'in
anısına saygısızlık olacağı ifade ediliyor. Ancak, Sivas İl Genel Meclisi'nin
bu kararının, belge metninden anlaşılan resmi gerekçeleri dışında gerçek
nedenini anlamak mümkün değilse de, mülki taksimat alanında, Cumhuriyet
döneminde olduğu gibi Osmanlı'da da sık sık değişiklik yapılıyordu.
1913
tarihli geçici kanunda “İdari mekanı daraltıp asayiş ve güvenliğin temininde
kolaylık sağlamak, verimli arazileri daha ekonomik bir şekilde kullanmak, yerel
hizmetleri mahalli idarelere bırakarak, sancaklarda bayındırlık, imar ve şenlendirme
masraflarının vilayet yerine mutasarrıflıkça tayin ve sarfına imkan tanımak,
vilayet ve sancak arasında asılması zor tabii engellerin (dağ, nehir, vb.) yol
açtığı olumsuzlukları azaltmak, nüfusun çokluğu ve etnik çeşitlilik.” gerekçesi
ile bazı livalar müstakil bırakıldı. Bu ve benzer gerekçeler, gerek Osmanlı'da
ve gerekse de Cumhuriyet dönemindeki uygulamalarda da tekrarlandı.
Ülke, 1911-1914 yılları arasında
14 sancak müstakil olarak yönetilmekteydi, bu sayı TBMM’nin kurulduğu tarihte 17
idi. Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü'nün yayınladığı Osmanlı Yer Adları
Sözlüğü'nde, Karahisar-ı Şarki 1914-1923 yılları arasında müstakil liva olarak
gösteriliyor. Ancak, başka kaynaklarda ise Sivas'a bağlı olduğu belirtiliyor.
1914
yılında Karahisar-ı Şarki Sancağı'nın nüfusu 178.495 olmuştu ve merkez kazanın
nüfusu ise 51.256 idi.
1911'de Gümüşhane (Kaynak 1915 Öncesinde Osmanlı İmparatorluğu'nda Ermeniler
Raymond H. Kevorkian-Paul B Paboudjıan)
CUMHURİYET'İN
İLK YILLARINDA UYGULAMA
Büyük Millet Meclisi’nin kurulduğu
1920 yılında, bugünkü ulusal sınırlar içinde 15 vilayet, 17'si müstakil, 36
mülhak olmak üzere 53 liva, 302 kaza ve 679 nahiye bulunmaktaydı. Birinci TBMM hakimiyetin
Anadolu'da olduğunu da göstermek amacı ile mülki örgütlenmeye müdahale etti.
Meclisin yaptığı ilk iş bir üst kademede vilayete bağlı olan ‘mülhak liva’ları
‘müstakil’ hale getirip doğrudan Ankara’ya bağlamak ya da yeni müstakil livalar
kurmak oldu.
Livaların
bir bölümü yasayla, bir bölümü de müstakil yapıldı. Uygulamada birçok liva ile
birlikte Ağustos 1920’de yayınlanan Bakanlar Kurulu kararı ile Karahisar-ı Şarki
(Şebinkarahisar) livasının da bağımsız olarak yönetilmesine karar verildi. 4
Aralık 1920'de kabul edilen üç kanunla Aksaray, Giresun ve Ordu kazaları liva haline getirildi. Böylece liva sayısı
56’ya yükseldi.
Giresun ve Ordu'nun liva yapılması
tartışmaları, hükümetin, milletvekillerinin ve toplumun vilayetlik olayını nasıl algıladığını da
ortaya koydu. Ordu ve Giresun livalarının kurulması, resmiyette bölgedeki
Pontus Rum ayrılıkçılığı sorunu ile ilişkili ise de, gerçekte Giresun Topal
Osman'ın isteğinin yerine getirilmesi için ayrı bir liva yapıldı. Hatta
Karahisar-ı Şarki Milletvekili Mustafa (Serdaroğlu) Bey "Giresun
şimdi ne için müstakil yapılıyor? Osman Ağa iki yüz nefer çete gönderdi de onun
için değil mi ?" diyerek meclis görüşmelerinde bu
durumu ortaya koydu. TBMM Başkanlığı’na
gönderilen 30 Ekim 1920 tarihli bir telgraf da Giresun'un il olmasında önemli bir
rol oynadı. Giresun Belediye Reisi, Ticaret Odası Reisi ve kaza ileri gelenleri
tarafından gönderilen telgrafta, Giresun’un müstakil livaya dönüştürülmesine
ilişkin masrafın iki seneliğinin belediyenin gelir fazlasından karşılanabileceği
ifade edildi.
Yasama sürecinde mecliste yapılan
tartışmalar sonunda, başlangıçta sadece Giresun ile ilgili olarak hazırlan
yasa, Giresun ve Ordu müstakil
livalarını kuran iki ayrı yasaya dönüştü. Karahisar-ı Şarki sancağına bağlı
Kırık (Yavuzkemal) nahiyesi Giresun'a bağlandı. Yasa görüşmelerinde Mesudiye’nin
Şebinkarahisar’dan alınarak Ordu’ya bağlanması da önerildi. Mesudiye Jandarma
Komutanı iken Şebinkarahisar Milletvekili seçilen Memduh Necdet Erberk öneriye
destek verirken, aslen Mesudiye'li olan Milletvekili Mustafa Atay (Serdaroğlu),
öneriye kuvvetle karşı çıktı ve yaptığı konuşma ile Mesudiye’nin
Şebinkarahisar’dan ayrılarak Ordu’ya bağlanmasını engellemeyi başardı.
Bugünkü
Şebinkarahisar-Suşehri çekişmesi gibi, Osmanlı döneminde başlayıp Cumhuriyet
döneminde devam eden uzun bir Ordu-Giresun çekişmesi sonunda, 4 Nisan 1921
tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan 68
sayılı kanun ile Giresun, 69 sayılı kanun ile de Ordu, liva oldu, Ünyeliler,
Ordu'ya bağlanmaya karşı çıkarak ayrı liva olmak isteklerini bildirdi,
Niğde'liler de Aksaray'ın ayrılmasını protesto etti. .
Asayiş sorunu, Aksaray
kazasının müstakil liva haline getirilmesine ilişkin yasanın da gerekçesini
oluştursa da gerçekte Aksaray’ın bir senelik ödeneğine karşılık olarak kaza
halkı tarafından 10 bin lira bağış yapıldı ve bunun 5 bin lirası ödendi, kalan bölüm de resmi olarak üstlenildi. Yani,
müstakil olarak idare edilmek istenen yerler, yeni teşkilâtlanma için gereken
parayı taahhüt etmeleri hâlinde, Ankara hükümeti bu isteği memnuniyetle yerine
getirmeye hazırdı.
Aksaray,
Ordu ve Giresun'un masrafları ödeme taahhüdünde bulunması uygulaması Osmanlı
döneminde de vardı. Örneğin 1871 yılında Burdur, eşrafın mutasarrıflığa ait
olan masrafı taahhüt etmesi üzerine, Isparta'dan ayrılarak liva haline
getirildi.
Kaynak Atlas Tarih Dergisi Aralık 2013
Milli mücadele yıllarında idari
sınırların yeniden düzenlenmesi ya da yeni bir mülki bölüm oluşturulmasına ilişkin
değişikliklerde resmi gerekçe olarak “işgal halinde yönetimin düşman eline geçmesini
önlemek”, “etnik/dinsel azınlık yapısının yönetimi”, “çatışmaların önlenmesi”,“aşiretlerin
bağlılığını sağlamak/korumak”, “aşiretleri denetim altına almak”, “asayişin sağlanması”
gibi nedenler ileri sürüldü. Milli mücadele devam ederken, zaman zaman valinin
ya da mutasarrıfın düşmanla işbirliği yaptığı bölgelerde, İcra Vekilleri
Heyeti’nce alınan kararlar yoluyla merkez ve sınır değişiklikleri yapıldı veya
yeni vilayetler ya da müstakil livalar kuruldu.
Bugün olduğu gibi, 1920 ve 1921
yıllarında da, taşra örgütlenmesine ilişkin olarak TBMM gündemine birçok tasarı ve teklif
getirildi, ancak hiçbirinin yasalaşmadı.
20 Ocak 1921 tarihinde kabul edilen Teşkilât-ı Esasiye
Kanunu'nun 10. maddesiyle, mülki teşkilatlanma yeniden adlandırıldı ve liva tabiri kaldırılarak,vilâyet-kaza-nahiye
taksimatı benimsendi.Vilayet sözcük olarak korundu, ama
eyalet anlamına gelen içeriği
ortadan kalktı
ve
yeni sistemde liva büyüklüğündeki yerleşmelere verilen ad oldu.
