1 Mart 2025 Cumartesi

 

Yabancı Seyahatnamelerde Şebinkarahisar VIII 

     İNGİLTERE KÜRDİSTAN KONSOLOSU, ARKEOLOG, JOHN GEORGE TAYLOR’IN

                                                 GÖZÜNDEN  ŞEBİNKARAHİSAR

    Giriş 

Bu çalışmada, İngiltere’nin Kürdistan Konsolosu sıfatını kullanan John George Taylor (J.G.Taylor)’ın anlatımlarına yer verilerek Şebinkarahisar’ın 1866 yılındaki  durumu irdelenmiştir.           

7 Ağustos 1851 yılında Basra’da “Doğu Hindistan Şirketi”nde temsilci olan John George Taylor, Mart 1852’de Basra Fahri Konsolosu olarak atanmıştır. Daha sonrada Kara Taşıma Birliklerinde birinci sınıf komisyon üyesi, temsilci ve müdür yardımcısı olarak görev yapmış ve 22 Temmuz 1859’da Tahran’a Konsolos Vekili olarak atanmıştır. 18 Haziran 1860’da Diyarbakır’a İngiltere Konsolosu olarak atanan J.G.Taylor, (Foreign Office, 1865; Görür, 2018) bu görevini ikamet ettiği Erzurum’dan yürütmüştür (Görür, 2018).           

J. E. Taylor ve J. G. Taylor olarak da bilinen John George Taylor aynı zamanda Orta Doğu'nun antik eserleri konusunda uzmanlaşmış önemli bir erken dönem arkeoloğudur. Basra Körfezi bölgesindeki önemli mezar höyüklerini araştıran ilk arkeologlardan biridir ve bazı çok önemli keşiflerde bulunmuştur. (URL 1) Ur'da 1854’te, Abu Shahrain ve Tell al-Lahm'da 1855 yılında kazılar yapmış, 1861 yılında Diyarbakır yakınlarındaki Aşurnasirpal II ve Salmanaser III'ün stellerini kurtarmıştır (URL 1). 

Konsolosluk bölgesinde yoğun bir şekilde seyahat eden ve gezi notlarını yayınlayan Taylor, 1866'da Dersim bölgesine giren ilk yabancılardan birisi olarak hazırladığı “1866'da Dersim Dağı'ndaki Araştırmaların Notlarıyla Ermenistan, Kürdistan ve Yukarı Mezopotamya'da Yapılan Bir Gezinin Günlüğü” başlıklı yazısı bu bölgenin tarihi, coğrafyası ve antropolojisini yansıtan en eski kaynaklarından biri olarak hala önemini korumaktadır (URL 2). Bu gezinin temel amacı, Osmanlı coğrafyası ile ilgili bilgi toplamak olup, günlük gezi kapsamındaki yerler ile ilgili, bugün dahi önemli görülen ayrıntılı bilgiler sunmaktadır (Helvacıoğlu, 2020). Yazı veya günlük, 1868 yılında Londra’da The Journal of the Royal Geographical Society of London isimli dergide yayınlanmıştır. Yazıya bir güzergah haritası ile yolların durumunu gösterir bir çizelge de eklenmiştir. 

4 Ağustos 1866 günü, yanında Diyarbakır’a kadar kendisine eşlik edecek olan, Fransız Konsolos Yardımcısı A. De Courtois ile birlikte Erzurum’dan yola çıkan J.G.Taylor, (Taylor, 1868), Kelkit, Şiran, Alucra güzergahından 15 Ağustos’ta Karahisar’a gelmiş, 17 Ağustos’ta Kale’yi gezmiş, 22 Ağustos’ta Karahisar’dan ayrılmış, 23 Ağustos günü bulunduğu Suşehri’ne ait Çiftlik köyünden geri dönerek Duman Kayası’na çıkmıştır. 

Seyahat Güzergâhı 

J.G.Taylor’ın güzergahı, Alucra “Funduklee (Fındıklı) Bel”, “Chalghan” (Çalgan) köyü, Karabörk köyünden, “Aloojerra” (Alucra) mevkiinde bulunan, sırtını “Beksamat (Peksimet) Bel”e  dayamış Çıralı Han ile Hanza (Topçam) Köyü arasından, “Zeel” (Aktepe) köyünden “Alashur Ova”sına, “Alashur Su” ismi verilen derenin üzerinden ve “Turbechi” (Turpçu) ile “Alashur” (Alişar) arasından, “Karahissar” deresi üzerindeki köprüden “Kiupri Bashi” (Avutmuş/Köprübaşı) ve Karahisar şeklindedir. Karahisar’dan Suşehri’ne gidiş güzergahı da, Dikmen Tepe’nin ve Duman Kayası’nın güneyinden, Bayramköy üzerinden Ozanlı köyü ve Karahisar Deresi’ni ve Kelkit Çayını (haritada Kalkyt Degirman veya Suddak River olarak belirtilmiştir) geçerek Suşehri’nin Çiftlik ve Güzel Köyü olarak belirlenmektedir. 

Yazı ekindeki güzergâh haritasındaki işaretlemelerde göre, günümüzde Alucra Moran Deresi adı verilen dere “Koat Su” olarak, Alucra’nın içinden geçen dere de “Çhagwen Su” olarak isimlendirilmiştir. Günümüzdeki Avutmuş Çayı, yazıda Karasu veya Karahisar Nehri ve aynı zamanda Kot/Kut Suyu olarak anılmaktadır. 

