Yabancı Seyahatnamelerde Şebinkarahisar IV
İNGİLİZ SEYYAH T. B. ARMSTRONG’UN GÖZÜNDEN 1829’DA ŞEBİNKARAHİSAR
Giriş
Bu çalışmada, İngiliz Seyyah T.B. Armstrong’un
anlatımlarına yer verilecek ve 1829 yılındaki Şebinkarahisar ortaya
konulacaktır.
T.B. Armstrong’un kimliği ile ilgili somut bir
veriye ulaşılabilmiş değildir. Ancak, İngiliz parlamenter Thomas Alcock ile
birlikte bu geziye çıktığı bilinmektedir. (Özsoy 2014).
Parlamenter
Thomas Alcock,1828-1829'da, o zamanlar nadiren ziyaret edilen ülkeler olan
Rusya, İran, Türkiye ve Yunanistan'da seyahat etmiş ve bu seyahati anlattığı Travels
In Russıa, Persıa, Turkey And Greece, In 1828-9 isimli kitabı 1831'de basılmıştır.
(Wikipedia). Nitekim, T.B. Armstrong da kitabının girişinde iki “beyefendi” ile
bu geziye çıktığını ifade etmektedir.
Şebinkarahisar, T. B. Armstrong’un 1831
yılında basılan Journal Of Travels In The Seat Of War , Durıng The Last Two
Campaıgns Of Russıa And Turkey (Rusya
İle Türkiye Arasındaki Savaş Sırasındaki Seyahatleri İçeren Günlük) isimli
kitabında yer almaktadır. 18 Ağustos 1828’de Viyana’dan yolculuğuna
başlayan T. B. Armstrong ve beraberindekiler, 13 Mayıs 1829’da günü
Şebinkarahisar’a gelmiştir.
1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı
1828-1829
Osmanlı-Rus Savaşı, Navarin
Deniz Savaşı'nı takiben Rusya’nın Yunanların bağımsızlığını desteklemeleri
yüzünden çıkmış bir savaştır. (wikipedi). Bu savaştan bir önce Yeniçeri Ocağı
kaldırılmış ve Asakir-i Mansure-i Muhammediye Ordusu kurulmuştur.
Mora
isyanını bastırmak için bir araya gelen Osmanlı ve Mısır donanmaları 20 Ekim
1827’de, bugün Yunanistan’ın Mora yarımadasında bir kasaba olan Navarin’de İngiltere,
Fransa ve Rusya ortak donanması tarafından yok edilmiştir. Osmanlı hükûmeti
ortada savaş durumu olmadığı halde donanmasını batıran devletlerden tazminat istemiştir.
Tazminat isteğine olumlu bir cevap alınamaması üzerine söz konusu devletlerle Osmanlı
Devleti arasında siyasî ve diplomatik ilişkiler kesilmiş, (Özcan 2010) Çanakkale
Boğazı Rus gemilerine kapatılmıştır.
1828-1829
Osmanlı-Rus Savaşı, Rus Donanması’nın Osmanlı toprağı olan Kafkasya’da bulunan
Anapa’ya saldırısı ile başlamıştır. Batıda Eflâk ve Boğdan’ı kısa sürede
ellerine geçiren Ruslar, daha sonra Tuna Nehri’ni aşarak Rumeli’deki birçok
kale, kaza ve kasabayı işgal etmiştir. (Özcan 2010). Kafkas cephesinde ise Ahıska, Ardahan, Posof, Erivan, Kars’ı
işgal eden İvan Paskeviç komutasındaki Rus Ordusu, 27 Haziran
1829'da Erzurum'u (savaşmadan) ele geçirmiştir. Rumeli’de 28
Ağustos'ta Edirne'ye kadar ilerleyen Rus ordusu İstanbul'un
sadece 68 kilometre uzağına dek ulaşmış, Padişah II. Mahmut 14 Eylül
1829'de Rusların bu ilerlemesini durdurmak için koşulları çok ağır
olan Edirne Antlaşmasını imzalamak zorunda kalmıştır. (wikipedi)
1828-1829 Osmanlı-Rus
Savası sonunda imzalanan Edirne Antlaşması’yla Rumların (Yunanların) bağımsızlık
elde etmeleri birçok ulusu bünyesinde barındıran Osmanlı Devleti’ni derinden etkilemiştir.