Dahiliye Vekâleti'nin 1923 yılı
bütçesi için hazırladığı kadroda mutasarrıflıklar ilga edilerek, bunların
yerine valilik kadroları ihdas edildi ve bütün mutasarrıflara vali unvanı
verilerek liva veya sancak teşkilâtı tam anlamıyla ortadan kaldırıldı. Bu
düzenleme ile 77'ye yükselen vilayetlerin önemli bir kısmı vilâyet olmak için
gerekli görülen nüfus oranına ve gelire sahip değildi. 1922 sonu itibarıyla
tutulan bir istatistiğe göre, Muş: 23.000, Bitlis: 30.000, Hakkari: 31.000,
Gelibolu: 38.000, Artvin: 45.000, Van: 50.000, Dersim: 50.000, Çatalca: 50.000,
Bayezit (Ağrı): 60.000, Siverek: 61.000, Kars: 63.000, Genç: 67.000, Kozan:
68.000, Cebelibereket (Osmaniye): 68.000; Kırkkilise (Kırklareli): 74.000,
Ergani: 79.000, Burdur: 80.000, Ardahan: 85.000, Siirt: 89.000, Erzincan:
93.000, Tekirdağ: 99.000 nüfusa sahipti.
30 Mayıs 1926'da kabul edilen 977 numaralı Teşkilât-ı
Mülkiye Kanunu ile Ardahan, Muş, Genç, Siverek, Ergani, Kozan, Çatalca,
Üsküdar, Gelibolu ve Beyoğlu vilâyetleri kaldırıldı.
Bakanlar Kurulu'nun, 3 Mayıs 1925
tarihli seyyar tetkik heyetleri ile bunların raporlarına göre inceleme yapacak bir
Merkez Komisyonu’nun kurulmasına dair kararı ile oluşturulan bir komisyon tarafından hazırlanan ve hükümet tarafından 29 Mayıs
1926'da TBMM'ye de sunulan "Taksimatı Mülkiye Tetkikatının Netayici
Hakkında Umumi Rapor" isimli raporda, genel bütçeye ait gelirlerin yerel
masrafları karşılayamaması (Muş, Bitlis, Ardahan, Dersim), özel idarelerin
güçsüzlüğü (Çatalca), nüfus azlığı (Genç, Kozan), sahasının darlığı (Gelibolu),
büyük ve güçlü idare birimleri arasında sıkışmış olması (Ergani), gelişme yeteneği
gösterememesi (Siverek), idari ve siyasi bakımdan önem taşıması, iktisadi ve
askeri nedenler, bir ilin kaldırılmasında esas alınan gerekçeler olarak
sıralandı.
24 Ekim 1926 tarihli bir kararname
ile aralarında Şebinkarahisar'ın da olduğu bazı illerin Bizans, Anadolu
Beylikleri ve Osmanlı döneminden kalan isimleri değiştirildi. Atatürk 11 Ekim 1924 tarihinde Şebinkarahisar'ı ziyaret
ettiğinde, Karahisar-ı Şarki isminin Şebinkarahisar olarak değiştirilmesini
teklif etmişti, ancak Karahisar-ı Şarki 4248 sayılı bu kararname ile ve Atatürk'ün
ziyaretinden iki yıl sonra "Şebinkarahisar"
adını aldı.
1927
yılında yayımlanan devlet salnamesinde mülki taksimat 63 il, 342 ilçe ve 666
bucaktan oluşmaktaydı ve Şebinkarahisar, 5 kazası ve 6 nahiyesi ile
107.000 nüfusa sahip bir vilayetti.
1915 Yangınından Sonra Toparlanmaya Çalışan Şebinkarahisar (Kaynak Belediye)
ŞEBİNKARAHİSAR'IN
İLÇE OLMASI
Vilâyet sayısının artması sorunları
da beraberinde getirmeye başladı. Ancak hem TBMM'nin ısrarla savunduğu
halkçılık siyaseti, hem de vilâyetler halkının ve mebuslarının istekleri vilayet
sayısının ele alınmasını bir süre engelledi. Zaman içerisinde mevcut
vilâyetlerin birçoğunun daha ilga edileceği yolunda çıkan söylentiler üzerine
Dahiliye Vekili Şükrü Kaya 25 Nisan 1928'de bir açıklama yaparak "Bazı
vilâyetlerin ilgası yolunda ara sıra çıkan havadisler yüzünden halkın geçirdiği
heyecana elinizdeki telgraflar misaldir. Halk hiss-i selimi ile bu menfaati
idrak etmiştir. Halk lehine atılan bir adım Türkiye Cumhuriyeti'nden geri
alınmamalıdır. Ancak fevkalade bir zaruret-i idariye neticesindedir ki, böyle
bir karar verilebilir. Bugün o zaruret-i idariye de yoktur " dedi.
Dahiliye
Vekili Şükrü Kaya bu şekilde konuştu ise de, bu yöndeki arayışlara devam
edildi. Nitekim Mustafa Kemal Atatürk, 1929 Ekonomik Krizi'nin yoğun olarak
hissedildiği 1930-1931 yıllarında çıktığı yurt gezisinde "hükümet her yerde teşkilatıyla,
şahıslarıyla, salahiyet ve vazifeleriyle kuvvetlendirilmeye muhtaçtır. Zaman
zaman tesirini gösteren muhtelif mahalli cereyanların doğurduğu şimdiki çok
vilayat teşkilatı, bir çok noktalardan zararlıdır. Bu kadar vilayeti idare için
kıymetli vali ve bilhassa başkan bulunamıyor. Bir tarafta on kazalı vilayet
varken, diğer tarafta iki kazalı bir vilayetin ayrı bir idare cüzü tamı
olmasını mücbir kılacak sebebi müşahade etmek kabil değildir. Bilakis vilayetler
bu dar taksimatı coğrafi, siyasi ve iktisadi vaziyeti bir olan yan yana
mıntıkalardan ayrı idare fikirleri yapıyor. Bu sebeple mevcut vilayetlerimizin
adedi mümkün olduğu kadar azaltılmalı, tasarruf edilecek paradan umumi
müfettişlikler teşkilatı için para ayırmalı ve büyücek vilayetlerde vali
muavini istihdam etmelidir." diyerek vilayetlerin azaltılmasını önerdi.
Gazetelerde de bu yönde haberler çıkmaya başladı. 26 Mart
1930 tarihli Yarın Gazetesi’nde yer alan bir haberde Dahiliye Vekaleti tarafından
Türkiye’nin yeni idari taksimatına ilişkin bir tasarı hazırlandığı ve bu
kapsamda 13 vilayetin kaldırılmasının planlandığı belirtildi. 26 Ocak 1931
tarihli Son Posta Gazetesi’nde yer alan bir başka haberde ise mülki taksimat
için iki ayrı proje hazırlandığı ve
vilayet sayısının 30’a ya da 50’ye indirilmesinin planlandığı söylendi. 29 Ocak
1931 tarihli Cumhuriyet Gazetesi ise Dahiliye Vekaleti tarafından tamamlanan teşkilatı
mülkiye projesine göre Doğu’da bazı küçük vilayetlerin kaldırılacağını, kaza
sayısının artırılacağını ve bütün nahiyelerin tam teşekküllü haline getirileceğini
haber verdi. 1931 yılının şubat ayı içerisinde Cumhuriyet Gazetesi’nde
vilayetlerin sayısının bütçe tasarrufu nedeniyle 63’ten 45’e ya da 30’a
indirileceğine dair çeşitli haberler yayımlandı. Aynı yıl bakanlık tarafından
hazırlanan dört farklı proje hazırlanarak vilâyet sayısının sırasıyla 50, 46 ve
39'a kadar düşürülmesi öngörüldü. Bu şekilde kaldırılmak istenen vilâyetler arasında
Şebinkarahisar, Aksaray, Cebelibereket, Artvin, İçel, ve Hakkari yanında, Gümüşhane, Ordu, Sinop, Tokat,
Bilecik, Kırklareli, Burdur, Kırşehir, Denizli, Niğde, Çankırı, Giresun,
Isparta, Aydın, Manisa, Bolu, Kütahya ve Çorum da vardı.
Cumhuriyet'te
4 mart 1931 günü yayınlanan haberde ise, Burdur, Isparta, Hakkari, Kırşehir ve
Ordu Vilayetlerinin lağvedileceği, Çorum, Amasya,Tokat ve Aksaray
vilayetlerinin şimdiki vaziyetlerinin tadil edileceği belirtildi.
Dahiliye
Vekili Şükrü Kaya, 9 Ağustos 1932 günü, Zonguldak'tan başlayan, Karadeniz
illeri ile, Gümüşhane, Erzurum ve Erzincan'ı da kapsayan bir geziye çıktı.
Cumhuriyet Gazetesi'nde yer alan haberlere göre, 26 Ağustos'ta Samsun'da sona
eren bu gezide, Dahiliye Vekili Şükrü Kaya ilgi ile ve özellikle Ordu, Giresun
ve Gümüşhane'de "parlak tezahüratlarla" karşılandı.
Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Cumhuriyet
Arşivi'ndeki kayıtlara göre, Dahiliye Vekili Şükrü Kaya Haziran 1929 'da çıktığı
Kayseri ve Sivas gezisinde Şebinkarahisar'a da gelmiş, "Şebinkarahisar,
Sivas, Kayseri, Meşe Çekirgesi, Suşehri'nin sıhhi, idari, imar, iskan, asayişi
hakkında" Atatürk'e rapor
vermişti. Bu seyahati esnasında "Türk harflerinin az kullanıldığı, bunun
için yeni tedbirler alınması gerektiği hakkında" da Başbakan'a bir telgraf
çekmişti.
3 Şubat
1933 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde Mustafa Kemal Atatürk'ün yurt gezisine
ilişkin yer alan bir haberde, "Reisicumhur"
ile İktisat Vekili Celal Bayar'ın gezilerinden sonra ülke için çok önemli
kararlar alınacağı, Türkiye’nin her tarafında aynı ekonomik koşullar ile
ilerlemek mümkün olamadığından ülkenin iktisadi bölgelere ayrılacağı ve idari
mekanizmanın da tamamen buna uydurularak her bölgede ayrı örgütlenmeye
gidileceğinin planlandığı ifade edildi.
Akabinde, 20.5.1933 tarih ve 2411 sayılı Resmi
Gazete'de yayınlanan 2197 sayılı Bazı Vilayetlerin Kaldırılması ve Bazılarının
Birleştirilmesi Hakkında Kanun ile İçel,
Artvin, Aksaray, Hakkari, Cebelibereket, Şebinkarahisar illeri kaldırıldı, İçel
ve Mersin illeri birleştirilerek merkezi Mersin olmak üzere İçel vilayeti, Artvin
ve Rize illeri birleştirilerek de merkezi Rize olmak üzere Çoruh vilayeti kuruldu.
Yasanın gerekçesinde "mesahai
sathiyesi 5415 kilometre murabbaı olan Şebin Karahisar vilâyetinin nüfusu 108
000, varidatı umumiyesi 283 340 lira masarifi ise, 314 760 lira olup varidatı
mahallî ihtiyaca bile kifayet etmemektedir. Bu vilâyet kısmen Giresun ve kısmen
Ordunun bir hinterlandı mesabesindedir. Vaziyeti coğrafiyesi itibarile atiyen
inkişaf edecek bir halde değildir. Sivas hattının şimale temdidi halinde bile
ancak Suşehri kazası bir derecede inkişaf edebilir. İhracat hemen yok gibidir.
Askerî bir ehemmiyeti de haiz değildir. Gerek varidatının azlığı ve gerek
iktisadiyatının bir vilâyet merkezi mertebesinde inkişaf edememesi gibi mühim
sebeplerden dolayı halihazır şekli ile bir vilâyet evsafını haiz değildir"
ifadelerine yer verildi.
Yasanın görüşmeleri esnasında Şebinkarahisar Milletvekili İsmail
Sabuncu "bu lâyihada lâğvedilecek
vilâyetler hakkında esbabı mucibe olarak gösterilen şey, varidatının azlığı,
inkişaf kabiliyetinin olmaması. 6 vilâyetin hemen hepsinde de otomatik bir
surette ayni şey asası yukarı zikredilmiştir. Bu vilâyetlerin civarında öyle vilâyetler
vardır ki bunların kaza adedi ile onların
kaza adedi nisbet edilecek olursa öteki 8 kazalı bir vilâyettir, aşağı yukarı
iki misli varidatı vardır. İnkişaf kabiliyetine gelince: diğerinde inkişaf
kabiliyeti ne ise bundaki de odur. Fakat vilâyetin umumî varidatının kendi
masrafını korumaması gösteriyor ki
teşkilâtı mülkiye üzerinde bir tedbir almak icap ediyor. Bunu ben de şahsan
kabul ediyorum. Fakat bu yapılırken bendeniz istiyorum ki eski bozulan şeyi de
aratmayacak bir teşkilât yapılsın"
Şebinkarahisar
Milletvekili İsmail Sabuncu konuşmasının
devamında, bugün yaşadığımız sorunları daha o yıl dile getirmiş, "Misal
arzediyorum. Meselâ Karahisar'ı taksim etmişler. İki kazasını Giresun'a,
birisini Ordu'ya, ikisini de Sivas'a vermişler. Karahisar'ın merkezi Giresun'a 120
kilometredir. Kazası da 200 kilometreyi geçer. Eğer münakalesi senenin 12
ayında dürüst gidip gelecek bir vaziyette olsaydı hakikaten yerinde idi. Fakat
böyle sıfırdan başlayarak 45 kilometreden sonra 1900 kilometreye çıkan, sonra 2300
metre irtifadan geçen bir yol ile böyle iki kazayı bir vilâyete, o da sahilde
bir vilâyete, raptetmenin ne kadar doğru olduğunu ben Heyeti Umumiye'nin
takdirine bırakıyorum ve sonra meselâ buna karşı deniliyor ki efendim, işte iki
vilâyeti birleştiriyoruz, bu, vilâyetlerin kuvvetlenerek yollarını da yapmağa
vesile olur. Fakat bendeniz aşağı yukarı on senedir bunun üzerinde çalışırım,
iki vilâyetin bunu yapacağını katiyen tasavvur edemem. Bilhassa Nafıanın bu
hususta tetkikatı filân da vardır. Dere yolu derler. Bu yol yapılan bir kikte
aşağı yukarı beş, altı milyon lira istiyor. Dağlık, taşlık bir yerdir. Velhasıl
çok büyük bir masrafı istilzam ediyor. Böyle işlerin iki vilâyetin birleşmesi ile
yapılmasına imkân yoktur" şekkinde konuştu.
Şebinkarahisar
Milletvekili İsmail Sabuncu devamla
"Sonra bütün Türkiye'de, altmış üç vilâyet içerisinde bu şeraitte acaba
diğer vilâyetler yok mudur? Yekdiğerine yakın, inkişaf kabiliyeti de bunlar
kadar varidatı bunlardan daha az başka vilâyetler yok mudur? Şüphesiz vardır.
İşitiyorum ki bu hususta öteden beri Dahiliyenin alınmış kararlan var, bunları
yakında getirecek m?. Ben diyorum ki, mademki bunlar da gelecek, teşkilâtı
mülkiye esaslı bir surette tetkik edilsin, bilâhare hepsi birden çıksın. Bunun
için lâyihanın encümene iadesini rica ediyorum" dedi.
Şebinkarahisar Milletvekili İsmail
Sabuncu'nun konuşması üzerine söz alan ve 1928 yılındaki açıklamasında vilayet
sayısının azaltılmayacağını söyleyen ve 1927-1938 yılları arasında görev yapan Dahiliye
Vekili Şükrü Kaya, "İdarî teşkilât, hali tekâmülde bulunan bir uzviyetin
istihalesi gibidir. Hayatiyeti olan her uzuv gibi tahavvüle tâbidir. Eğer ileri
doğru giderse bu iyiliğe doğru bir tahavvüldür. Bizim teşkilâtı idariyemizin
esası da budur. Memleketimizin iktisadî
yollan değiştikçe teşkilâtı idariyenin tahavvül edeceği tabiidir. Bu teşkilâtı
idariyenin nasıl olacağını, teşkilâtı esasiye kanunumuz sarahatle göstermiştir
ve mütehassıslar tarafından her gün tetkik edilmekte olan bu teşkilât, vilâyet
ve kazaların tayini sureti ile her gün tatbikte yer bulmaktadır. Huzuru âlînize
takdim ettiğimiz lâyiha da bunun bir cüzüdür" dedi.
Dahiliye
Vekili Şükrü Kaya konuşmasının devamında "Vilâyet lâğvetmek hakikaten his
itibariyle zevkli bir şey değildir. Fakat memleket idaresi meselesinde histen
ve keyften ziyade akıl ve bilhassa hayatı umumiyenin menfaati hâkim olursa bunu
yapmak zarurî olur. Mesuliyet makamını üzerine alanlar, bu teessürlere iştirak
etmişlerdir. Çünkü vilâyet merkezi, hakikaten irfan, ümran ve asayiş merkezidir,
bir dereceye kadar büyük memurların bulunması bu ümniyeyi temin eder. Fakat
Cumhuriyetin vilâyet merkezi oradan ayrılırsa yine bu cihetleri temin edecek
tedabir alınacaktır.... Bu, doğrudan doğruya idarî, malî ve asayiş zaruretleri
üzerine yapılmış bir fedakârlıktır ve ümit ederim ki Meclisi Âli bütün
meselelerde olduğu gibi bu fedakârlığı kabul edecektir" şeklinde konuştu.
Şebinkarahisar Milletvekili İsmail
Sabuncu "Teşkilâtı mülkiyeyi şiddetle alâkadar eden bu lâyihanın, lâğvı
düşünülen diğer vilâyetler hakkında verilecek kararlarla tevhidi ve yapılacak
teşkilâtta eski vaziyeti arattıracak şekilde müşkülât ihdas etmeyecek tarzların
esaslı bir surette tetkiki icap eder. Bu noktai nazardan lâyihanın daha şümullü
tetkik edilmek üzere Dahiliye encümenine iadesini" isteyen bir önerge
verdi.