Seyyahların anlatımları, arazideki gözlemler ve eski ve yeni haritalardan elde edilen verilere göre, Alucra’nın Aktepe Köyünde ikiye ayrılan Erzurum Yolu’nun Güneygören Köyü yakınlarındaki Karahasan Gediğine ulaşan sağ kolu Karahasan Gediğinden sonra ikiye ayrılmakta, sol kol Alişar Köyünün Feylere ve Killik Mahallelerinden geçerek Sipahi Köyüne ve oradan da Yıltarıç Köyüne ulaşmaktadır. Diğer, sağ kol ise Güneygören Köyünün ve Turpçu Köyünün güneyinden, günümüzde Batmı adı verilen mevkiden geçerek Çiftlik Mahallesine ve devamında Avutmuş Mahallesine ulaşmaktadır. Erzurum Yolu’nun Aktepe’den itibaren sol kolu ise orman içinden geçerek Alişar Köyünün Feylere Mahallesine ulaşmakta ve burada diğer kolun sol kolu ile birleşmektedir. 

Güzergah haritasından, J.G.Taylor’un, Erzurum Yolu’nun Turpçu ve Alişar Köyü Kapaklı Mahallesi arasından geçen kolunu kullandığı ve Çiftlik Mahallesi yakınında bulunmakta iken günümüzde yerine HES Regülatörü yapılarak yok edilen, Mengücek Beyliği zamanından kalma bir vakfiye kaydından (VD, 582/1: 105/72, Fatsa 2010) belirlendiği üzere miladi 1316 tarihinden önce yapılan, Köse Köprüsü’nden geçtiği anlaşılmaktadır. Aynı şekilde, söz konusu haritada, Ozanlı (Ozanlee) yakınında ve Kelkit Çayı üzerinde bir köprü işaretlenmiştir. Bu köprünün, günümüzde Kılıçkaya Baraj Gölü içinde kalan ve göl içinde kalana dek eski ayakları Cumhuriyet döneminde yapılan yeni köprünün yanında varlığını koruyan, Yusuf Bey Köprüsü olması kuvvetle muhtemeldir. Haritadaki bu köprü işareti, Yusuf Bey Köprüsünün 1866’dan önce yapılmış olduğu anlamına gelmektedir. 

Güzergah Haritası



                  (KAYNAK :Taylor, J.G. (1868), (URL: http://www.jstor.com/stable/1798576)

Alucra 

İlgili yazı ve haritada, bugünkü Alucra’nın bulunduğu yerde bir yerleşim yerinden bahsedilmemesi, Alucra isminin bir mevki veya bölge adı olarak zikredilmesi dikkat çekmektedir. Yazıda “Cherali Khan” (Çıralı Han) ismi ile bir handan bahsedilmekte olup, haritada yaklaşık olarak bugünkü Alucra’nın bulunduğu yerde gösterilmiştir.           

Hicri 1306 (M. 1888) Sivas Vilayet Salnamesinde Alucra Kazası, “…Livanın cihet-i şarkîsinde vâki' olup merkez livâya yedi saattir. Bu kazâda Karaçayır denilen mahâle bin iki yüz seksen dokuz târihinde bir Hükûmet Konağı yapılıp merkez ittihâz olunmuş ve ittisâlına iki hân, iki kahve, iki bab ekmekçi firını yapılmıştır. Me'mûrîn ve A'zâ gündüzleri iş bu Hükûmet Konağı'nda icrâ-yı vezâif-i Me'mûriyet edip akşamları sâkin oldukları karyelere giderler” (Selvitop, 2004) şeklinde anlatılmış olup, Hicri 1288 (M.1871) tarihli salnamede de kaza olarak ifade edilen Alucra’nın bugünkü yerleşiminin, 1873 yılında ilk olarak Hükümet Konağı yapılmak suretiyle kurulduğu ve kaza merkezi haline getirildiği anlaşılmaktadır. J.G.Taylor’un anlatımları ve güzergah haritası ile Hicri 1306 (M. 1888) Tarihli Sivas Vilayet Salnamesindeki bu tespit birlikte değerlendirildiğinde, günümüzdeki Alucra’nın 1873 yılında “Çıralı Han”ın bulunduğu  yerde veya yakınında kurulmuş olduğu düşünülmektedir.      

 Alucra’dan Karahisar’a

 15 Ağustos 1866’da Alucra’dan, beraberindekiler ile yola çıkan J.G.Taylor,  Alucra - Karahisar arasındaki yolu ve yolculuğu, oldukça ayrıntılı olarak şu şekilde anlatmaktadır.

 

            Epeyce inişli çıkışlı bir arazi üzerinde yol aldık, ilk kısmı alışılmadık şekilde dikti fakat sonrasında ağaçlı ve dağlık bir bölgeye doğru indik; bu bölge Alucra (Aloojerra) Dağları'nın uzun ve alçak çıkıntılarından biriyle Alişar (Alashar) Ovasından ayrılıyordu. Bu çıkıntı çok batıya gidince bile görülebilecek koni şeklinde Arpacık (Arpajuk) Dağı adlı yüksek bir dağda son buluyordu. Burayı geçerken Ova'da ilerledik, fakat yol çok güneyde uzanıyordu. Kot'tan gelen ve hâlihazırda Cagven (Chagwen) ve Zil (Zeel) dereleriyle genişlemiş olan Kara Hisar Nehri kuzeyde akmaktadır; Alişar Nehri'ne burada katılır. Biz burayı verimli bir vadiyi aştıktan sonra sağa doğru giderek geçtik. Tek kemerli yüksek bir köprü viran hanların yakınındaki diğer köprüyü de içine almakta ve burada kısa bir kavis yapıp kayaların içindeki yüksek ve dar kanyonun içinden akmaktaydı. Rotasını Kara Hisar Nehri'ne çevirmiş akarken Rum köyü Turpçu’yu (Turbchee) geçer ve böylece ovanın batı yakasını doğusundan ayırır. Bu ova yahut geniş vadi oldukça bereketlidir ve yoğun bir insan nüfusu barındırır. Batı uçta, Kara Hisar'a Şebin (Shebban) adını veren ünlü şap madenleriyle dolu dağ koluna dokunur; tam orada madenlerden çıkan ve sağ tarafta Kara Hisar'a dökülen bir akarsu vardır. Harabe köprüden sonra yol bizi bir saat boyunca kayalık ve çorak bir yerden götürdü. Bu yolun sonundaki tepeye vardığımızda engebeli yüksek bir yaylanın ve güleç bahçelerin ayaklarımızın dibinde şahane bir manzarayla serildiğini gördük. Bu muhteşem, benzersiz bir manzaraydı. Düzlüğün yemyeşil topraklarından fırlayan siyah kayalar en harika şekillere dönüşmüş, sivri uçlu ve iğne kadar keskin koniler şeklinde kümeler halinde ve tek tek dağılmışlardı; arkalarında da daha koyu renkli bazalt sütun yığınları vardı.