Diğer taraftan gerek Kafkas cephesinde gerekse Balkan cephesinde çok sayıda
reayanın yerlerini yurtlarını bırakarak Rusya’ya göç etmesi, askerî, siyasî,
sosyal, ekonomik, demografik bazı değişikliklere ve gelişmelere yol açmıştır.
Ayrıca bu savaşta salgınlar yüzünden binlerce insan hayatını kaybetmiştir. Veba
gibi salgın hastalıklar, göçlerle birlikte savaşın etkili olduğu bölgelerde
demografik yapıda büyük değişiklikler meydana getirmiştir. (Özcan 2010).
Bu
savaşta Rus ordusu Kelkit ve Şiran’ı dahi ve üstelik savaşmadan ele
geçirmiştir. Rus Ordu komutanı General İvan Paskeviç, Gümüşhane’nin işgalinden
sonra Karahisar’a kadar bir keşif harekâtı yapmış ve akabinde Şiran ve
Kelkit’teki askerini çekmiştir. (Akbulut, 2000, Tosun 2021).
Seyyahımız
ve yanındakiler bu savaş ortamında Rusya’yı ve İran’ı dolaşmışlar ve Osmanlı
topraklarına girmişler ve Şebinkarahisar’dan geçmişlerdir. Bu seyahat esnasında,
yol boyunca düzensiz askeri birliklere rastlamışlar ve hatta Thomas Alcock ve
yanındakiler Erzurum’da bulunan Serasker tarafından Rus Ordusunun durumu
hakkında sorgulanmışlar, yolculuğun devamında casuslukla suçlanmamak için göze
batmamaya çalışmışlardır. (Alcock, 1831).
“…Dinlendikten
sonra atlara bindik ve daha önce bize bahsedilen dereyi geçtik ve yarım saat
sonra bir dağın yamacındaki bir ormana girdik, zirveye çıktığımızda ise göz
alabildiğince muhteşem bir dağ ormanı manzarası gördük. İki saat sonra İstanbul’dan
Van'a giden yaklaşık üç yüz Ermeni ile karşılaştık, erzak kıtlığı nedeniyle
Sultan'ın emriyle Van’a gönderildiklerini söylediler. Üç saat sonra İsviçre
köyleri gibi güzel verimli bir vadiye sahip Şiran’a geldik. Burada çok iyi
muamele gördüğümüz valinin evinde konakladık ve sabahın ilk ışıklarına kadar
orda kaldık.
(13.gün)
Sabah altıda tekrar yola çıktık ve ilk dört saat boyunca bir ormanın
içerisinden geçerek bir tepeye çıktık manzaramız sürekli olarak görkemli ve
ilginçti. Yolumuza devam ettikçe ekili topraklar ve önümüzde sıralanmış çok
geniş köyler vardı. Bu güzel ormanlık manzarayı geride bıraktıktan sonra, ince
bir derenin kıyısı boyunca vadide dört saat yolumuza devam ettik. Yağmurlar son
zamanlarda o kadar çok yağmıştı ki sonuç olarak yollar geçilmez bir durumdaydı…”
Seyyahımıza
ve beraberindekiler, Şiran’a gelirken yolda, İstanbul’dan Van’a giden
Ermenilerden oluşan yaklaşık 300 kişilik bir kafileye rastlamışlardır. Bu
kişiler erzak kıtlığı nedeniyle İstanbul’dan uzaklaştırıldıklarını
söylemişlerdir.