Şebinkarahisar
Milletvekili İsmail Sabuncu'nun önergesinin görüşülmesi sırasında da Dahiliye
Vekili Şükrü Kaya, "İsmail Bey Buyurdular ki sıfırdan başlayarak 2500
metreye kadar çıkan bir köyün sahile raptı doğru değildir. Halbuki idarî
rabıtalarda nihayetülemir ticarî rabıtalar gibidir ve ne kadar yük sekte olursa
olsun sular gibi daima sıfıra yani denize müntehi olur " diyerek önergenin
geri alınmasını istedi.
Şebinkarahisar
Milletvekili İsmail Sabuncu'nun ise bu sözlere karşı "Efendim, ticaret
yapmak için geride bulunan bir vilâyetin sahile çıkması nihayet bir dereceye kadar
kabul edilebilir. Fakat vilâyetle kaza arasındaki mesele hiç bir zaman bununla
kabili kıyas değildir. O halde Bayazıt'la Van'ı birleştirip Trabzon'a
raptederek muazzam bir vilâyet teşkil edelim. Böyle uzak bir vilâyete raptedilen
bir kazanın daima o vilâyetle irtibatının teminine imkân var mıdır?" demesine
rağmen yapılan oylamada önerge reddedildi.
Bu arada, yasa görüşmelerinde Aksaray Milletvekili Besim Atalay'ın
“…Biz vilayetleri çoğaltırken…birçok
nazariye serdettik. Faydalarını saydık döktük. O faydalar hasıl olmamış mıdır
ki bugün lağvediyoruz?” seklinde ki sorusuna Gaziantep Milletvekili Reşit Ağar'ın cevabı,
30’lu yılların birçok uygulamasında araç olarak kullanılan ‘tasarruf
politikası’nı işaret ederek “…Yalnız Aksaray değil, Aksaray’dan daha az nüfuslu
vilayetlerimiz de var. Hükümetin bunları lağvetmesi lazımdır. Amma yavaş yavaş.
Bugün altı, daha sonra beş tane. Mesele bu suretle hallolunacaktır. Bunda hem
hazinenin hem memleketin menfaati vardır” şeklinde oldu.
Görüşmeler
sonunda, 317 milletvekilinden 177 milletvekili oylamaya katıldı ve 177 kabul
oyu ile Şebinkarahisar, diğer yerlerle
birlikte ilçe yapıldı. Şebinkarahisar
Milletvekili Sadri Maksudi Arsal oylamaya katılarak kabul oyu verdi. Aralarında
Şebinkarahisar'ın diğer milletvekilleri İsmail Sabuncu ile Vasfi Raşit Seviğ'in
de bulunduğu 139 milletvekili ise oylamaya katılmadı.
Kanunun kabulünden bir
ay sonra yayımlanan "Teşkilatı Mülkiye" başlıklı bir rapora göre, 1933
yılında idari bölümler 57 il, 381 ilçe ve 880 nahiyeden oluştu.
İLÇELERİ
VİLAYET YAPMA
GEREKÇELERİ
1935
yılının Eylül ayında Mustafa Kemal Atatürk tarafından “iç idare teşkilatını yurdun doğu bölgelerinden başlayarak genişletmek ihtiyacını duymaktayız,
yeniden iki umumi müfettişlik ve yeniden bazı
vilayetlerin kurulması da lüzumlu görülmektedir” seklinde dile getirilmesi üzerine 25.12.1935
tarihinde kabul edilen 2885 sayılı yasayla Çoruh, Hakkari, Bitlis, Bingöl,
Tunceli illeri kuruldu.
Bu düzenleme ile, Dahiliye Vekaleti’ne göre
“genişleyen kamu
hizmetlerinin daha iyi görülmesi amacıyla vilayet teşkilatını biraz genişletmek gerekmekte" ise de gerçekte,
“halkının ilkel yaşamı ve iktisadi gelişmeye uygun olmayan yapısı
nedeniyle, halk ile hükümet arasında iyi bir ilişki kurulamayan, emniyet ve güvenliğin tamamen sağlanamadığı Dersim bölgesinde kuvvetli bir
makam oluşturmak” amacı güdüldü.
Yasa gerekçesine göre
ise, Hakkari, “arazinin genişliği,
Irak ve İran gibi iki devlet
arasında bulunması ve halk arasına hükümet teşkilatının daha iyi girebilmesi” nedeniyle tekrar il
yapıldı. 1929’da “devlet ve milletin yüksek çıkarlarını sağlayan idari, inzibati ve askeri
zaruretler” nedeniyle kaldırılan ve
yerine Muş
vilayeti
kurulan Bitlis’in, altı yıl sonra yeniden il yapılmasının nedeni ise bu zaman
süresince bölgede devlet iktidarının kurulamamış olması olarak belirlendi. “Halk işlerinin daha kolaylıkla
yürütülebilmesi, hükümet otoritesinin tamamıyla uygulanması ve asayişin sürekli kılınması” amacıyla
Bingöl ili kuruldu. Üç yıl önce, Rize ile birleştirilerek, merkezi Rize olmak üzere Çoruh iline bağlanan Artvin, ona bağlı olan
ilçelerin, Rize merkezine uzak kalmaları
nedeniyle irtibat sağlanamadığı ileri sürülerek “idari, inzibati
ve iktisadi” düşüncelerle yeniden il
yapıldı.
Resmi
gerekçeler her ne kadar bu şekilde belirlenmiş ise de, Nuran Keskin, bu
değişikliği yani Doğu’da il sayısının
artırılmasını, feodal şeyhlik ve ağalık kurumlarını yok etmek isteyen
ve 1934 tarihli İskan Kanunu ile başlayan çabanın sonucu olarak aşiret yapısının dağıtılmasına yönelik müdahalenin bir parçası olarak
değerlendiriyor.
Yine,
Nuran Keskin'in de ifade
ettiği üzere, Cumhuriyet rejimi yeni sınırlar üzerinde kuruluşunu yönetsel
coğrafyada topyekun bir merkez-sınır değiştirme müdahalesiyle değil, kısmi değiştirmelerle
gerçekleştirdi. Bu çerçevede Muş-Hakkari–Bitlis–Bingöl–Tunceli-Ergani, Kozan-Osmaniye,
Ordu–Giresun–Trabzon–Çoruh–Artvin-Rize, Gelibolu-Kırklareli- Tekirdağ en sık
müdahale edilen bölgeleri oluşturdu. Uygulamada, ilk yıllarda genel olarak
“asayiş sorunu” ileri sürüldü ise de, ulusal pazarın bütünleşmesi sürecinde
toprak ve ticari çıkarlar lehine çeşitli unsurların denetim altına alınmasını
sağlamaya amacı güdüldü. Nüfus büyüklüğü, coğrafi yapı, gelir kaynağı, toprak
genişliği, ulaşım koşulları, kamu hizmetine ulaşılabilirlik, iktisadi bütün
oluşturma gibi teknik–yönetsel faktörler aslında hiç belirleyici olmadı.
Daha sonraki yıllarda ise esas olarak
siyasi çıkarlar etkili oldu
1953
yılında 9 Temmuz 1953 tarih ve 6129 sayılı Yasa ile Uşak vilayet oldu. 1954 yılında 6418 sayılı Yasa ile
Adıyaman ile 6419 sayılı Yasa ile
Sakarya vilayeti kuruldu, 6429 sayılı
Yasa ile de Kırşehir ili ilçeye dönüştürüldü
ve Nevşehir ili kuruldu.
Uşak'ın, ilk, orta, erkek sanat, kız sanat
ve lise kadrolarıyla kültür teşkilatında, PTT, Tekel ve diğer devlet
müesseseleriyle halk hizmetinde, faal iktisadi hareketleriyle ticari ve sanayi
sahasında, üstün bir varlık gösteren ve bu durumu ile de, idarede işgal etmekte
olduğu kademenin teşkilat imkanları dışında yeni bir imkana kavuşmasının
zorlayışıyla vilayet yapıldığı, yasa gerekçesinde ifade edildi.
Adıyaman, yasaya göre
"ülkede her alanda gerçekleştirilen atılımlar nedeniyle bazı ilçe
merkezlerinin ekonomik ve sosyal yönlerden geliştikleri ve kendi yönetsel
sınırlan dışına çıkarak ekonomik bir sınır çizdikleri, bu açıdan bulundukları
yönetsel kademenin yapabildiği hizmetlerin üzerinde yeni hizmetler bekledikleri"
gerekçesi, ile il yapılmış ise de, asıl etkenin Malatya'da Cumhuriyet Halk
Partisinin güçlü olması, bağlısı durumundaki Adıyaman'ın ise 1954 yılındaki
seçimlerde Demokrat Parti'ye destek vermesi nedeniyle Demokrat Parti tarafından
kurulan hükümetin bu ilçeyi ödüllendirmesi olduğu biliniyor.
Sakarya
ilinin kurulmasına ilişkin yasa tasarısının gerekçesinde; Adıyaman ili için
belirtilen hususlar aynen sıralandı.