           

Mütesellim Batran Dağı bize yakındı; bu dağın ismi böyleydi zira Mütesellim ve yanındakiler dağdan geçerken toprak kayması sonucu ölmüşlerdi. Yeraltından gelen kaynakları süzüp durduğundan, dağın toprakla birleştiği yer hâlâ tehlikeli bir bataklıktır. Aynı nedenlerden ötürü tepenin kasabaya yakın kısmının altında toprak yavaş yavaş oyuluyor; sızan su her sene yer değiştiriyor. Çok dik bir yerden uzun sürede indik; sola doğru akan ve yoldan uzaklaşan Kara Hisar Nehri'nin kızıl çamurlu sular üzerindeki köprüye varmak tam bir saatimizi aldı. İnişli çıkışlı bir yolda harcadığımız on beş dakikanın sonunda Kara Hisar'ın Köprübaşı (Kinpri Bash – haritada Kiupri Bashi) adlı küçük mahallesine geldik. Bu yöre muazzam genişlikte meyveliklerin ortasındaydı. Kaymakam arkadaşım Muhiddin Paşa (Mohi ed' Deen Pasha) tarafından gönderilen bir istikbal (karşılamak - URL 3, yazıda “Istikbal”) bizi karşıladı ve toz, tepişen atlar ve tarif edilemez gürültülerin ortasında, dimdik bir yokuş tırmandık. 45 dakika sonra eski ve büyük bir kalenin çevrelediği kayalık zeminin etrafına inşa edilmiş yüksek bir bayırın tepesindeydik.” (Helvacıoğlu 2020, Taylor 1868)

 

J.G. Taylor, Alişar Ovası’na çıktıktan sonra sağa doğru gittiklerini söylediğine göre, Turpçu Köyü güneyinden geçen sağ kolu kullandığı ve Çiftlik Mahallesine indiği anlaşılmaktadır. Yazıda bahsi geçen bu güzergâh üzerindeki köprünün ve viran hanların, Alişar ile Güneygören Köyü arasında bulunan ve Bulancak Mevkisi adı verilen yere yakın, Erzurum Yolu ile Alişar Deresi’nin kesiştiği noktada bulunması kuvvetle muhtemeldir. Yazıda bahsi geçen “batıya gidince bile görülebilecek koni şeklinde “Arpajuk” Dağı adlı yüksek bir dağ”ın İsola Kayası olması mümkündür. İsola Kayası koni şeklindedir ve jeolojik yapısı itibariyle de çevresindeki tepelerden ayrılmakta ve dikkat çekmektedir.           

Seyyahlar, Sir William Oueseley’in “Valinin Tepesi” adını verdiği (Oueseley, 1823) ve Robert Ker Porter‘ın “Moussalim Ovedan” dediği (Porter, 1822), A. D. Mordtmann’ın “Mütesellim Dağı” ifadesini kullandığı, Richard Kiepert’in haritasında “Musellim Batran Dağı” olarak işaretlediği (URL 4) Turpçu-Alişar ve Çamlıbel-Yıltarıç Köyleri arasında bulunan bölgeye, J.G.Taylor, “Mutsellim Batran Dağı” (Mutsellim Batran Mountains) demekte ve hatta, Ermeni tarihçi ve coğrafyacı Gugas İnciciyan’a atfen “…1784 yılında yöneticiliği sırasında Hıristiyanları acımasızca eziyet eden zamanın Erzincan Valisi Çavuşbaşı Süleyman Paşa ve tayfasının Erzincan'dan İstanbul'a giderken bu felakete uğrayan mütesellim olduğunu …” ifade etmektedir (Helvacıoğlu 2020, Taylor 1868)           

Anlatımda ismi geçen “Mohi ed' Deen Pasha”nın, 1866 (Hicri 1283) yılında Karahisar’da Kaymakam olarak görev yapan, arşiv kayıtlarında mutasarrıf olarak da ismi geçen ve bilahare Erzincan’a atanan Muhyiddin (veya Muhiddin) Paşa olması (URL 5) kuvvetle muhtemeldir. Yazıda dikkat çeken diğer bir konu da “Şebin” adının o tarihte ve J.G. Taylor tarafından da biliniyor olması ve bu ismin de şap madeninden geldiğini ifade etmesidir. 

Kale 

Diplomatlığı yanında aynı zamanda arkeolog olan J.G. Taylor 17 Ağustos 1866 günü Kale’ye çıkmıştır ve seyahatnamesinde Kale’ye oldukça fazla yer vermiştir.

 

            Bu sabah erken saatlerde Kara Hisar'ın ilgi çekici kalesini ziyaret ettik. Bazı yapay bazı doğal şekilde sarp olsa da kalenin üzerine oturtulduğu kaya, sıradağların yaklaşık bir buçuk kilometre uzağına düşmüş bir kütledir ve alçak bir çıkıntıyla dağa bağlanmaktadır. Yüksekliği yaklaşık 300 feet, (91,44 metre) tabanı da 3 mildir (4,82 kilometre). Kuzeye doğru giden en büyük yükselti budur. Kayanın yüzeyinden dimdik 100 feet (30,48 metre) yükselen düz bir zirvesi vardır. Bu zirvede bir müstahkem mevki bulunur. Bu mevkiden zirvenin yamaçları bir buçuk millik daire çizerek güneye uzanır; istihkâm kayanın çarpık şeklini takip eden eski surlarla çevrelenmiştir. Eski bir yapı olan ve Selçuklular tarafından onarılan esas kapı batıya çıkar. Selçuklu işareti de kemer taşının yakınında taş tablet üzerinde yer alan çift başlı kartaldır.