Gerçekten
de bu dönemde İstanbul’da, ordu içerisinde ve ülkede iaşe temininde zorluklarla
karşılaşılmıştır. Boğazlar ve ülkedeki iskeleler abluka altında olduğu için
İstanbul’a iaşe temini zora girmiştir. Örneğin İstanbul’da yoğun bir un ve
ekmek kıtlığı çekilmiştir. Savaşa giden askerlerin İstanbul’da toplanması da
nüfus artışına neden olmuş, bu da iaşe sıkıntısını artırmıştır. Karaborsacılık,
yolsuzluklar, doğal afetler, Rus Ordusu’nun iaşe yollarını kesmesi, Osmanlı
ordusuna ait iaşe depolarına el koyması, yolların kalitesizliği, salgın
hastalıklar ve savaş alanlarındaki göçler ve kargaşa iaşe sıkıntısı daha da
artırmıştır. (Özcan 2010).
İstanbul’un
iaşe meselesi, şehrin gerek başkent olması gerekse çok sayıda nüfusu barındırması
yönüyle son derece önemlidir. Zira hükûmet merkezinin bulunduğu bu metropolde bir
huzursuzluk çıkmasının tüm ülkeyi etkileyebilme ihtimali vardır. Bu nedenle
devlet, İstanbul için ayrı bir iaşe politikası takip etmeye çalışmıştır. (Özcan
2010).
Seyyahımızın
anlatımında geçen, kişilerin grup halinde Van’a gönderilmesini, iaşe temini ve
erzak kıtlığını giderme önlemleri çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Buna
göre, bazı grupların İstanbul dışına göndermek de iaşe sıkıntısına önlem olarak
düşünülmüş olmalıdır.
Karahisar
“…Bu
vadiyi geçtikten sonra, olağanüstü bir görünüme sahip dağlarda iki saat kaldık.
Bu bölgedeki dağlardan çıkarılan çok miktardaki şap madeninin taşınmasından
dolayı bu yerlerde yoğun bir trafik meydana gelmektedir. Ayrıca bu bölgede
ormandaki ağaçların yakılmasından da zift yapılır ve bu da Trabzon yolu
üzerinden İstanbul'a gönderilir. Daha sonra büyük bir nehri taş köprüden
geçerek yola devam ettik. Yazlık evlerle kaplı görmüş olduğum en bereketli ve
en canlı vadinin içerisinden geçtik. Sağımızda devasa yükseklikteki dağlar,
önümüzde yüksek bir tepede bulunan Kara Hisar şehri, ve şehrin zirvesinde güçlü
ve sağlam görüntüsüyle Karahisar kalesi görünüyordu. Nehrin kenarındaki kavak ve ceviz ağaçları
rüzgarla birlikte titriyor ve az önce geride bıraktığımız görkemli dağlara
sanki saygıyla eğiliyorlardı. Burada kış aniden bitmiş bahar başlamış gibiydi.
Baharın gelişi on iki saatten fazladır yaptığımız uzun ve yorucu bir yolculuğun
ardından gerçekten bize ilham verdi ve bizi rahatlattı. 45 dakika boyunca çok
dik bir yokuştan şehre girmeye başladık ve yerleştik…”
Seyyahımız
ve beraberindekiler, büyük bir nehir dediği Avutmuş Çayını muhtemelen Biroğul
Köprüsünden geçmişler, yazlık evlerin, kavak ve ceviz ağaçlarının arasından 45
dakikalık bir yokuş çıkarak Karahisar’a varmışlardır. Karahisar’a geldiklerinde
kış aniden bitmiş bahar başlamıştır. Bu arada, Erzurum Yolu, şap ve zift
ticareti nedeniyle oldukça hareketlidir. Seyyahımız belirtmemiş ise de, bu
trafiğe, savaş sevkiyatlarını da eklemek gerekir.
Tatar
“…Tatarımız
yolun sonuna gelmeden önce atın çok yorulduğunu ve yüklerle yola devam
edemeyeceğini anladı ve oradan geçen insanlardan bize bir at vermelerini
istedi. Hiç kimse tatarımızın bu talebini yerine getirme eğiliminde değildi ve
kaçmaya çalıştılar, ancak tatarımız onlardan birini zorla durdurdu ve
boğazından yakaladı ve kulağına bir tabanca dayadı, yüklerimizi hemen çıkarıp
kendi atına koymazsa onu vuracağına dair yemin etti. Zavallı adam, mecburen
kabul etti ve tatarımızın dediklerini yaptı, daha sonra da yorgun atımızla
birlikte dinlenme yerine geldik. Hemen dinlenme yerine yerleştik. Kısa süre
sonra taşralı adam da arkamızdan geldi ve tek ödülü, emirlerine itiraz etmeye
cesaret ettiği için Tatarımızın sopasıyla şiddetli bir şekilde dövülmekti ve
buna da homurdanırsa onu daha ağır cezalandıracak olan beyine rapor edeceği tehdidiydi...”