Nevşehir'e
ilişkin yasa gerekçesinde Kızılırmak Vadisi'nin ekonomik ve coğrafi bir
bütünlük gösterdiği ve Nevşehir ilçesinin de bu bütünlüğün merkezinde olduğu,
bazı ilçelerinin ayrı illere bağlı olmalarına rağmen ekonomik ilişkilerinin
Nevşehir ile olduğu, kamu hizmetlerinden vatandaşın daha kolay yararlanmalarının
mümkün bulunduğu, ekonomik ve ticari faaliyetlerinin daha da gelişmesinin
sağlanacağı gibi gerekçeler sayılmış ise de asıl gerekçenin, 2 Mayıs 1954
tarihinde yapılan genel seçimlerde Kırşehir halkının Cumhuriyetçi Millet
Partisi'ne oy vermesi olduğu, dönemin bazı milletvekillerince meclis
kürsüsünden de dile getirildi.
1957 yılında 7001 sayılı Yasa ile
ve yasa gerekçesine göre, Türkiye'nin
mülki örgütlenmesinin o bölgeye isabet eden bölümünde meydana gelen "acil
idari lüzum ve zaruretler" nedeniyle, Kırşehir yeniden vilayet yapıldı.
Bundan
sonra mülki teşkilatlanmada bir değişiklik yapılmasa da, ilçelerin vilayetlik
istekleri ve bu çerçevede Şebinkarahisar'ın tekrar vilayet haline getirilmesi
talepleri, yerel bazda ve özellikle de siyasi platformda sürekli dile
getirildi. Hemen her dönem Meclis'te yer alan Giresun Milletvekilleri birlikte
veya tek olarak Şebinkarahisar'ın vilayet yapılması için yasa teklifleri verdi.
1989 yılında, 3578 sayılı Yasa ile
Aksaray, Bayburt, Karaman ve Kırıkkale ilçeleri vilayet yapıldı. 3578 sayılı
Yasa'nın genel gerekçesinde, kamu
hizmetlerinin ülke düzeyinde verimli ve etkili bir şekilde yürütülebilmesi,
Türkiye'nin coğrafi yapısındaki özelliklerin değerlendirilmesi kadar
sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik dengelerde görülen değişikliklerin de zaman
içerisinde iyi bir şekilde izlenmesi, son yıllarda merkezi idarede gerçekleştirilen
reformlar sonucunda ulaşılan modern yönetim anlayışının taşra örgütüne de yansıtılması,
zayıf ve gelişme olanakları yetersiz olan yerleşim yerlerinin sayısal
fazlalığının ülke ekonomisi üzerinde olumsuz etkilerinin bulunmasının ve kırsal
kesimden büyük şehirlere yönelik göç olgusunun da dikkate alınmasının, ülke
genelinde yeni yönetsel çekim merkezleri oluşturulmasına işaret ettiği biçiminde değerlendirmeler yapıldı. Bu
değerlendirmelere dayalı olarak da, mülki yönetim bölümlerinin değişen koşulara
uygun hale getirilmesi açısından, bulundukları bölgede sosyo-ekonomik ve
kültürel yönlerden gelişmiş ve cazibe merkezi özelliğini kazanmış olan
sözkonusu ilçelerin vilayet haline
getirilmesi öngörüldü.
1990
yılında 3647 sayılı yasa ile Batman ve Şırnak ilçeleri vilayet yapıldı. 3647 sayılı Yasa'nın genel
gerekçesinde, Batman ve Şırnak ilçelerinin coğrafi durumu, nüfus potansiyeli ve
kamu hizmeti gerekleri açısından il yapılmalarının zorunlu olduğu belirtilmekte
ise de, asıl neden Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ndeki asayiş sorunu olarak ortaya
çıktı.
1991 yılında 3760 sayılı Yasa ile
Bartın ilçesi vilayet hali,ne getirildi. 3760 sayılı yasanın genel
gerekçesinde, Bartın ilinin coğrafi konumu, ekonomik gelişme ve nüfus
potansiyeli açılarından il yapılması gerektiği belirtilmekte ise de, asıl neden
Turgut Özal'ın Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra Anavatan Partisi'nin başına
geçen Mesut Yılmaz'ın, Bartın Belediye Başkam Davut Fırıncıoğlu'nun ölümüyle
boşalan Belediye Başkanlığı seçimlerinde kendi gücünü kanıtlamak isteğine
dayalı olarak Bartın halkına verdiği sözün yerine getirilmesi olduğu biliniyor.
1992
yılında 3806 sayılı yasa ile Ardahan ve Iğdır ilçeleri vilayet oldu. 3806
sayılı Yasa'nın genel gerekçesinde, kamu hizmetlerinin verimli ve etkili bir
şekilde yürütebilmesi, illerin ve ilçelerin coğrafi yapısına, ulaşım ve
haberleşme şartlarına, nüfus yoğunluğuna yakından bağlı olduğu, coğrafi
bütünlüğün bulunmadığı, nüfus yoğunluğuna paralel teşkilatın oluşturulmadığı,
ulaşım ve haberleşmenin günün şartlarına uygun şekilde sağlanmadığı bölgelerde,
diğer hizmetler de aksadığı, bu nedenle, mülki idare taksimatında coğrafi yapı
ve nüfus yoğunluğuna uygun değişiklikler yapılması faydalı" görüldüğü
ifade edildi.
Ardahan'ın
vilayet yapılmasının resmi nedenleri olarak, toplam nüfusu 1955 yılında 71.438
olmasına karşın 1990 nüfus sayımında 52.574' e düşmesi, sürekli dışa göç
vermesinin sebebinin ise yörenin hayvancılıktan başka önemli bir gelir
kaynağının olmaması, transit yolunun buradan geçmesi gibi hususlar da dikkate
alındığında, yörenin imkanlarının değerlendirilebilmesi, bu bölgede ekonomik,
sosyal gelişmenin sağlanabilmesi ve coğrafi zorunluluklar olarak ifade
edildi.
Iğdır'ın vilayet
yapılabilmesi için ise, sahip olduğu geniş ve düz ovası üzerinde yapılan sulama
ağının faaliyete geçmesi ile büyük gelişme kaydettiği bilindiği, Kuzey-Doğu
Anadolu'nun en verimli arazilerine sahip mikro-klima iklimi ile bu ilçenin
bölgenin sebze ve meyve deposu olduğu, çevresinin ekonomik merkezi haline de
geldiği, İline uzaklığı da göz önüne alındığından hizmetlerin daha etkin
verilebilmesi için il haline getirilmesinin uygun olacağı gerekçeleri ileri
sürüldü.
1995
yılında 550 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Karabük, Kilis ve Yalova
ilçeleri vilayet oldu.
Bu KHK'nın genel
gerekçesinde Karabük için, "Mevcut idari yapısı ile bu nüfus yoğunluğuna
götürülen hizmetlerde aksamalar olmaktadır. Belirlenen ilçelerle birlikte
bölgede daha önemli bir merkez haline gelecek olan Karabük'te hem mevcut sanayi
tesisleri ve hem de yeni yatırımlarla gelişmişlik düzeyi artacaktır"
denildi.
Kilis
için, " merkez nüfusu 82.882 ve toplam nüfusu 121.732'ye ulaşan Kilis
ilçesi bölgenin en gelişmiş ilçesi olmasına karşın yoğun olarak çevre büyük
illere özellikle de İstanbul'a göç vermektedir. Bu ilçemizin il olması halinde
yatırımların artması ve işsizliğin azalması, ayrıca kamu hizmetlerin daha etkin
sunulması mümkün olacaktır" gerekçesine dayanıldı.
Yalova
için ise, "Yalova idari yönden İstanbul'a bağlı olmasına karşın İstanbul'a
karasal bağlantısı bulunmamaktadır. Karayolu bağlantısı genellikle deniz yolu
ile sağlanmakta olup, ulaşım hem zaman almakta, hem de sık sık aksamalar
meydana gelmektedir. Bu durum vatandaşın kamu hizmetlerinden yararlanmasında
zorluklara sebep olmaktadır. Gerek Yalova'da ve gerekse kasaba ve köylerde
hızlı bir nüfus artışı görülmektedir. İlçe düzeyindeki idari teşkilatlanma bu
nüfus yoğunluğuna cevap verememektedir" ifadelerine yer verildi.
1996 yılında 4200 sayılı yasa ile
Osmaniye ilçesi vilayet haline getirildi. 4200 sayılı Yasa'nın genel
gerekçesinde; "Kamu hizmetlerinin verimli ve etkili bir şekilde
yürütülmesi, illerin ve ilçelerin coğrafi yapısı, ulaşım ve haberleşme şartlan
ve nüfus yoğunluğu ile yakından ilgilidir.Coğrafi bütünlüğün bulunmadığı, nüfus
yoğunluğuna paralel teşkilatın oluşturulmadığı ulaşım ve haberleşmenin günün
şartlarına uygun şekilde sağlanmadığı bölgelerde, diğer hizmetler de
aksamaktadır. Bu nedenle mülki idare taksimatında coğrafi yapı ve nüfus
yoğunluğuna uygun değişiklikler yapılması faydalı görülmektedir" denildi
ise de ölüm nedeniyle boşalan Belediye başkanlığı seçiminin
yaklaşması temel etken oldu. Siyasi partiler bu ilçenin seçmenlerini kendi lehlerine
yönlendirmek amacı ile hareket ettiler.