           

Buradan sonra eski yapıların kalıntılarının sürekli ayağımıza takıldığı dolambaçlı bir patikaya çıktık ve eski bir hisarın bulunduğu alana geldik. Bir uçta 80 feet (24,38 metre) yüksekliğinde ve 35 feet (10,66 metre) çapında modern sekizgen bir kule ve kulenin içinde de terasa çıkan bir merdiven vardı. Surlarda yer alan kalaslar buranın daha önce küçük pencereli ve üç kattan oluştuğunun kanıtıydı. Ufak ve çarpık duvarla çevrili parmaklığın kuzey ucunda duruyor; kapalı alanın içinde geniş taştan bir sarnıç var. Bu iç kaleye güney tarafta bulunan Romalılardan kalma eski bir kapıyla girmek gerekiyor.

                       

Daha da aşağıda ve surla çevrili alanın dışında, çok eski bir Bizans kilisesinin ve ufak bir tapınağın kalıntıları duruyor. Bu kalıntılar güneydeki kayalığın üstünü kapatan yığınların üstünde, Mardin'de olduğu gibi kalenin, tepenin bütün yamacını kaplayacağı şekilde basamak basamak yükseliyor. Daha önce söylediğimiz gibi bütün yapı rastgele tabyalarla ve geri kalan yerlerden daha zayıf noktalardaki tahkimatla yüksek ve çarpık bir yapıya sahip surlarla çevrili. Böyle yerlerde kaya eğer doğal olarak sarp değilse yapay şekilde sarp hale getirilir ki kalenin geri kalanı gibi nüfuz edilemez olsun. Eski Bizans kilisesi bir zamanlar camiymiş, dönüştürülünce tenha bir harabe olmuş fakat ilk halinin izlerini belirsizliğe yer vermeyecek şekilde taşıyor. Bu kilisenin en antik kısmı ana holü ve kubbeli salonu oluşturan sert kırmızı demir taşından yapılmıştır. Levhalardan birinin üzerinde mükemmel bir Bizans yazısı vardır, bu levha diğerinin tam ters yönünde durmaktadır fakat zaman ve başka unsurların etkisiyle tamamen tahrif edilmiştir.

                       

Kalıntılar arasında detaylı bir araştırma yaptık ve bu yazıyla (kapının yakınındaki) hisarda bulduğumuz daire seklindeki içi boş taşın bir kısmında Roma döneminden kalan ve üzerinde şu harflerin yazılı olduğu parçadan başka bir şey keşfedemedik.

            Som kayaçtan yontulmuş, çok uzun ve geniş, büyük bir kentin tamamına yetecek kadar sur ve sarnıç şehrin çeşitli yerlerine dağılmış durumdaydı. Kayalık, yüzey yolun bir kısmında her sağanaktan sonra bu evlere yağmur suyu taşıyacak şekilde biçimlendirilmişti … kesintisiz su tedarikine yönelik kapsamlı çalışma eski kiliseye yakın bir yerde yapılıyordu. Kısmen doğal taştan şekillendirilmiş ve kubbesi yıkılmış binaya girdikten sonra, karşınıza çıkan kireç çimentosu ve küçük çakıllara gömülü Roma tuğlasından yapılmış sivri kemerli bir kapı sizi 22 feet (6.70 metre) uzunluğunda ve 2 feet (60 santimetre) genişliğinde, 58 basamaktan oluşan ve 20 feet (6 metre) yüksekliğinde eğimli bir tünel içinde yer alan geçide götürüyordu. Bu geçit buz gibi soğuk fakat bir şekilde tuzlu su kaynağına inen kayanın içine kazılmıştı. Kuşatma esnasında su lazım olursa tedarik edilebilsin diye kurulan bu mekanizma Kürdistan ve Suriye'deki tarihî kalelerin tamamında görülebilir; etrafta nehre uzanan böyle bir yapının bulunduğu her yerde aynı mekanizma kullanılmıştır... Buradaki herhangi bir örnekten çok daha ilginç bir tarihî kalıntı, geçen sene ya da önceki sene ortadan kayboldu. Bu, üstünde Pompey'e dair Latince bir ibare bulunan ve dışardaki geçidin bir tarafında yer alan geniş granit bir levhaydı.

           

Bir dağin yamacının ortasına konuşlanmış kalenin tepesinden etrafı çevreleyen arazinin bütünü şahane şekilde görülebiliyordu. Arazinin etrafı yüksek dağlarla çevrilmişti, doğu yakasında Kot ya da Kara Hisar Suyu akıyordu ve kasabadan bir saat uzaklıktaki kıyılarında bolluk ve bereketle dolu çok güzel bahçeler vardı. Kalenin inşa edildiği kayanın kendisi dalgalı bir çiçek denizinin ortasındaki ada misali tek başına durmaktadır.” (Helvacıoğlu 2020, Taylor 1868)

 

Anlatımda bahsi geçen ve batıya açılan ve Kalenin ana kapısı olan Selçuklu Kapısı üzerindeki Selçuklu Arması olan Çift Başlı Kartal figürü, 1858 yılında Şebinkarahisar’a gelmiş olan Alman Seyyahlar Alman Şarkiyatçı Andreas David Mordtmann ve Alman Kaşif Heinrich Barth’ın anlatımlarında da yer almaktadır (Mortdmann 1925; Barth 2017). Yine, 1807 yılında Fransa elçisi olarak gönderildiği İran’a giderken Karahisar’dan geçen Fransız seyyah Ange de Gerdane’nin seyahat notlarında da kale kapısında çift başlı kartalın varlığından söz edilmektedir (Gerdane, 1809). 