Tatar,
ulak olarak da isimlendirilmekte olup, aslında Osmanlılarda devletin resmî
haberlerini ulaştıran görevlilere verilen addır. Ancak burada rehber veya
mihmandar yerine kullanıldığı anlaşılmaktadır.
“Osmanlılarda
önceleri padişahın ve mensuplarının ulak hizmetini yapanlar ellerindeki ulak
hükmüyle halktan istedikleri beygiri alabilirlerdi, ayrıca her türlü
ihtiyaçlarının giderilmesini istemek gibi bir imtiyaza sahipti. Daha sonra
vezirler, defterdarlar, ağalar da ulak hükmü vermeye başlamış, onları taşrada
beylerbeyiler, sancak beyleri, kadılar ve subaşılar takip etmiştir.” (Halaçoğlu,
2012)
Nitekim,
Serasker Erzurum’da , Thomas Alcock’u sorguladıktan sonra kendilerine bir tatar
ve seyahat belgesi vermiştir.
“Elinde
ulak hükmü bulunan kimse kendisi, hizmetkârları ve kılavuzları için beygir
almakta, eşyalarını taşıtmak için de beygir istemekteydi. Ulaklar bu hayvanları
gittikleri yerlerde bırakır, dönüşte yorgun olmayan dayanıklı beygirlere el
koyarlardı. Yolda hayvanlarının zayıf düşmesi durumunda rastladıkları bir
kimsenin beygirini alabilirlerdi. Ellerinde hüküm bulunan ulaklara menzillerde
gerekli beygirler sağlanır, beratları olmayanlara ise beygir verilmezdi.
Kimlere ne kadar beygir tahsis edileceği fermanlarla Anadolu ve Rumeli
menzillerine bildirilirdi. Ulakların
dürüst ve namuslu, hayvana binmeye, yol meşakkatine tahammüllü olması yanında
uzun müddet sadrazam veya diğer vezirlerin dairelerinde tecrübe edilmiş,
terbiye görmüş kimseler arasından seçilmesine dikkat edilmiştir. Ulaklara
tanınan bu imkânlara rağmen zaman zaman vazifelerinde suistimalleri görülmüştür.
1839’da posta teşkilâtının kurulmasıyla birlikte ulak sistemi ortadan
kalkmıştır.” (Halaçoğlu, 2012)
Seyyahımızın
rehberi olan tatarın davranışının kendilerine verilen yetki ve haklar
çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
“…(14.
gün) Bu sabah, bir insanın görebileceği en romantik ve en güzel
manzaralardan bazılarına veda ettik ve dün karşısına geçtiğimiz nehrin sağ
yakası boyunca bütün öğleden sonra yolumuza devam ettik. Bu nehir çok geniş ve
hızlıydı nehrin çevresindeki kayalık ve ağaçlıklı manzara Passau ile Lintz
arasındaki Tuna Nehri'ne çok benziyordu. Gün boyunca sık sık atlarımızın
yanında yürümek zorunda kalıyorduk. Geçitlerin çoğu hızlı akıntının etkisiyle
çok dardı. Manzara sürekli olarak değişiyordu ve kısa bir mesafe boyunca nehir
bizim görüş alanımızdan uzaklaşıyordu ve daha sonra beklenmedik bir şekilde
suyun kıyısından taşıp bir göl oluşturup önümüze çıkıyordu. Sonra kayalıkları
geçtik geniş düzlükte dört nala yolumuza devam ettik. Koyulhisar’a varmadan bir
saat önce, iki maden suyu kaynağını geçtik; nehrin karşında ise büyük bir bina
gözümüze çarptı. Burada yol aniden sağa döndü ve çok dik bir geçitle
karşılaştığımız için dinlenme yerine geri dönmek zorunda kaldık. Köyün
yukarısında kayalık bir tepenin zirvesinde eski bir kale vardı; zirveye
vardığımızda, doğanın en güzel yerinde, büyük dağların arasında gürültülü
dünyadan uzakta asma yapraklarıyla ve ceviz ağaçlarıyla çevrili bir yerde
Asya’da yetişen nerdeyse tüm meyvelerin tadını çıkarırken doğanın belki de bize
sunmuş olduğu en güzel manzaraya bakıyordum...”