Son
olarak 1999 yılında 584 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Düzce ilçesi vilayet
haline getirildi. Düzce'nin il yapılmasının temelinde; 23 Kasım 1999
tarihindeki depremden sonra halkın burasını terk etmesinin önlenmesi, depremin
yıkıcı etkilerinin kısa sürede giderilmesi amacıyla il özel idaresi
oluşturularak mali kaynak transferinin sağlanması, il düzeyinde örgütlenme ile
kamu hizmetlerinin halka daha hızlı ve etkili bir biçimde götürüleceği, gibi hususlar
var.
Birçok
vilayetin kurulmasına ilişkin yukarıda
sıralanan yasa gerekçeleri ile gerçek nedenler, Şebinkarahisar Vilayeti'nin
lağvedilmesi gerekçesinin tamamen ortadan kalktığını ve de bugüne kadar
Şebinkarahisar'ı tekrar vilayet yapmamak için siyasetçiler tarafından ileri sürülen, özellikle de nüfusun
yetersizliği ve gelişmemişlik gibi gerekçelerin gerçekleri yansıtmadığını
ortaya koyuyor.
Yasa
gerekçelerinde tekrar edilen coğrafi ve ulaşım koşullarının vilayet kurulmasını
zorunlu kılması, kamu hizmetinin etkinliği, bölgesel-ekonomik-sosyal kalkınma
gereklilikleri, nüfus göçünün önlenmesi ve çekim merkezi oluşturma zarureti,
Şebinkarahisar'ın vilayet olabilmesi için de geçerli gerekçeler/nedenler kabul
edilmesi gerekiyor.
Örneğin,
Ardahan için ileri sürülen nüfus göçünün önlenmesi gerekçesi Şebinkarahisar
için fazlası ile geçerli. Yine Iğdır için belirlenen "iline uzaklığı da
göz önüne alındığından hizmetlerin daha etkin verilebilmesi için il haline
getirilmesinin uygun olacağı" ya da
Yalova için ileri sürülen "ulaşım hem zaman almakta, hem de sık sık
aksamalar meydana gelmektedir. Bu durum vatandaşın kamu hizmetlerinden
yararlanmasında zorluklara sebep olmaktadır" gerekçelerinin
Şebinkarahisar'a uygun olmadığı söylenebilir mi? Kilis için ileri sürülen
"yoğun olarak çevre büyük illere özellikle de İstanbul'a göç vermektedir.
Bu ilçemizin il olması halinde yatırımların artması ve işsizliğin azalması,
ayrıca kamu hizmetlerin daha etkin sunulması mümkün olacaktır" gerekçesi,
bugün aynı sorunları yaşayan Şebinkarahisar'ın il yapılması gerekçesi olarak da
rahatlıkla kullanılabilir. Aynı şekilde Nevşehir il yapılırken esas alınan
"Kızılırmak Vadisi'nin kendi içinde bütünlüğü" gerekçesi Kelkit
Vadisi için de kabul edilebilir.
YILLAR İTİBARİYLE MÜLKİ İDARE TAKSİMATI
Yılı
|
Kanun
|
İl Sayısı
|
İller
|
İlçe Sayısı
|
Bucak Sayısı
|
Köy Sayısı
|
1920
|
71
|
-
|
-
|
-
|
-
|
|
1924
|
74
|
Artvin, Kars, Ardahan İl haline getirildi.
|
-
|
-
|
-
|
|
1926
|
63
|
Üsküdar, Beyoğlu, Çatalca, Gelibolu,Ardahan, Muş, Dersim, Genç,
Siverek, Ergani ve Kozan ilçeye dönüştürüldü.
|
317
|
661
|
-
|
|
1929
|
63
|
Bitlis İli İlçe haline, Muş İlçesi il haline getirildi.
|
-
|
-
|
-
|
|
1933
|
57
|
Aksaray, Cebelibereket, Artvin, Şebinkarahisar, Hakkari İlçe oldu.
Mersin ve Silifke illeri birleştirilerek İçel İl’I kuruldu.
|
351
|
699
|
-
|
|
1935
|
62
|
Artvin, Hakkari, Bitlis, Bingöl, Tunceli İl haline getirildi.
|
356
|
809
|
34067
|
|
1939
|
63
|
Hatay İl oldu.
|
364
|
817
|
-
|
|
1953
|
63
|
Uşak İl oldu. Kırşehir İlçeye dönüştürüldü.
|
460
|
940
|
-
|
|
1954
|
66
|
Adıyaman, Sakarya, Nevşehir İlleri kuruldu.
|
460
|
940
|
-
|
|
1957
|
67
|
Kırşehir tekrar il oldu.
|
570
|
930
|
-
|
|
1989
|
3578
|
71
|
Aksaray, Bayburt, Karaman, Kırıkkale il oldu.
|
696
|
793
|
34996
|
1990
|
1990/3647
|
73
|
Batman ve Şırnak il oldu.
|
829
|
699
|
35143
|
1991
|
3760
|
74
|
Bartın il oldu.
|
828
|
699
|
35159
|
1992
|
3806
|
76
|
Ardahan, Iğdır il oldu.
|
839
|
697
|
35129
|
1995
|
KHK.550
|
79
|
Yalova, Kilis, Karabük il oldu.
|
847
|
690
|
35325
|
1996
|
4200
|
80
|
Osmaniye il oldu.
|
849
|
689
|
35426
|
1999
|
KHK.584
|
81
|
Düzce il oldu
|
850
|
688
|
35145
|
2013
|
21.08.2013
|
81
|
919
|
634
|
34.332
|
kaynak: http://www.illeridaresi.gov.tr/Iller/Illericerik.aspx?icerik=248
DEVLETİN
VİLAYETLİK BORCU
Konuya
bir de başka bir boyuttan bakalım. Bize göre, Devletin, Şebinkarahisar'ı tekrar
vilayet yapmak gibi bir borcu var. Devletin böyle bir borcu mu olur? Pratikte
böyle bir borçtan bahsedilmeyebilir, ama aşağıda ifade edilen nedenlerle böyle
bir hükme varmak mümkün.
Öncelikle
şunu belirtmek gerekir ki, vilayetliğin lağvı için esas alınan "inkişaf
kabiliyeti bulunmuyor" gerekçesini yaratan Devletin kendisi aslında. 1915
Ermeni olaylarında çıkan yangında Karahisar-ı Şarki Mebusu Ali Sururi Tönük'ün
beyanı ile "ilçe merkezinin 4/5'ini kaybetmesine" ve nüfusu 178
binden 108 bine düşmesine rağmen, ülkedeki birçok il merkezinden daha fazla
şehir nüfusuna sahip Şebinkarahisar'ın "inkişafı", vilayetliği
lağvedilerek bizatihi Devlet tarafından engellendi.
Örneğin,
bağlandığı Giresun ile arasındaki karayolunu yıllarca yapmayan Devlet
tarafından Şebinkarahisar'ın "inkişafı" engellendi. 1933 yılında
vilayetliğin iadesi için kendisini ziyaret eden Şebinkarahisar heyetinin,
“Giresun ile aramızda yol yoktur. Yazın birkaç ayında işleyen kervancılık
döneminde kalan bir yoldur, perişan oluyoruz” şeklindeki yakınmalarına karşı,
İsmet İnönü, “ben o dağları deldireceğim, size mükemmel yol açtıracağım”
cevabını verdi ama 1957 yılında başlayan yol inşaatı, birkaç kez durduruldu ve
yol ancak 1987 yılında bitirildi. Bugün dahi, her yere tünel ve bölünmüş yol yapan Devlet,
Eğribel'e tünel yapmamak için sürekli ipe un sererek,
Giresun-Şebinkarahisar Yolu'nu bölünmüş yol yapmayıp sadece genişletme ile
yetinerek, Şebinkarahisar'ın "inkişafını" engelliyor.
İsmet
İnönü'nün, 1935 yılında hazırladığı ve Atatürk’e sunduğu “Kürt Raporu” adı
verilen raporunda, “Bayburt, Kelkit, Şiran, Alucra, Şebinkarahisar, Koyulhisar,
Reşadiye, Niksar, Erbaa noktalarından geçen uzunluğuna ve Karadeniz’den gelen
bütün irtibat yolların değen bir güzergahın tayini” önerisi de bugüne kadar
hayata geçirilmedi. 1974'de Ecevit Hükümeti tarafından TETEK Projesi adı
altında ve İsmet İnönü'nün önerisine göre hazırlanan projenin güzergahı daha
sonra Demirel Hükümeti tarafından değiştirilerek
her nedense Şebinkarahisar proje dışında bırakıldı ve de "inkişafı"
engellendi. Aynı şekilde İnönü Hükümeti tarafından hazırlanan ve
Şebinkarahisar'dan geçen, bugün yaşlılar tarafından hala hatırlanan, demiryolu projesi de Menderes Hükümeti tarafından
iptal edilmişti.