Alman Kaşif Heinrich Barth da, 1858 yılında Karahisar’a geldiğinde Kale’ye çıkmış olup, kitabında “Bundan kısa bir süre öncesine kadar bu kalenin içinde insanlar yaşamaktaydı. Ama günümüzde burada sadece çok yaşlı bir adama rastladık” ibarelerine yer vermiştir (Barth, 2017). Heinrich Barth’ın bu ifadesinden Kale’de o tarihte kısmen de olsa yaşam olduğu anlaşılmaktadır. J.G. Taylor’un anlatımında geçen “…eski yapıların kalıntılarının sürekli ayağımıza takıldığı...” ifadesi, Kale’nin 1866 yılından önce terkedilmiş olduğu anlamına gelmektedir.           

J.G.Taylor, iç kalenin kapısının Romalılar tarafından yapılmış olduğu iddiasındadır. Kale’de bir Bizans kilisesinin ve ufak bir tapınağın kalıntıları vardır. Kilise bir süre cami olarak kullanılmıştır. Kilise kalıntısında, üzerinde haç işareti ve yazılar olan bir levha vardır. Yine hisarda buldukları “daire seklindeki içi boş taşın bir kısmında” Roma döneminden kalan “STI PERO” şeklinde bir yazı okumuştur. Ancak, “dış kapının bir yanında bulunan ve Pompey'in Latince yazıtını taşıyan büyük bir granit levha” bir süre önce kaybolmuştur. Taylor’ın anlatımlarına göre, kalenin yapıldığı, günümüzde Hacı Kayası adı verilen kaya, dolayısı ile de Kale, çiçeklerin dalgalanan denizinin ortasında tek başına bir ada gibi durmaktadır. 

Meryemana Manastırı

 J.G. Taylor’ın seyahatnamesinde Meryem Ana Manastırı ile ilgili bir bölümde yer almaktadır.

 

  Kot Suyu'nun sol tarafında, kısmen kayalık tepeye şekil verilmesiyle oluşan ve Kara Hisar'ın tam tersi yönünde, 6 mil uzaklıkta, adı Meryem Ana olan bir Rum Manastırı vardır. Oradaki dağdan yontulmuş, mağaraya benzer bu ilgi çekici şapel gerçekten görülmeye değer. Ağustos sonunda burada yıllık bir panayır yahut fuar olur; Rum hacılar panayır mevsiminde buraya akın ederler ve İsa’nın mucizevi annesine adak adarlar. Onlara göre panayır boyunca bir kere de olsa Tanrı'nın Annesi bu noktayı ziyaret etmektedir.” (Taylor 1868; Helvacıoğlu 2020)

 

Şebinkarahisar’ın önemli tarihi eserlerinden biri olan, ilçe merkezinin güneydoğusunda, Sarıyer Köyü Kayadibi Mahallesinde bulunan Meryemana Manastırı, 475-480 yılları civarında, 454 yılında zengin bir ailenin ferdi olarak Nicopolis'te doğan ve yaklaşık on yıl Koloneia piskoposluğu da yapan St. John the Silent (Hesychastes, Silentiarius- Sessiz John) olarak bilinen Aziz John tarafından, dünyevi mallarını terk etmek ve kendini Tanrı’ya adamak amacıyla, kaya oyularak yaptırılmıştır. Aziz John, yaklaşık dört yıl iki kat olarak yapılan bu manastırda münzevi bir hayat yaşamıştır. Aziz John’un Koloneia piskoposu olarak atanması ile inşaatı yarım kalan manastır, John’un izleyicilerinden aynı manastırda beş yıl keşiş hayatı yaşayan Manastırın Başrahibi Johannikos Thomaidis tarafından Hristiyanların desteğiyle 1812-1815 yıllarında dört kat olarak tamamlanmıştır (Komisyon 1964; URL 6; URL 7).          

J.G. Taylor’un da belirttiği gibi, birçok insan, 1940’lara kadar, 15 Ağustos'ta kutlanan ve dokuz gün süren panayırda hac ziyaretine ve kutsal ayinlere katılmak ve “Karahisar’ın Dört İncili”ne saygılarını sunmak için, Meryem’in mucizeler yaratan ikonunun da bulunduğu bir yer olan, (Bryer-Wınfield 2020) “Garasari'nin Kutsal Bakiresi" diye adlandırılan, Meryemana Manastırı'na gelmektedirler (Komisyon 1964). J.G.Taylor’a göre, panayıra katılanlar, Meryem Ana’nın panayır boyunca en az bir kez manastırı ziyaret ettiğine inanmaktadırlar.      



                              KAYNAK : Nikopolis Folklor Komisyonu, (1964).

 Karahisar

 

 “Karadeniz'deki limanı Kerassunde'den (Giresun) 18 saat uzaklıktaki Kara Hisar buradan Kazan Kaya adlı büyük ve zorlu sıradağlarla ayrılır. Karakol Dağı'nın bir kısmı her ne kadar kışın bile elverişli olsa da bazı zamanlar zorlu bir hal alır ve ancak katır ve atlarla geçilebilir…Kara Hisar, su götürmez eskiliği, normal denilemeyecek doğal gücü ve elbette konumuyla, ister sığınmacıların şehri ister askerî garnizon ve isterse antik adı ne olursa olsun arka arkaya burayı meşgul etmiş hanedanlar için her daim önemli bir bölge olsa gerektir.

