Yabancı Seyahatnamelerde Şebinkarahisar VI
İNGİLTERE TRABZON KONSOLOS YARDIMCISI HENRY SUTER’İN GÖZÜNDEN
ŞEBİNKARAHİSAR
Giriş
Bu çalışmada, İngiltere’nin Trabzon Konsolos
yardımcısı olan Henry Suter’in anlatımlarına yer verilerek 1838 yılındaki
Şebinkarahisar ortaya konulacaktır. Her ne kadar Henry Suter’in kimliği ile
ilgili detaylı somut bilgilere ulaşılabilmiş olmasa da 1833 yılından itibaren
Trabzon Konsolos yardımcısı olduğu ve 1841 yılında Kayseri Konsolosluğuna
atandığı bilinmektedir (Kumaş, 2020, Erkoç-akademia.edu).
Başlangıçta, ticaret ile ilgili faaliyetlerde
bulunup görev bölgelerinin sunduğu imkanları tespit etmek gibi bir misyonu olan
konsoloslar, zamanla sosyal, politik ve askeri gelişmeleri de izleyen
diplomatik görevliler haline gelmiştir (Yılmaz, 2016).
Trabzon’daki
İngiliz Konsolosluğu, konsolos James Brant tarafından 1830 yılında kurulmuştur.
Konsolos James Brant, Erzurum’da da İngiliz konsolosluğunun açılmasını sağlamış
ve 1836’da buraya konsolos olarak tayin edilmiştir. Bu atama ile bölgedeki
konsolosluk ağının merkezi Erzurum olmuş ve Trabzon konsolosluk yardımcılığı
statüsüne indirilmiştir (Yılmaz, 2018). 19. yüzyılın ilk yarısında ekonomik
anlamda İngiliz-Fransız rekabetinin artması ve 1838 Baltalimanı Antlaşması’yla
İngiltere’nin ekonomik ve ticari üstünlüğü, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki
konsolosluk ağının da güçlenerek genişlemesine sebep olmuştur (Yılmaz, 2016).
Konsoloslar
sık sık Osmanlı devletinde geziler yapmışlardır. 6 Ekim 1838’de Erzurum’dan
yola çıkan Henry Suter, Karahisar, Sivas, Tokat, Amasya ve Samsun üzerinden
Trabzon’a dönmüştür. Bu tarihte Şebinkarahisar, Trabzon’a bağlıdır.
Gezi
notları, “Notes on a Journey from Erz-Rûm to Trebizond, by the way of
Shebh-khâneh, Karâ Hisâr, Sivâs, Tôkât
and Sâmsûn, in October 1838” ( Ekim, 1838’de Erzurum’dan Trabzon’a
Karahisar, Sivas, Tokat ve Samsun üzerinden yaptığım yolculuktan notlar) başlığı
ile 1840 yılında Londra’da The Journal of the Royal Geographical Society of
London isimli dergide yayınlanmıştır. Yazıya bir güzergah haritası ile yolların
durumunu gösterir bir çizelge de eklenmiştir.
The Journal of the Royal Geographical Society of London isimli dergi Royal Geographical Society (Kraliyet Coğrafya Kurumu) tarafından, İngiltere’de, 1831’den 1880 yılına kadar yayınlanan bilimsel bir coğrafya dergisidir (wikipedia) ve yayınlandığı süre içinde, dünyanın farklı yerlerinin coğrafi, politika ve ekonomik yapıları, bölgelerin politikaları ve nüfus verileri hakkında bilgi edinilmesini sağlamıştır (Erkoç-akademia.edu).