Sonuç
Bu çalışma ile, İngiliz seyyah T.
B. Arsmtrong’un anlatımına dayanılarak, günümüzden 193 yıl öncesi
Şebinkarahisar’ının durumu ortaya konulmuştur.
İngiliz
seyyah T. B. Arsmtrong ve beraberindeki İngiliz parlamenter Thomas Alcock,
1828-1829 Rus-Osmanlı Savaşı devam ederken bu seyahati gerçekleştirmişlerdir.
Şebinkarahisar doğrudan savaş alanı olmasa da, bir süre sonra savaşa sınır
olmuştur. Savaşın yaklaşmasından önce Şebinkarahisar’da geceleyen seyyahımızın
ayrıntılı bilgi vermediği görülmekle birlikte olumsuz yargısı da
bulunmamaktadır.
Karahisar-Erzurum
Yolu’nun hareketliliği bu seyyahımızın da dikkatini çekmiştir, ancak yol, aşırı
yağmurlar nedeniyle geçilmez durumdadır. Osmanlı’dan bugüne Şebinkarahisar’ın
en büyük handikapı, yollarıdır.
Kaynaklar
1- T. B. Armstrong, Journal Of Travels In The Seat Of War, Durıng The
Last Two Campaıgns Of
Russıa And Turkey. Londra 1831 (çeviren Ersen Erdem)
2- Nejat Özsoy, Tarihte Düzce’den Geçen Seyyahlar ve Kaynak Eserleri, 1.
Uluslararası Düzce Tarih
Ve Kültür Sempozyumu 21-22 Kasım 2014 Düzce “Düzce’de Tarih ve Kültür”,
Düzce Belediyesi
Ky, İstanbul 2014
3- Thomas Alcock, Esq, The Gentleman's Magazine. 331: 547–8.
1866. (Erişim 09.01.2022)
4- https://en.wikipedia.org/wiki/Thomas_Alcock_(MP) (Erişim 09.01.2022)
5- Thomas Alcock, Travels In Russıa, Persıa,
Turkey And Greece, In 1828-9, Londra 1831
9- https://tr.wikipedia.org/wiki/Richard_Kiepert (erişim 04.01.2022)
10- Richard Kiepert, Karte von
Kleinasien. G7430 S400 .K5 BV,
https://maps.princeton.edu/catalog/stanford-pb311wk3338
(erişim 04.01.2022)
11- https://tr.wikipedia.org/wiki/1828-1829_Osmanl%C4%B1-Rus_Sava%C5%9F%C4%B1
(erişim 22.01.2022)
12- https://tr.wikipedia-on-ipfs.org/wiki/1826-1828_%C4%B0ran-Rus_Sava%C5%9F%C4%B1
(erişim 22.01.2022)
13-Tuğrul Özcan, Sosyal ve Ekonomik
Etkiler Açısından 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı,
Doktora Tezi, 19Mayıs Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Samsun 2010
14- Murat Dursun Tosun, Osmanlı-Rus
Savaşları, İstanbul 2021
15- Uğur Akbulut, 1828-1829 Osmanlı
Rus Savaşında Bayburt ve Çevresi, Atatürk Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Erzurum 2000
16- Yusuf Halaçoğlu, Ulak, TDV İslam Ansiklopedisi 42. Cilt, İstanbul
2012,
https://islamansiklopedisi.org.tr/ulak