           

Kara Hisar'ın sınırlı dağlık arazisi, etraftaki sıra dağlardan geriye kalan dağınık kollar oluşturmakta olup hepsi burada buluşup kesişmekte ve batıdan doğuya gitmektedir. Diğerleri ise kuzeydoğudan kuzeybatıya uzanır. Esas zincir, değişmez şekilde kuzeybatı yönündedir ve daha önce bahsedilen ilgi çekici ve diğerlerinden ayrı yere düşmüş volkanik koniler açısından epey bereketlidir. Düzlük üzerindeki bir yükseltiden görülen bu oluşumun sıra dişi tarafı ve düzgün yapışı başlangıçta doğaldan ziyade yapay formları gözümüze sokar.

           

Kara Hisar Sancağı, Kipert'in (Richard Kiepert?)  şehir ve Fırat arasındaki haritasında mevcut boş arazinin içindedir. Bu araziden çıkan başlıca ürünler buğday, arpa, bal ve meyve olmasına rağmen Surzara'da (Tamzara?) üretilen az sayıdaki yelken bezi haricinde ihraç edilen ürün yoktur. Bir zamanlar Avrupa'ya fazla fazla gönderilen şap madenleri üretilmekte ve şimdilerde yalnızca Türk illerine ihraç edilmektedir.

           

Büyükelçi William Rubruquis (Flaman bir Fransisken rahip ve seyyah) M.S. 1253'te Konya'da, buranın sultanı Melik El-Galib İzzettin Keykavus ile anlaşma yapan Cenevizli ve Venedikli bir tacirle tanıştı. Bu anlaşmanın sebebi; onların yönetimi altında herhangi bir yerde bulunduğunda bu malın ticaret tekelinin onlara bırakılmasıydı ki bunun etkisi de malın fiyatını anında üç katından fazla artırmış gibi görünüyordu. Kara Hisar da yönettikleri yerlerden biriydi.

           

Kara Hisar ve Erzurum arasındaki yollar ve yine bu ikisi arasında yer alan Gümüşhane, Sivas ve Erzincan iyi durumdadır. Her ne kadar kolaylıkla kapanan veya korunan derin ve dar vadilerle sınırlı olsalar da dik ve kayalık arazilerden uzak ve at arabaları için mükemmelen elverişlilerdir” (Helvacıoğlu 2020, Taylor 1868)

 

J.G.Taylor’a göre, Karahisar, konumu, tartışmasız antikliği ve muazzam doğal gücü nedeniyle,  eski adı ne olursa olsun, ister bir sığınak şehri ister bir askeri karakol olarak, peş peşe gelen hanedanlar için her zaman önemli bir yer olmuştur.       

Karahisar’da buğday, arpa, bal ve meyve üretilmekte olup, az sayıdaki yelken bezi haricinde ihraç edilen ürün yoktur. Selçuklular zamanında da üretilen ve daha çok Avrupa'ya  gönderilen şap madenleri ise artık yalnızca Türk illerine gönderilmektedir.

Selçuklu Devleti zamanından itibaren şapın çıkarılması ve ihraç edilmesi işi kısmi özerkliği olan bir batılı şirkete ihale edilmiştir. J.G. Taylor’un anlatımında geçtiği şekli ile, Karakurum’da Moğollar’ın Büyük Hanı’nı ziyaret ettikten sonra ülkesine dönerken 1255’te Konya’ya gelen keşiş Wilhelm von Rubruck, Konya’da Bonifatius de Molendino adlı bir Venedikli ile birlikte Türkiye’deki bütün şapın tekelini elinde bulunduran Nicolaus de Santo Siro adlı bir Cenevizli tacir ile tanışmıştır. Rubruck’tan aktarılan bilgilere göre Selçuklu Sultanı, şapları sadece bunlar vasıtası ile satabiliyordu. Şebinkarahisar, Türkiye’deki en önemli sap madenlerinden birine sahipti. Buradan elde edilen ve Türkiye’de üretilenlerin en kalitelisi olan şap, Giresun limanından Batı’ya ihraç ediliyordu ki bu ticarette de daha 1275’li yıllardan itibaren Cenevizliler oldukça önemli bir rol üstlenmişlerdi (Çavuşdere, 2007). 

Suşehri Yolu ve Kelkit Çayı 

J.G. Taylor, Avrupa’dan gelecek postalarını beklemiş ve 22 Ağustos 1886’da Karahisar’dan ayrılmıştır. Kale’yi ziyaretinden ayrıldığı tarihe kadar Karahisar’da geçirdiği beş gün hakkında herhangi bir açıklama yapmayan J.G.Taylor, Suşehri’ne yolculuğunu şöyle anlatmıştır.

 

Avrupa'dan gelen postalarımız bizi epey oyaladı, fakat sonunda Kara Hisar'dan ayrıldık. 40 dakikası dimdik bir inişten ibaret olan iki saat on dakikalık süre zarfının sonunda Kot ya da Kara Su'yun kıyılarına ulaştık; nehir dört yüz yarda (36,57 metre) genişliğinde, “Kalkyt Su, or Lycus” (Kelkit Nehri-eski adı Lykos)) kesiştiği noktadan yaklaşık bir mil (1,6 kilometre) uzaklıkta, “Assab” (Asap) Dağı'nın altındaki bir vadinin içinden akıyordu…

 

Kelkit güneyden gelir fakat kısa süre sonra “Tunnus” (Tönük?) Köyü'nün yakınından geçerek batıya yönelir ve Dumankaya'yı geçerek rotasını “Koiloo Hissar” (Koyulhisar) ile Niksar'a çevirir. Niksar'dan sonra Yeşilırmak’a (İris) yahut Amasya ve Karadeniz arasında kalan “Eupatoria” (Erbaa) bölgesindeki Yeşilırmak koluna dökülür.