Suter'in Güzergahı (Suter 1840)
Kelkit’ten Karahisar’a
“(Kelkit'te)…
güzel taşlardan yapılmış yaklaşık 20 tane ve ayrıca tomruklardan ve yanmamış
tuğlalardan yapılmış yaklaşık 40 tane ev vardı. Burası aralarında 600 ila 700
hanenin olduğu kırk köyün bulunduğu Trabzon paşalığına bağlı bir sancağın
merkeziydi ... Erenkaya köyüne geldik. Burada yaklaşık 30 Müslüman aile
yaşıyordu. Burası Erzurum Paşalığına bağlı 200 veya 250 evden oluşan bir
ilçenin merkezidir (Şiran’dan bahsetmektedir) Kuzeyinde Gavur dağının
yüce ve karlarla kaplı sıradağları bulunuyordu. Bu bölgede kış mevsiminin çok
şiddetli olduğu söyleniyor ve çok fazla kar yağıyor ve yol bazen günlerce
geçilemez oluyor. Bulunduğumuz yerden 30 saat uzaklıkta olan Trabzon’a bir yol
ayrılıyor.
Rotamız
bizi dik bir yokuşla büyük çam ağaçlarıyla kaplı tepelere götürdü ve ardından
yaklaşık 18 kilometre boyunca devam ettik ve ardından arka arkaya alçak çorak
tepeler geçtik. Doğudan akan bir derenin geçtiği dar bir vadiye vardığımızda
yaklaşık 12 kilometre yol almıştık. Bu nehri küçük bir tahta köprüden geçtik ve
sonra dik ve kötü bir yoldan yüksek kayalık bir dağa çıktık. Zirvesinden,
altımızda Yeşilırmak nehri veya Doğudan akan İris nehrini gördük. Vadinin karşı
tarafında, dik, çorak bir kayanın üzerinde, çevredeki şap madenleriyle Kara Hisar
şehri görünüyordu. Vadiye inip ahşap bir köprü ile dereyi geçerek önce dar
kayalık bir patikadan sonra meyve ağaçlarının bahçelerinden geçerek … şehre
ulaştık.”
Henry
Suter, muhtemelen Alucra’dan sonra Alişar Deresi’nin bir tahta köprüden
geçerek, dik ve kötü bir yoldan, yine muhtemelen Turpçu’nun güneyinden geçen
güzergahtan yüksek kayalık dağ olarak tarif ettiği Müsellim Dağı’na çıkmıştır.
“…Vadinin karşı tarafında, dik, çorak bir kayanın üzerinde, çevredeki şap
madenleriyle Karahisar şehri görünüyordu...” şeklindeki ve devamındaki anlatımı
bizi bu sonuca götürmektedir. Müsellim Dağı’ndan inip, Avutmuş Deresi’ni yine
ahşap bir köprüden muhtemelen Köse Köprüsü’nden geçerek, önce dar bir kayalık
patikadan yani Hacıömer-Avutmuş arasındaki yoldan ve sonrasında meyve
ağaçlarının bahçelerinden yani Bağlar’dan geçerek Karahisar’a varmışlardır.
Anlatımda geçen Yeşilırmak, tarife bakıldığında, Kelkit Çayı’nın kolunu oluşturan Avutmuş Çayı’dır ve İris Nehri de Yeşilırmak’ın Bizans dönemindeki ismidir. Nitekim eski tarihli bazı tapu kayıtlarında bir arazinin sınırında bulunan Avutmuş Çayı veya Kelkit Nehri, Yeşilırmak olarak belirtilmiştir.
Karahisar
“Şehir,
yüksek bir tepenin zirvesine yakın bir yerde inşa edilmiş ve bir kale
kalıntıları ile taçlandırılmış dikey bir kayanın çevresine yerleşmişti. Kerpiçten
yapılmış yaklaşık 2500 haneden oluşuyordu. 500 hanede Ermeniler, 50 tanesinde
Rumlar, geri kalanında ise Müslümanlar yaşıyordu. Karahisar pazarları çok
genişti ve ülke içerisinde yapılmış pamuklu kumaşlar ve bazı İngiliz ürünleri
ile Halep ve Şam yünlüleriyle çok çeşitli ve zengin görünüyordu, ancak burada
her türden yabancı eşyaya olan ilginin az olduğunu gördüm. Kumaş üretiminde bir
miktar İngiliz pamuklu büküm kullanılır ve ağartılmamış patiska ve çivit ithal
edilir, ikincisi ilkini boyamak için kullanılır; boyandığında kumaşlar ülkede
satılır. Tüccarlar, önceleri İstanbul’dan tedariklerini karşılıyorlardı ancak
vapurların kullanılmasından sonra genellikle Trabzon’u kullanmaya
başlamışlardır.”