Bunun gibi bir çok neden
sayılabilir. Yine son yıllarda Şebinkarahisar için oldukça önemli gelir kaynağı
olan tütünün ekimi yasaklanarak da Şebinkarahisar'ın "inkişafını" nerde
ise tamamen durduruldu. Diğer yerleşim yerlerinde alternatif ürün veya
destekleme ödemeleri ile tütün ekimi
yasaklanırken, Şebinkarahisar'a böyle bir öneri de yapılmadı. Tütün ekiminin
yasaklanmasından sonra artan nüfus göçünü durdurmak için ise hiçbir çaba
harcanmadı. Hatta birçok idari birim ve işletme kapatılarak nüfus göçü adeta
teşvik edildi.
Sadece
bunlar mı? Örneğin 1973 yılında 3. Beş Yıllık Kalkınma Planında
Şebinkarahisar'a yapılması öngörülen Peynir-Tereyağı (Süt) Fabrikasını zamanın Başbakan Yardımcısı Giresun'lu Nizamettin Erkmen'in girişimleri ile ve başka
birçok yatırımı yıllarca Giresun'a kaydıran Devlet, Şebinkarahisar'ın
"inkişafını" engelledi. Devlet, esasında Şebinkarahisar'ı başka bir
yere değil de Giresun'a bağlayarak
"inkişafını engelleme" iradesini baştan ortaya koydu.
Kısacası
devlet köstek olmasa, aslında
Şebinkarahisar, gerek tarihi ve gerekse de ekonomik-toplumsal yapısı ile
"inkişaf" etme kabiliyetine sahip bir yer.
Devletin
borcu vardır dememizin diğer ve en önemli bir sebebi de, 1915 Ermeni
olaylarında Şebinkarahisar'ın yanması veya yakılması.
Şebinkarahisar'ın kim tarafından yakıldığı aslında tartışmalı. Resmi tezlerde Ermeniler tarafından yakıldığı ileri sürülüyor.
Şebinkarahisar'ın kim tarafından yakıldığı aslında tartışmalı. Resmi tezlerde Ermeniler tarafından yakıldığı ileri sürülüyor.
Her
ne kadar anılar kesin bir tarih kaynağı değil ise de, Habip Rıza Efendi,
ailesine bıraktığı ve güvenilirliği ve doğruluğu konusunda kuşku duyulmayacak aile
tarihçesinde "şehirdeki hanelerden attıkları silahların önünü almak ve
vakayı bastırmak emeli ile memleketi yangınla mahvettiler...vali bu nada kani
olamıyarak vakyı bastırmak için tedbiri sekın olarak memleketi yangınla
mahvetmeyi düşünmüş ve doğrusu devren Karahisar’a geldiğin de ayan ve vücuh ve
muğteberan ı memleket tarafından istikbal edilmiş ve hakkında mafekulkur
ihtiram görmemesinden muğber ve münfeil olduğu sonradan anlaşılan meşrutin
valisi ... Muammer bey kin ve garazına ikaa bundan ziyade müsait münasip fırsat
bulamıyacağını tahmin etmiş olmakla vakkanın üçüncü Perşembe günü telefonla
şehrin ihrakı emrini vermiş. artık böyle bir emri çoksarayan ve serreşte eden
akıbetin vehametini derk ve izandan mahrum ve idraksız jandarmalar ve onlara
hempa çapulcu erazil ve serseriler menzilci oğlu Asım efendinin karşısındaki
arsada mebni Nazarit’in hanesinden başladılar.Buna da kanaat etmeyerek şehrin
orta göbeği çarşıya ve İslam hanelerine yakın ve mülahik ve Karacaoğlu Halil
ağanın yaptırdığı hanenin yerinde mebni Erzincan’lı oğlu Hamparsum’un hanesini
ve bitişik haneleri tutuşturdular
Çünki Erzincan’lı oğlu
birinci olarak zengin ve yağmaya daha münasip olduğu için üç beş kuruş menfaata
tamah eden alçaklar işte görüldüğü veçhile şehri ateş içinde bıraktılar"
şeklinde aile bireylerine anılarını anlatırken, yangının sebebi hakkında bizlere
de bilgi veriyor.
Atatürk
Evi'nin sahiplerinden Belkıs Çağatay ise Yeni Şebinkarahisar Gazetesi'nde 13
Ekim 1981 günü yayınlanan mektubunun bir kısmında şöyle diyor. "Ermeni
vakasında Mutasarrıf, alt kat
duvarlarının çok enli ve mahfuz oluşu ve aynı zamanda çok geniş bir bahçede
bulunuşu yüzünden 36 gün bizim evde çalışmış. ... Bahçenin genişliği yüzünden
Sivas Valisi Muammer Beyin emri ile
yakılan şehrin büyük yangınından kurtulmuş.
Ermeni ve Rum evlerinin Türk evleri ile karışık bulunuşu ve şehrin Ermeni
saldırısından kurtarılması için Valinin verdiği emirle gazyağı dökülerek şehrin
büyük bir kısmı yakılmıştır"
Genel
Kurmay tarafından yayınlanan bazı belgeler de bu beyanları doğruluyor. Genel
Kurmay'ın yayınladığı Askeri Tarih
Belgeleri Dergisi'nde yer alan 15.06.1915 tarihli Sivas'ta 10. Kolordu Komutanı
Vekili Pertev Bey tarafından çekilen telgraf metninde "kalenin altında
bulunan Ermeni evleri bütünüyle güvenlik kuvvetleri tarafından yakılmakta
olduğunun şimdi vali tarafından sözlü olarak bildirilmiştir" ibareleri yer
alıyor. Ayrıca yine Sivas Valisi Muammer Bey'den gelen 19.06.1915 tarihli başka bir belgede ise, Ermeni Mahallelerinin
yakılmasının kalenin açığa çıkmasını sağladığı ifade ediliyor ki, bu da
Şebinkarahisar'ın özellikle yakıldığını ortaya koyuyor.
1833 sayılı belge (Kaynak: Askeri Tarih
Belgeleri Dergisi, sayı 81, Genel Kurmay Askeri Tarih
ve
Strateji Etüt Bşk. Yayını, Ankara 1982)
1913 yılı Mart ayında Sivas Valiliğine atanan ve üç sene bu
görevde kalan, çok iyi Ermenice de bilen, valiliği döneminde imar ve eğitim
alanında oldukça çalışkan olduğu ifade edilen Sivas Valisi Ahmet Muammer Bey,
işgal ile birlikte bir süre Bekirağa bölüğünde tutuldu ve “asayişi bozmak,
Ermeni kırımı, Ermeni sürgünü, Ermenilere zorbalık” suçlaması ile İngilizler
tarafından Malta’ya götürüldü. 1923 yılında da Sivas Milletvekili seçildi ve
bir dönem mebusluk yaptı.
Kim
tarafından yakılmış veya neden yanmış olursa olsun, Devletin böyle bir olayı
öngörmesi ve gereken önlemi alması gerekirdi ki bu devletin vatandaşına olan
borcudur. Eğer Sivas Valisi Ahmet Muammer Bey'in emri ile yakılmış ise
Devletin Şebinkarahisar'a olan
vilayetlik borcunun katlanarak artmış olduğunun kabulü gerekir. Gerçi, Van da
aynı tarihlerde yandı veya yakıldı ama Van'ın vilayetliği lağvedilmedi, aksine
kalkınması için çaba harcandı. Aynı durum örneğin İzmir, Afyon için de geçerli.
Buralar için "gelirinin giderini karşılamadığı" gerekçesi hiçbir
zaman ileri sürülmedi.
Bu yangının Şebinkarahisar'ın vilayetliğine neden olduğuna inandığımız için bu kadar iddialı laf ediyoruz. Daha önce de yazdığımız gibi, Cumhuriyet Dönemine girildiğinde Şebinkarahisar yangınlardan bitap düşmüş halde idi. Öyle ki, Vilayet olarak savaş ve yangın nedeniyle Şarkikarahisar yardıma muhtaç bir vilayetti. Kendi halkı yardıma gereksinim duyacak kadar yoksullaşmış olduğundan, mübadiller için yardım toplamak için öneride dahi bulunulamıyordu. Bütün ülkede mübadiller için yardım kampanyaları açılırken, Şarkikarahisar Sıhhıye ve Muavenet-i İçtimaiye Müdürü, 18.Haziran 1924 tarihinde, Türkiye Hilal-i Ahmer Cemiyeti Merkez-i Umumiyesine gönderdiği raporda, “Bu meyanda zavallı biçare muhacirlerimiz de elem ve ızdırap içinde çırpınmaktadır. Bu durum karşısında vicdan azabı duymamak elde değildir” demek zorunda kalmıştı.