 

Artık ikisi kurumuş dört kemerden oluşan gösterişsiz bir köprüyü geçip Kelkit'in sol kıyısına yöneldik, karşımıza coşkun bir akarsu çıktı…. Enderes (Suşehri) nehrinin kıyısı boyunca yarım saat yol aldıktan sonra yine kıyıda yer alan Çiftlikköy'deki kamp alanımıza ulaştık.” (Helvacıoğlu 2020, Taylor 1868) 



                                              Yusufbey Köprüsü 

Duman Kayası 

Suşehri’ne giderken izledikleri yolun sağ tarafından kalan Duman Kayasından “Bu noktada, diğerlerinden ayrı düşmüş ilginç bir kayalık vardı, bir tarafından oturacak yer yontmuşlardı, nehrin sağ kıyısında da bu kayaya uzanan basamaklar vardı. Kaya, civardaki Alevilerin saygı duydukları bir yerdir.” şeklinde bahseden J.G. Taylor, 24 Ağustos 1886 günü, konuk olduğu Suşehri Çiftlikköy’den, ev sahibinin anlattıklarına dayanamamış ve Duman Köyü’ne dönmüş ve Duman Kayasına çıkmıştır.

 

Doman Kaia Rock” (Duman Kaya) olağanüstü olarak adlandırılan tek başına kalmış taş zirvesini ziyaret etmek üzere yola çıktık. Dün izlediğimiz rotanın bir kısmini geri gittik ve “Domana” (Duman) adlı Kızılbaş köyüne (Kizzilbash village of Domana) ulaştık. Köy, dağlık arazinin bati kısmında konuşlanmıştı ve Kelkit'in sağ kıyısında kalıyordu; Çiftlikköy'den de iki buçuk saat sürüyordu. Köyün arkasındaki kayalığın zirvesindeki kitabelerden ve kalıntılardan bahsedildi; bu yüzden de dik yokuşu tırmanırken Alevilerin bir rehbere ihtiyaç duyduk.

           

Yarım saat süren bu tırmanış çok yorucu olmasına rağmen epey memnuniyet vericiydi; fakat sonrasında ayakkabılarımızı fırlatıp atmak durumunda kaldık ve yolculuğumuzu nihayete erdirmek üzere bir yarım saat daha pürüzsüz fakat çarpık çurpuk kayalıklardan kesilmiş yerleri tırmandık. Bu yol dar ve çok tehlikeliydi; en ufak bir hatamız 2000 feet (600 metre) yüksekten düşmemize sebep olabilirdi. En sonunda zirveye ulaştık ama tek bulabildiğimiz yıllar önce orada yaşamış bir münzevinin hücresiyle kayadan yontulmuş birkaç su kaynağıydı; bu da bizi hayal kırıklığına uğrattı.

           

Burası Rumlar ve Kızılbaşlar tarafından hâlâ hac mekânı olarak ziyaret edilmektedir. Rumlar buranın yüzeyini bir yığın küçük haçla kaplamış ki Çiftlikköy'deki ev sahibimiz bu haç yığınını Frenklerden kalma gizemli bir kitabe zannetmiştir.

 

Dumankaya, alçak toprak yüzey veya küme şeklinde tepelerin ortasında tek başına, etrafındaki her şeyden yalıtılmış bir kaya kütlesi olarak dar ağızlı bir testereye benzeyen tepesiyle öylece durmaktadır. Ona göre cüce boyutundaki komşularının epey yükseğinde seyretmektedir...” (Helvacıoğlu 2020, Taylor 1868)

 

J.G. Taylor’a göre, Duman Kayası hac mekânı olarak ziyaret edilmektedir. J.G.Taylor, Duman Kayasını tepelerin ortasında tek başına yalıtılmış olarak duran dar ağızlı bir testereye benzetmektedir.  

1912 yılında Karahisar’dan geçen seyyah İngiliz Doğubilimci (Oryantalist) Sir William Oueseley ise Duman Kayası ile ilgili olarak, “bir zamanlar üzerinde Karahisar adında bir kalenin bulunduğu, izole halde büyük bir kaya…; bu yer çoktan terk edilmişti; sakinleri bu sabah geldiğimiz yere (aynı adı taşıyan ve aslında çok benzer olan) yere yeniden yerleşmişlerdi” demektedir (Oueseley, 1823). Diğer bir deyim ile Sir William Oueseley’e göre, Duman kayası “Eski Karahisar”dır. 

Mübadele ile Yunanistan’a giden Şebinkarahisar kökenli Rumlar da benzer bir düşünceye sahiptir. Kavala’da yaşayan Rumlar’ın oluşturduğu “Nikopolis Folklor Komisyonu” adı verilen bir komisyonun yazdığı ve adının çevirisi “Koloneia Dini Bölgesi İle Nikopolis’in Tarihi ve Folkloru” olan kitapta, yazarlar, “babalarının geleneklerine ve kadim insanların anlatımlarına güvenerek”, Roma Generali Gnaeus Pompeius Magnus ile Pontos Kralı Mithridates VI. Eupator arasındaki “Ayışığı Savaşı”nın, Duman Köyü’nün Lapa mahallesinde gerçekleştiğine inandıklarını, Duman Kayası’nın savaşı anlatan antik kaynaklarda adıgeçen kaleye uyduğunu, Nikopolis şehrinin de burada kurulmuş olacağını, bilinmeyen bir zamanda ise bugünkü Karahisar’a taşınmış olduğunu,  ifade etmektedirler (Komisyon, 1964). 

Sonuç 

İngiltere’nin Kürdistan Konsolosu sıfatını kullanan, Erzurum’da ikamet eden Diyarbakır Konsolosu J. G. Taylor, İngiltere’nin Osmanlı coğrafyası ve toplumu ile ilgili bilgi toplamak politikası çerçevesinde Erzurum’dan Diyarbakır’a uzanan bir gezisinde 15 Ağustos 1866’da Karahisar’a gelmiş, 17 Ağustos’ta Kale’yi gezmiş, 22 Ağustos’ta Karahisar’dan ayrılmış, 23 Ağustos 1866 günü ise Duman Kayası’na çıkmıştır. Kale hakkında ayrıntılı bilgi veren, diplomatlığı yanında aynı zamanda arkeolog olan J. G. Taylor’a göre, kalenin inşa edildiği kayanın kendisi ve dolayısı ile Kale, dalgalı bir çiçek denizinin ortasındaki ada misali tek başına durmaktadır. 