Henry Suter’in, Karahisar’ın hane sayısından, pazarından ve ticaretten bahsetmesi, bu
gezinin asıl amacını oluşturmaktadır. Yazıda açıkça ifade edilmese de, 1838
yılında imzalanan Osmanlı-İngiliz Ticaret Anlaşması’nın sonuçlarının ve
geleceğinin değerlendirilmesinin amaçlandığı anlaşılmaktadır.
İngiltere,
1827–1828 Osmanlı-Rus savaşından sonra, Fransa’nın Cezayir’i işgali (1830),
Kavalalı Mehmet Ali Paşa ayaklanması (1831–1841) gibi iç sorunlarıyla karşı
karşıya gelen Osmanlı Devleti’ne yardımcı olmuş ancak bu yardımının
karşılığında da Osmanlı ekonomisini savunmasız bırakacak olan 1838
Osmanlı-İngiliz Ticaret Anlaşması’nı imzalamıştır (Bayraktutan, 2010).
Osmanlı
İmparatorluğu 1826'dan sonra kendi ihtiyaç duyduğu yerli hammaddelerin
yabancı tüccarlar tarafından yurt dışına çıkarılmasını önleyen yed-i vahid
(tekel) sistemini uygulamaya koymuştu. Bu sistem Büyük Britanya'nın
çıkarlarına uygun düşmüyordu ve İngilizler kendilerine Osmanlı
topraklarında ayrıcalıklar verilmesi için Osmanlı İmparatorluğu'na baskı
yapıyorlardı. Osmanlı Hariciye Nazırı Mustafa Reşit
Paşa, Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın isyanını
bastırmak için İngilizlerden yardım istemiş ve bu yardıma karşılık
olarak, Büyük Britanya'ya ticari bakımdan büyük ayrıcalıklar veren bir
ticaret anlaşmasını İstanbul Baltalimanı'nda devlete ait olan bir yalıda
imzalamıştır (wikipedia).
Anlaşmaya
gereği tekel sistemi İngiliz tüccarlar için kaldırılmış ve diledikleri miktarda
ham maddeyi satın alma imkânı verilmiştir. İç ticarete Osmanlı vatandaşlarının
yanı sıra İngiltere’nin de katılması öngörülmüş böylece İngiliz vatandaşları
Osmanlı ürünlerini Osmanlı tebâsından tâcirlerle aynı vergi koşulları altında
satın alma hakkına sahip olmuşlardır. İngilizlerle olan transit ticaretten
alınan resmi vergi de kaldırılmıştır. Bunun anlamı, Büyük Britanya gemileriyle
gelen İngiliz malları için bir defa gümrük ödendikten sonra, mallar alıcı
tarafından nereye götürülürse götürülsün bir daha gümrük ödenmeyecektir
(wikipedia).
Baltalimanı
Anlaşması olarak da anılan bu anlaşma, Osmanlı’nın mali çöküşüne yol açan
önemli bir anlaşma olarak nitelendirilmektedir. Henry Suter’nin gezisinin temel
kaynağının bu anlaşma olduğu düşünülmektedir.
Henry Suter’e göre, Karahisar pazarları çok
geniştir ve ülke içerisinde yapılmış pamuklu kumaşlar ve bazı İngiliz ürünleri
ile Halep ve Şam yünlüleriyle çok çeşitli ve zengin görünmektedir. Şiran-Karahisar
arasındaki yol, dağlık ama iyi ve ancak atlara uygundur.