Bu yangının Şebinkarahisar'ın vilayetliğine neden olduğuna inandığımız için bu kadar iddialı laf ediyoruz. Daha önce de yazdığımız gibi, Cumhuriyet Dönemine girildiğinde Şebinkarahisar yangınlardan bitap düşmüş halde idi. Öyle ki, Vilayet olarak savaş ve yangın nedeniyle Şarkikarahisar yardıma muhtaç bir vilayetti. Kendi halkı yardıma gereksinim duyacak kadar yoksullaşmış olduğundan, mübadiller için yardım toplamak için öneride dahi bulunulamıyordu. Bütün ülkede mübadiller için yardım kampanyaları açılırken, Şarkikarahisar Sıhhıye ve Muavenet-i İçtimaiye Müdürü, 18.Haziran 1924 tarihinde, Türkiye Hilal-i Ahmer Cemiyeti Merkez-i Umumiyesine gönderdiği raporda, “Bu meyanda zavallı biçare muhacirlerimiz de elem ve ızdırap içinde çırpınmaktadır. Bu durum karşısında vicdan azabı duymamak elde değildir” demek zorunda kalmıştı.
Şebinkarahisar’ın
vilayetliğinin alınmasında gerekçe olarak kabul edilen “gelirinin giderini
karşılamaması” da yangınların sonucu olarak ortaya çıktı. Türkiye Cumhuriyeti,
Şebinkarahisar’a, yangınların verdiği zarardan daha fazlasını, vilayetliğini
lağvederek verdi.
Devlet ile milletin barıştırılmasından ve Osmanlı'nın meziyetlerinden
bahsedildiği günümüzde, Devletin Şebinkarahisar'a vilayetlik borcu bulunduğunun
kabulünün zorunlu ve bu borcun yerine getirilmesini talep etmenin de
Şebinkarahisar'ın hakkı olduğunu düşünüyoruz.
SONUÇ
Kısaca
belirtmek gerekirse, vilayetlik tartışmaları içerisinde "kabak
Şebinkarahisar'ın başına patladı" denilebilir. 2197 sayılı Kanun ile vilayetlikleri
lağvedilen İçel, Artvin, Aksaray, Hakkari ve Cebelibereket (Osmaniye) tekrar
çeşitli gerekçelerle il yapıldı. Bu yasa ile vilayetliği lağvedilip de iade
edilmeyen tek yer Şebinkarahisar.
Siyasetçiler
tarafından vilayetlik talebine karşı ileri sürülen, başta nüfus azlığı olmak
üzere olumsuz gerekçelerin hiçbirisinin
Şebinkarahisar için geçerli olmadığı açıktır. Bazı ilçelerin il yapılmasında dayanılan,
göçün önlenmesi, hizmetin verimliliği ve hızlandırılması, bir vadi kapsamında
ilçelerin bir bütünlük oluşturması, coğrafi koşullar, il merkezine uzaklık,
ekonomik kalkınmanın sağlanması gerekçeleri Şebinkarahisar için de fazlası ile
geçerli.
Bu
gerekçelere ek olarak ayrıca, vilayetlik Şebinkarahisar için bir hak ve
Devlet'ten olan alacağıdır. Her ne kadar DPT'nin Belediye'ye yazdığı yazıda, "Şebinkarahisar ilçe sınırlarından daha küçük bir kullanım
alanını doğrudan etkilemekte olup, diğer ilçe merkezleri ve ilçe sınırları
bütününde sosyal ve ekonomik açıdan etkili olamamaktadır" denilmekte ise
de bunu yaratan, diğer deyim ile "inkişafını" engelleyen de Devlet'in
kendisidir.
KAYNAKÇA
1- http://baydin2.blogspot.com/2013/02/yerel-tarih_1101.html
(Dukkamma)
2- Pontus, Özhan Öztürk, Ankara 2011
3- http://baydin2.blogspot.com/2013/02/yerel-tarih_23.html (Bayramköy ve Nicopolis)
4- Bizans
Devleti Tarihi,Georg Ostrogorsky, TTK yay. Ankara 2011
5-
http://en.wikipedia.org/wiki/Koloneia_(theme)
6- http://tr.wikipedia.org/wiki/Thema
7- http://baydin2.blogspot.com/2013/02/yerel-tarih.html (Şebinkarahisar Beyliği)
8- Anadolu’nun
Tarihi Coğrafyasına Giriş, Prof. Dr. Tuncer Baykara, Ankara 1988
9- http://baydin2.blogspot.com/2013/02/yerel-tarih_5524.html
(Şebinkarahisar'ın Vilayetleri)
10- Osmanlı
Döneminde Anadolu Şehirlerinin Gelişmesinde Devletin Rolü: Karahisar Örneği,
Fatma
Acun, Belleten,
Nisan 2001
11- http://baydin2.blogspot.com/2013/02/yerel-tarih_3758.html
(Bağlı Yerleşimler)
12-
Kaymakamlık Mesleği Açısından Mülki
İdarenin Kısa Tarihi, Adnan Çimen, Türk
İdare
Dergisi
2007,
13- http://tarihvemedeniyet.org/2009/09/osmanli-turkiyesinde-eyaletten-vilayete-gecis/
14-
Osmanlı Devleti’nin Son Yüzyılında Taşra Yönetimine İlişkin Anayasal-
Yasal Gelişmeler ve
Cumhuriyete Yansımaları, Bekir Parlak, Akademik Araştırmalar
Dergisi, Kasım 2001
15- 1864 ve
1871 Vilâyet Nizamnamelerine Göre Osmanlı Taşra İdaresinde Yeniden Yapılanma
Mustafa Gençoğlu, Çankırı Karatekin Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi
16- Tanzimat’tan
Meşrutiyet’e Türkiye’de Kaza Yönetimi (1842-1876), Sadık Fatih Torun,
Yüksek Lisans Tezi, Ankara,
17- Tanzimat’tan
Cumhuriyete Osmanlı’da Mülki İdare, Nazım Kartal, Akademik Yaklaşımlar Dergisi
cilt:4 sayı:1
18- Devletin
Toprak Üzerinde Örgütlenmesi: Türkiye'de İllerin Yönetimi, Nuray Keskin,
Doktora Tezi, Ankara 2007
19- Tahir
Sezen, Osmanlı Yer Adları, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayını, Ankara 2006
20- http://muratdursuntosun.wordpress.com/2012/12/22/1915de-liva-merkezinin-sebinkarahisardan-
alinarak-susehrine-verilmek-istenmis/
21- Türkiye'de
Livaların Vilayete Dönüştürülmesi, Murat Küçükuğurlu, Hacettepe Üniv.
Cumhuriyet
Tarihi Araştırmaları Dergisi, 2009, sayı
10
22-
Mesudiye, Mithat Baş, İstanbul 1982
23- http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d01/c006/tbmm01006106.pdf
24- http://www.tbmm.gov.tr/TBMM_Album/Cilt1/index.html
25- http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d02/c025/tbmm02025109.pdf
26- Osmanlı
Nüfusu 1830-1914, Kemal H. Karpat, Timaş yay. İstanbul 2010
27- Genel
Nüfus Sayımı, 20 İlkteşrin 1935, Başbakanlık İstatistik Genel Direktörlüğü
Yayını, İstanbul
28- http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d04/c015/tbmm04015054.pdf
29- Atatürk'ün
Bakanı Şükrü Kaya, Mustafa Solak, Kaynak Yay.2013
30- Tarihi Gelişimi
İçerisinde Türk Anayasalarında Genel Yönetimin Taşra Örgütüne İlişkin
Düzenlemeler ve Yönetim Desenindeki Değişmeler, Recep Sanal,
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/45/798/10203.pdf
31- http://baydin2.blogspot.com/2013/02/yerel-tarih_25.html
(Giresun Yolu)
32- Habip
Rıza Efendi Aile Tarihçesi,Yeni Yazıya Çeviren Tevfik Ertürk.
33- http://baydin2.blogspot.com/2013/02/yerel-tarih_7013.html
(Atatürk Evi)
34- Askeri
Tarih Belgeleri Dergisi, sayı 81, belge
no 1833 ve 1834, Genel Kurmay Askeri Tarih
ve
Strateji Etüt Bşk. Yayını, Ankara 1982
35- Modern
Kayseri'nin Mimarlarından Vali Muammer Bey, Neslihan Altuncuoğlu, Yüksek Lisans
Tezi,
Kayseri 2007
36- http://tr.wikipedia.org/wiki/Malta_s%C3%BCrg%C3%BCnleri
37- http://www.baydin2.blogspot.com/2013/03/yangnlar.html
38- DPT'nin Şebinkarahisar Belediyesi'ne yazdığı, 04.04.1988 tarih 1780 sayılı yazısı
39- www.cumhriyetarsivi.com
40- www.devletarsivleri.gov.tr
Bülent ilgi ve hayranlıkla okudum ellerine sağlık.Yazı diline ve kaynakçalarına hak teslimine çok güzel olmuş umarım ve dilerim ki bir kaç ilgili okumak zahmet ve gereğini görür de okur.Anlamasalar da akıllarda bir soru işareti oluşturmak amacına ulaşmasına adımdır..
YanıtlaSil