J.G. Taylor Alucra’dan Karahisar’a gelirken Erzurum Yolu’nun Güneygören Köyü Karahasan Gediği’nden geçen sağ kolunu kullanmış, Suşehri’ne giderken de Duman Kayasının sol yanından geçerek Ozanlı Köyü yakınlarındaki Yusuf Bey Köprüsünü kullanmıştır. 

Karahisar ise, konumu, tartışmasız antikliği ve muazzam doğal gücü nedeniyle, eski adı ne olursa olsun, ister bir sığınak şehri ister bir askeri karakol olarak, peş peşe gelen hanedanlar için her zaman önemli bir yer olmuştur. Karahisar’da buğday, arpa, bal ve meyve üretilmekte olup, az sayıdaki yelken bezi haricinde ihraç edilen çok fazla ürün yoktur. Selçuklular zamanında da üretilen ve Avrupa'ya gönderilen şap madenleri ise şimdilerde yalnızca ülke içinde satılmaktadır. Karahisar’ı çevreye bağlayan yollar ise iyi durumdadır. 

J. G. Taylor’a göre, Duman Kayası hac mekânı olarak ziyaret edilmektedir. Meryem Ana ismindeki Rum Manastırı gerçekten görülmeye değer bir yerdir. Rum hacılar Ağustos ayı ortasında yapılan panayır süresince buraya akın ederler ve İsa’nın mucizevi annesine adak adarlar. Onlara göre kutsal Meryem, panayır boyunca en az bir kere bu noktayı ziyaret etmektedir. 

KAYNAKLAR

Barth, H. (2017). Heinrich Barth Seyahatnamesi, Trabzon’dan Üsküdar'a Yolculuk 1858, Kitap Yayınevi, İstanbul, sf. 40 

Bryer, A., Wınfıeld, D. (2020). Karadeniz’in Ortaçağ Dönemi Eerleri ve Topoğrafyası, (Çeviren İsmail Köse), 1. Cilt, TTK Yayınları, Ankara, sf. 284 

Çavuşdere, S. (2007). 14. Yüzyıl İtalyan Kaynaklarında (Zibaldone De Canal, Francesco Balducci Pegolotti  Pignol Zucchello) Türkiye Ticaret Tarihine Dair Kayıtlar, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans tezi, sf. 106-112 

De Gerdane, A. (1809). Journal D’un Voyage Dans La Turquie-D’Asie etla Perse, Faıt en 1807 et 1808,  sf. 16 

Fatsa, M. (2010).  Şebinkarahisar'da Mengücüklü Devri Vakıfları (Sûfî Kolonizasyon), Vakıflar Dergisi Sayı 33, sf. 1-14 

Foreign Office List: Forming a Complete Diplomatic and Consular Handbook for January 1865, Compiled Edward Hertslet, C.B., Fifty-third Publication, London. sf. 152 

Görür, E. D.(2018). İngiltere’nin Diyarbakır Konsolosu John George Taylor’ın Diyarbakır Eyaleti’ne Dair İthalat-İhracat İstatistikleri ve Değerlendirmeleri (1853-1863), TAD, C. 37/ S. 64, sf. 323-346 

Helvacıoğlu, F. B. (2020). Dersim Dağı'ndaki Araştırma Notlarıyla Ermenistan, Kürdistan ve Yukarı Mezopotamya'da Yapılan Bir Gezinin Günlüğü (J.G. Taylor, 1866), Çeviri, Tunceli Kalan Yayınları, Ankara. 

Kiepert, R. (1908). Karte von Kleinasien. G7430 S400 .K5 BV, 

Mordtmann, A. D. (1925). Anatolien, Skizzen und Reisebriefe aus Kleinasien: 1850-1859 (ed. Fr. Babinger), (Çeviren: Mehtap Özsaraç-Gergin) (A. D. Mordtmann’a Ait Anadolu’nun Taslak  Çizimleri ve Seyahat Mektupları 1850-1859), sf. 28 

Nikopolis Folklor Komisyonu, (1964). Koloneia Dini Bölgesi ile Nikopolis’in Tarihi ve Folkloru, Kavala 

Ouseley, S.W. (1823). Travels in Various Countries of the East: More Particularly Persia,  Vol III, sf. 478 

Porter, R.K. (1822). Travels in Georgia, Persia, Armenia, ancient Babylonia, &c. &c.: during the years 1817, 1818, 1819, and 1820, Vol II, sf. 687 

Selvitop, A. (2004). Hicri 1288 (M.1871) ve Hicri 1306 (M. 1888) Tarihli Sivas Vilayet Salnamelerinin Günümüz Harflerine Çevrilmesi ve Mukayesesi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans tezi, Kayseri, sf. 338 

Taylor, J.G. (1868). Journal of a tour in Armenia, Kurdistan and Upper Mesopotamia, with Notes of Researches in the Deyrsim Dagh, in 1866, Journal of the Royal Geographical Society of London, vol.38  sf. 281–361 

URL 1: https://www.britishmuseum.org/collection/term/BIOG63058 - 31.01.2025

URL 2: https://en.wikipedia.org/wiki/John_George_Taylor -31.01.2025

URL 3: https://www.luggat.com/Istikbal -31.01.2025

URL 4: https://maps.princeton.edu/catalog/stanford-pb311wk3338 (erişim 04.01.2022)

URL 5: https://baydin2.blogspot.com/2013/03/idareciler.html

URL 6: https://www.newadvent.org/cathen/08495a.htm - 31.01.2025

URL 7: https://www.bartleby.com/lit-hub/lives-of-the-saints/volume-v-may/st-john-the-silent-bishop-and-confessor/  01.02.2025



                                (URL: http://www.jstor.com/stable/1798576)