1835 yılında Şebinkarahisar’a gelen İngiltere’nin Erzurum Konsolosu James Barnt da, kasabanın etrafında inşa edildiği izole dağın zirvesinde eski bir kalesi ve kasabanın yakınında, kasabanın kendine özgü “Shebb-khaneh” adını aldığı geniş kaya şap madenleri olan, 2500 haneli Karahisar’ın “…kıyı ve iç kesimlerle hatırı sayılır…” bir ticarete sahip olduğunu ifade etmektedir. (Brant 1836)
Karahisar’dan
Suşehri’ne
“Bizim
rotamız, kısmen ekili arazilerin yanında uzanırken Dumanlı deresine (sisli
vadi) tepeden bakan Karahisar’dan güneybatı yönünde 4 kilometre uzaklıkta
ilerliyordu. Buraya indik ve doğudan yaklaşık 30 metre genişliğinde, yatağı 50
metre genişliğinde olan sığ ama hızlı akan bir nehri geçtik. Bu akarsu,
Yeşilırmaktı (Kelkit Nehri) çünkü Karahisar’a gelmeden daha önce de
geçtiğimin aynısı olduğuna inanıyorum.
Bundan sonra nehrin sağ yakasından devam eden Tokat’a giden yoldan
çıktık. Güneyden akan başka bir dereye denk gelene kadar sol kıyı boyunca devam
ettik. Kısa bir süre sonra batıdan gelen başka bir dere ile karşılaştık ve bir
süre sonra küçük bir köyün yanından geçtik ve buranın Musellim'i olan Mubbeh
oğlu Muhammed Bey’e ait olan büyük ve güzel bir bina gördüm.
Nehir
burada doğudan batıya uzanan Aşkar ovasını sulayan birçok dereye dönüşüyordu.
Onu çevreleyen tepeler, çok sayıda köyün bulunduğu yerde ekili bir haldedir. 8
saat veya 24 kilometre uzunluğunda olduğu ve yaklaşık 4 kilometre genişliğinde
olduğu söylenen ovanın (Suşehri-Akıncılar
Ovası) çok verimli olduğu söyleniyor. Burada 90 veya 100'den az köy olmadığı
konusunda bilgilendirildim. Evler, kerpiçten yapılmış ve düz tabanlı kaba
taştan inşa edilmiş olup, etrafı onlara güzel bir görünüm veren meyve bahçeleri
ile çevrilidir. Kavun ve üzüm gibi birçok meyve bol miktarda bulunur. Bu yılki
hasat iyiydi ve bu bölgede her zaman nüfusun tüketimi için yeterli olandan daha
fazla tahıl yetiştiriliyor, fazla ürün için Karahisar’da bir pazar bulunuyor.
Kar kayda değer bir yüksekliğe ulaşmasına rağmen kışlar genelde ılıktır. Birçok
köyde 30 ila 50 aile yaşamaktadır buna rağmen bazı köylerde bu sayı 150-200’ü
bulabiliyor… (Suşehri) Karahisar’dan yaklaşık olarak 6 saat uzaklıktadır…”
Henry
Suter’e göre, Suşehri-Akıncılar Ovası’nda üretilen fazla ürün Karahisar’da
bulunan bir pazarda değerlendirilmektedir.
Kılıçkaya
Barajı yapılmadan önce 1980’lerin sonlarına kadar, Şebinkarahisar, Suşehri ve
özellikle de Akıncılar’da üretilen sebze ve meyvenin pazarı olmuştur. Şebinkarahisar’a
bağlı Kınık-Ozanlı köyleri ile Suşehri’ne bağlı Asap-Türkmenler köylerinden
geçen güzergaha sahip Şebinkarahisar-Suşehri Yolu, 1987 yılında Kılıçkaya
Barajı Gölü altında kalmış ve yol bugünkü güzergahından yapılmıştır. Bu
güzergah değişikliği, Suşehri ve özellikle de Akıncılar ile Şebinkarahisar’ın
iletişimini sınırlamış, meyve ve sebze nakletmeyi zorlaştırmıştır. Günümüzde
Şebinkarahisar bu pazar niteliğini nispeten yitirmiştir.
Trabzon Konsolos Yardımcısı olan Henry
Suter, 1838 Osmanlı-İngiltere Ticaret Anlaşması’nın imzalanmasından sonra,
görevi çerçevesinde, Erzurum, Karahisar, Sivas, Tokat ve Samsun’u kapsayan bir
geziye çıkmış ve tespitlerde bulunmuş, bunu da yazdığı bir makale ile İngiliz
kamuoyuna duyurmuştur.
Günümüzden
184 yıl önce, 1838 yılında, Karahisar’da 2500 hane vardır. Evler kerpiçten
yapılmıştır. Karahisar pazarları çok geniştir. Pazar, ülke içerisinde yapılmış
pamuklu kumaşlar ve bazı İngiliz ürünleri ile Halep ve Şam yünlüleriyle çok
çeşitli ve zengin görünmektedir, ancak her türden yabancı eşyaya olan ilgi azdır.
Kumaş üretiminde bir miktar İngiliz pamuklu büküm kullanılmakta ve
ağartılmamış patiska ve çivit ithal edilmektedir. Tüccarlar, önceleri
İstanbul’dan tedariklerini karşılarken, vapurların kullanılmasından sonra
genellikle Trabzon’u kullanmaya başlamışlardır. Suşehri-Akıncılar Ovası’nda üretilen fazla
ürün Karahisar’da bulunan bir pazarda değerlendirilmektedir.
Henry Suter’in, ticaret olanaklarını araştırırken şap üretiminden ve diğer
madenlerden bahsetmemesi ilginçtir. Şap madeninin devlet denetiminde olmasının bunda
etkisi olduğu düşünülmektedir.
Suter'in Gezi Güzergahı, (Suter 1840)
1.
Henry
Suter, Notes on a Journey from Erz-Rûm to Trebizond, by
the way of Shebh-khâneh, Karâ Hisâr, Sivâs, Tôkât and Sâmsûn, in October 1838,
The Journal of the Royal Geographical Society of London , 1840, Vol. 10 (1840),
pp. 434-444 (Çeviren: Ersen Erdem)
2.
Yüksel
Kumaş, 19.Yüzyıl İlk Yarısı İngiliz Konsolosluk Raporlarına Göre Trabzon
Ticareti,
Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Lisans
Bitirme Tezi, İzmir, 2020.
3.
Batıkan
Erkoç, İngiltere’nin Trabzon Konsolos Yardımcısının Gözünden 1830'ların
Samsun'u ve Anglo-Osmanlı Kapütülasyonları, (https://www.academia.edu/27347293
- erişim
29.01.2022)
4.
https://en.wikipedia.org/wiki/Journal_of_the_Royal_Geographical_Society_of_London,
(erişim 29.01.2022)
5.
Özgür
Yılmaz, Türk Deniz Ticaret Tarihinin Kaynağı Olarak Konsolos Raporları, Marmara
Üniversitesi VIII. Deniz Ticareti Sempozyumu, İstanbul, 2016.
6.
Özgür
Yılmaz, Tarihi, Coğrafi ve Arkeolojik Bilgi Kaynağı Olarak Konsolos Gezileri,
Türk Tarih Kurumu, XVII. Türk Tarih Kongresi 15-17 Eylül 2014, Bildiri Kitabı
Ankara, 2018.
7.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Baltaliman%C4%B1_Antla%C5%9Fmas%C4%B1
(Erişim 12.03.2022).
8.
Mübahat
S. Kütükoğlu, Baltalimanı Muahedesi, İslam Ansiklopedisi, 5. Cilt, İstanbul
1992 https://islamansiklopedisi.org.tr/baltalimani-muahedesi
(Erişim 12.03.2022)
9.
James
Brant, Journey Through a Part of Armenia and Asia Minor, in the Year 1835, The
Journal of the Royal Geographical Society of London 1836